Sevgili okurlarım, bazı televizyon yayınlarını fırsat buldukça ve özellikle de kafamı biraz olsun dağıtmak için izliyorum.

Bu programlarda sunucu olarak görev yapan hanımefendiler var...

Hemen belirteyim, çok büyük paralar kazanıyorlar.

Arz talep meselesidir, hiç kimse bu durumu eleştirme hakkına sahip değildir.

Üstelik bu programları yayınlayan televizyon kanalları da muhteşem paralar kazanıyor.

Sunucu ile paylaşılan reklam gelirleri adeta uçuyor.

★★★

Genelde gündüz saatlerinde ve akşam üzeri yayınlanan bu programların kuralı çok basit.

Birtakım karışık işlere bulaştığı iddia edilen, haklarında ihbar gelen kimselere telefonla ulaşıp onları ekrana davet ediyorlar.

Davet edilenlere şu mesaj öncelikle veriliyor:

“Eğer İstanbul dışından gelecekseniz işin para boyutunu hiç düşünmeyin. Biz sizin hem yol paranızı karşılayacağız, hem de otelde bizim konuğumuz olacaksınız. Ama eğer gelmezseniz hakkınızda başkaları konuşacak ve zor durumda kalacaksınız. Biz sizin zor durumda kalmanızı istemiyoruz!”

Konuklar böylece ayarlanıp stüdyoya getiriliyor...

Ve ondan sonra iddialar ve suçlamalar bağırış çağırışlarla birlikte birbirini izliyor.

Canlı yayına birileri telefonla katılıyor, isimler veriyor ve suçlama zincirleri akıp gidiyor.

★★★

Stüdyoda çok saygıdeğer sunucu hanımefendiler var!

Kanalın paralı avukatları da geliyor. Onlar zaten programların demirbaşı!

Stüdyoya çağrılanların üzerine el birliği ile yürüyüp onları sunucu ile aynı doğrultuda sorgulamaya, hatta suçlamaya başlıyorlar.

Programa katılanlar, suçlananlar derseniz, onların tamamına yakını fakir fukara, gariban ve eğitimsiz kişilerden oluşuyor.

Ömürleri boyunca ekrana çıkmamışlar, medyada konu olmamışlar.

Suçlanıyorlar, korkuyorlar.

Bazılarının korkudan bacakları ve dudakları titriyor, bazıları ise son derece cazgır!

Karşılarında tamamen profesyonel bir ekip olduğunun farkında değiller.

O ekip programda “Sanıkları” sorguluyor, suçluyor, hem savcı, hem de hakim rolünü oynuyor.

★★★

Katılan kadınların çoğu örtülü...

Erkekler dahil pek çoğu ya kırsal kesimden, ya da büyük kentlerin varoşlarından...

Onları dinledikçe, kavgalarına ve karşılıklı suçlamalarına tanık oldukça düşünüyorum...

Aman Allah’ım, bu toplumun insanları demek ki bu kadar acınası bir düzeye düşmüşler.

Toplumda çok büyük bir yozlaşma olduğu hemen ortaya çıkıyor.

Gizli aşklar, ihanetler, dolandırma olayları, tecavüz, taciz, hırsızlık, cinayet, ne ararsanız var!

Çocuklar meşru mu, yoksa başka babadan mı!

Stüdyoda okunan DNA ve adli tıp raporları...

Ayılanlar bayılanlar, birbirinin üzerine yürüyenler...

Karşılıklı hakaret ve suçlamalar havada uçuşuyor.

Az da olsa bazen cinayetler ve adlî vakalar ortaya çıkıyor.

Polise haber veriliyor, zanlılar stüdyoya dolan polisler tarafından alınıp götürülüyor.

Ağlayanlar, ağlama numarası yapan sahtekârlar, yalancılar, üçkağıtçılar, ne arasanız o programlarda var.

★★★

Kanalların birinde önceki akşam izlediğim sahne korkunçtu. Çoluk çocuk sahibi iki elti, yani iki erkek kardeşin eşleri evlerini bırakıp bir yufkacıya kaçmışlar. Yaşamlarını artık yufkacıyla birlikte onun evinde sürdürüyorlar.

İkisi de örtülü.

Kadınlardan küçük olanı canlı yayında bir kentte, kanalın muhabiri tarafından yakalanmış, herkesin içinde sorguya çekiliyor. Sirk izler gibi!..

Yanlarına biriken işsiz kalabalık ise onları izliyor.

İnsanlık dışı görüntüler...

Zavallı kadın perişan durumda, konuşamıyor.

Rol falan yapmıyor... Her an bayılabilir, ya da ölebilir.

Bu acımasız sorgulamaya stüdyodaki ekip de katılıyor.

Amaçları kadıncağızın “Ben pişman oldum, evime dönüyorum” demesini sağlamak.

★★★

Sözünü ettiğim programların iki özelliği var:

İlki, yüksek reyting sağlayıp gelirlerini artırmak.

İkincisi ve daha önemlisi, programa çağrılan kişilerin tamamının fakir fukara, eğitimsiz, cahil, kırsal kesimlerden veya varoşlardan bulunup getirilmesi.

O programların herhangi birinde ben bugüne kadar eğitimli, varlıklı bir kimsenin sorgulandığına tanık olmadım!

Demek ki sözleri garibanlara geçiyor.

Yüksek sosyetede ve siyasette nice gizli ve sapık ilişkiler yaşanır ama onları görmezden gelirler!

“Sanıklar” ise hiç değişmez! Hepsi bağıra çağıra sorgulanır.

Reytingler yükselir, reklâm geliri artar!

Kendileri için çok güzel bir yol bulmuşlar.

Sevgili okurlarım, Osmanlı döneminin en saygın padişahlarından biri olan Kanuni Sultan Süleyman’ın 15. yüzyılda bir İtalyan ressam tarafından yapılan portresinin İngiltere’de birkaç gün sonra yapılacak açık arttırmada satılacağını 27 Mart 2021 tarihli yazımda belirtmiş ve şöyle demiştim:

“Bu tabloyu yabancılara kaptırmayalım. Bu konuda benim bir önerim var. Türkiye Cumhuriyeti olarak biz bu eseri de satın alıp kendi ulusal varlığımıza ekleyelim, müzelerimizde sergileyelim...

Çaresi basittir, onu da hemen söyleyeyim. Eğer devlette paralar suyunu çektiyse, bugüne kadar devletten siyasi torpille milyarlarca dolarlık avanta ihale koparan müteahhitlere iktidar küçük birer salma salsın.

Her biri belli bir miktar bağışlasın, sonra vergiden düşsün.

O paracıklar onların dişinin kovuğunu bile doldurmaz.

31 Mart günü İngiltere’de yapılacak açık arttırmaya girip alsınlar, sonra portreyi devlete bağışlasınlar.

Haydi yandaş müteahhitler, pamuk eller cebe...”

★★★

Açık arttırma dün yapıldı ve tablo 350 bin Sterlin artı vergilerle satıldı.

Yani bizim parayla yaklaşık 5 milyon lira.

Kimin aldığı bilinmiyor da, devlet bu kadarcık bir parayı bütçeden ödeyemez miydi?

Yandaş müteahhitlerden herhangi birine bu konuda bir adım attıramaz mıydı?

İki kesimden de tık yok.

Bu iktidarın sahte Osmanlıcılığı (!) işte bu kadardır.

İş paraya ve adam gibi bir padişah olan Kanuni’ye gelince dururlar ve umursamazlar.

Bizim müzelerimizi süslemesi gereken bir tablo şimdi yabancılara gitti.

Geçmiş olsun, gözleri aydın olsun!