İnandığıyla inanan (Tanrısıyla ümmeti) arasındaki üstün ve kutsal bağ olan “din” konusunda gereken özenin gösterilmediği, sömürü yoluyla siyasete getiri sağlamak çabalarının giderek sürdüğü bir ortamda dinsel kurumlar ve gerekler hakkında konuşmanın güçlüğü açıktır. Bilimsel yaklaşımların bile çözmekte zorlandığı inanç tutkuları, bağımlılığı ve temizliğinin sorun olduğu tartışmaların peygamberlerin döneminden bu yana sürdüğü gerçektir. Görüş ve uygulama ayrımlarının nice cana kıyımla büyük acılara neden olduğu bilinmektedir. Günümüzde de bu konulara girmek oldukça tehlikeli, sakıncalıdır. Ancak, yaşamın aydınlığı için kimi sorunları tartışmakta, görüşler açıklayıp öneriler getirmekte yarar olduğu da açıktır.

Son günlerde ulusal birliği temsille görevli olanların bile duygusal zayıflıklarla dinsel konulara ilişkin görüş açıklarken cumhuriyetin-devletin kurucusu Atatürk’e saldırdıkları üzüntüyle izlenmektedir. 1932’den 1950 yılına kadar Türkçe okunan ezanları gözardı ederek, o çağrıyla kılınan namazlar geçerli değilmiş gibi usdışı (akıldışı) bir yaklaşımla görüşler açıklanmakta, haksız eleştirilerle tarihsel süreçler karalanmaktadır.

Ezan, Müslümanlara namaz için yapılan yüksek sesli çağrıdır. İlk okuyan da Peygamberin önerisi üzerine bir yapının üstüne çıkarak “Namaza! Namaza!” diye bağıran Hazreti Bilâl-i Habeşî’dir. İlk minareyi de hicretin 58. yılında Mısır Valisi Mesleme bin Muhalled, Amr ibnül Âs Camii’nin yanında yaptırmıştır. Allah kelâmı (sözü), Kur’an âyeti olmayan ezanın, namaza çağrılan ümmetin öz diliyle olması anlaşılması yönünden yararlıdır. “Türkiye’de Türkçe ezan okunur” önerisi ve isteminin sertlikle karşılanması doğru değildir. Türkçe okunmadıkça, Kur’an’ın Türkçe okunarak anlaşılıp benimsenmesine çaba gösterilmedikçe dinsel konularda çelişkilerin ve tartışmaların sürmesi kaçınılmazdır. Nedense, iyi niyetli, temiz düşünceli kimileriyle daha çok tutucular, sömürücüler ve gerçeklerden kaçanlar bu istek ve önerilere karşı çıkarak ezberlemeyi anlamadan daha önemli bulmaktadırlar.

TÜRKÇE EZAN

Anlamlı, ezgili, sıcak bir çağrı olan ezan, ülkemizde sayısı giderek artan camilerin minarelerinden ses yükseltici aygıtlarla okunmaktadır. 3 Şubat 1928’de hutbe Türkçe okunmaya başlandı. 29 Ocak 1932’de Sultanahmet Camii’nde Türkçe Kur’an okundu. 30 Ocak 1932’de Fatih Camii’nde Hafız Rifat Bey, ilk Türkçe ezanı okudu. 3 Şubat 1932’de Ayasofya Camii’nde Türkçe Kur’an okundu.18 Temmuz 1932’de Diyanet İşleri Başkanlığı, cami içinde ezan ve kametin (müezzinin namaza başlamak için okuduğu ezanın) Türkçe okunacağını açıkladı. Ezanın ne değeri, ne anlamı azaldı ne de aykırılık oldu.1950’ye kadar bu konuda ses çıkarmayan Demokrat Parti’liler seçimden sonraki ilk genel kurullarında ezanın Türkçe olmasını istediler ve Haziran 1950 ortasında Türk Ceza Yasası’nda değişikliğe giderek Arapça okuma yasağını kaldırdılar.

Katılık ve tutuculukla dinsel çağrının yabancı dille olmasını istemek, Türkçe olmasına direnmek, kendisiyle yabancılaşmak gibidir. Kimilerinin din hakkında gelişigüzel söylediklerine kapılmak, toplumsal sıcaklığı ve gerçekleri yadsıyarak direnmek, akla hiç yer vermemek günümüz koşullarında geçerli sayılacak bir tutum değildir. İnanç, tabu olmamalıdır. Kanımca, Kur’an Türkçe okunmadıkça dine gerçek ve içten bağlılık yaşanamaz. İnancın saygınlığına özen göstererek görüşümüzü içtenlikle açıklıyoruz.

OYSA

Siyaset için inanç sömürüsünün alabildiğine sürdüğü ve kılıktan kılığa girdiği ülkemizde inanç kurumu olan dine, bu konudaki duygu ve düşünce bağına değinmiyor, saygımızı koruyor ve sürdürüyoruz. Daha iyi anlaşılması, kavranıp benimsenmesi ve yaşanması için namaza çağrının dili üzerinde duruyoruz. 18 yıl Türkçe okunan ezan, bu ezanla camiye gelinip kılınan namazlar geçersiz miydi? Bay RTE “Türkçe ezan zulmü” diyerek Atatürk’ü de hedefe koyup zalimlikle suçlamayı yeğledi. Öğrenci Andı için de “Bu metin, ezanı Türkçe okumak ve okutmak isteyenlerin eseridir” diyerek aynı yolu izledi. Atatürk’ün Millî Eğitim Bakanı Reşit Galip eleştirisi de haksız. Danıştay’a baskı sayılacak sözleri de.

Kısa zaman önce “Medreseler ile üniversiteler birlikte çalışsın” diyen Diyanet İşleri Başkanı’nın özürlü, düşünce sapığı ve sapkın bir yobazı resmî giysisiyle ziyaret edip ciltlerle kitap armağan etmesi genelde büyük tepki aldı. Devlet Bahçeli bile eleştirip kınadı. AKP sözcüsünün açıklaması, aynı kişiyi RTE’ın da ziyaret etmesindeki yakınlığı bilmesinden olacak ki Ali Erbaş’ı savundu. Öyle anlaşılıyor ki ziyaret, RTE’ın bilgisi ve oluruyla yapılmıştır. Kimlere ve ne günlere, nelere kalındı. Yazık. Şaşırtıcı pişkinlikler izliyoruz.