SEVGİLİ okurlarım, geçmiş yıllarda Osmanlı’nın bir Suriye gerçeği vardı.

Suriye bizim önemli vilayetlerimizden birisi idi.

Osmanlı’yı yöneten İttihat Terakki’nin güçlü kadrolarının önderlerinden olan Cemal Paşa Suriye’ye vali olarak atanmıştı.

(Diğer iki önder Enver Paşa ve Talat Paşa.)

Cemal Paşa’nın unvanı ilginçti:

Bahriye Vekili (Denizcilik Bakanı) ve 4. Ordu Komutanı...

★★★

Birinci Dünya Savaşı böyle geçti.

Cemal Paşa Suriye’de astığı astık kestiği kestik bir komutan olmuştu. Özellikle Arap milliyetçilerinin korkulu rüyası haline geldi.

Hiç kimsenin gözünün yaşına bakmıyor, özellikle kendi emrindeki harp divanları tarafından verilen idam cezalarını hiç durmadan uyguluyordu.

Suriye uzun yıllar bu Osmanlı komutanından soruldu.

Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıktık ve Suriye elimizden kayıp gitti.

Komutanlık elden çıkınca boşta kalan Cemal Paşa Tiflis’te uğradığı bir suikastta öldürüldü.

Ermeniler ya da Rus gizli servisi tarafından öldürüldüğü iddia edildi ama katilleri hiçbir zaman bulunamadı.

Oysa tehcir olayları sonrasında Suriye’ye göç ettirilen Ermenilere sahip çıkmış, onları devletin parasıyla beslemişti.

★★★

Şimdi son yıllara gelelim...

AKP iktidarıyla birlikte ortaya birtakım ‘feryatlar’ çıktı!..

“Suriye bizim vilayetimizdir. Esad’ı devirip Suriye’yi işgal edelim. Cuma namazlarımızı artık Şam’daki Emeviye Camisinde kılalım.”

Recep Bey’in ilk fikri ise başka idi.

Esad ve dolayısıyla Suriye yönetimi ile dost olup Türkiye ile dostluk bağlarını kuracaktı!

İkisi adeta kanka olmuştu.

Esad eşiyle birlikte Türkiye’ye davet edildi.

Sonra bizimki yine eşiyle birlikte Şam’ı ziyaret etti.

Aile boyu kucaklaştılar, nutuklar attılar...

Recep Bey miting meydanlarında haykırıp duruyordu!

“Esad kardeşimle dost olduk, fena mı ettik? Bu dostluktan hem kardeş Suriye halkı yararlandı hem de biz. Vizeler kaldırıldı, ticaretimiz artmadı mı...”

AKP iktidarının foyaları henüz ortaya çıkmamıştı.

Onu meydanlarda dinleyen kalabalıklar “Eveeet” diye haykırıyordu!

★★★

Günün birinde ABD’den Ankara’ya bir talimat geldi:

“Biz Esad’ı devirmeye karar verdik. Sizin de bu çabamıza destek olmanız gerekiyor.”

Ve 2010’lu yıllardan itibaren biz de ‘Esad’ın düşmanı” olduk.

Hiç kimse inkar etmeye kalkışmasın, bu gerçek günümüzde de aynen sürüp gidiyor.

İktidar yalakası medya yıllardan beri Esad’a hiç durmadan sövüyor.

AKP iktidarı da aynen öyle.

Adamı söverek ve tehditler yağdırarak lime lime ettiler.

O kadar ki, adamın ismini bile kendi kendilerine değiştirdiler, Esad’ı “Esed” yaptılar!

★★★

Peki ama yıllardan beri gözlerimizin önünde gerçekleşen bu keskin düşmanlığın nedeni neydi?

Esad Türkiye’ye düşmanlık mı sergilemişti?

Terör mü ihraç etmişti?

Neydi, neydi?

Bilen var mı, anlayan var mı?

★★★

Madalyonun öbür tarafına baktığımızda ise karşımıza acı bir gerçek (!) çıkıyor...

Yıllar geçti ama Esad yerinde duruyor.

Fakat biz başımıza öyle bir bela açtık ki inanılır gibi değil.

Milyonlarca Suriyeli sığınmacı bu süreçte akın akın Türkiye’ye gelip başımıza bela oldu.

Kaç kişi olduklarını bizim devlet ve hükümet dahil bilen yok!

Acınacak durumlara düştük, kendi ayağımıza kurşun sıkmaktan daha beter olduk.

İşin kötüsü ne yapacağımızı da bilmiyoruz. AKP iktidarı onları bizim paramızla yıllardır besliyor.

★★★

Recep Tayyip Beyefendinin aklı şimdi başına gelmiş olmalı ki, artık açıktan konuşmaya başladı:

“Esed’i bugün yarın Türkiye’ye çağıracağım. Suriye bizim dostumuzdur. Egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygımız vardır. Çağrımı kendisine en kısa zamanda ileteceğim.”

Ya gelmezse, ya “Sen yaptıkların için önce bizden özür dile, askerini bizim topraklarımızdan çek” derse ne olacak?

★★★

Sevgili okurlarım, Türkçemizde çok güzel bir atasözü vardır:

Bükemediğin eli öp!

Peki, öpmezsen ne olur?

Birileri öptürüverir.

Şimdi işte bu durumdayız...

Bükemediğimiz eli şimdi başta Esad olmak üzere başkaları öptürecek.

Yazıklar olsun.

Bakalım tiyatronun devamı nasıl gelecek!