Son  yılların en büyük medya kavgası


Magazin dehası Can Tanrıyar birkaç ay önce bir web dizi yayınlamaya başladı. Turgay, Dido, Türker, Bahar ve Telekız Demet gibi karakterlerden oluşan “Bahar Havası” adlı dizi sadece üç bölüm gösterildi ve yok oldu.
“Bahar Havası” tam da yapımcı Türker İnan-oğlu’nun Petek Dinçöz’e dizi çekmesine denk geldi. Dinçöz’ün oynadığı dizi başarısız olup yayından kalkınca “Bahar Havası”na da gerek kalmadı.
İki dizi arasındaki paralellikleri, tesadüfü biraz daha açmam gerek: Petek Dinçöz, Can Tanrıyar’ın eski eşi. Dinçöz’ün dizisini yayınlayan Show TV o sırada Turgay Ciner’indi. Ciner hâlâ Hüsamettin Özkan’ın kızı Didem’le evli. 17 Aralık sürecinde bilinmeyen bir kaynaktan sızdırılan telefon konuşmaları Turgay Ciner’i de vurmuş, spiker Bahar Feyzan’la özel bir konuşması sızdırılmıştı.
Türk basınında herhalde “Bahar Havası” kadar çekinmeden özel hayata vuran, kişisel bir meseleyi bu düzeye çeken bir hesaplaşma görülmedi.
Bir süredir Acun Ilıcalı’yla Turgay Ciner arasında patlak veren kavgayı takip ederken ister istemez bu dizinin meşruiyetini düşünüyorum. Can Tanrıyar nasıl belaltından saldırdıysa Ciner’e, şimdi aynı muameleyi bu sefer Acun Ilıcalı görüyor. Turgay Ciner’in medya kuruluşları vurdukça vuruyor.
İronik olan şu: Habertürk’te düzenli olarak Acun’un evlilik dışı ilişkisi ya da programında yaşanan bir hadiseye dair çıkan haberler doğru olduğu için önüne geçilemiyor. Tayyip Erdoğan gibi her önüne geleni mahkemeye veriyor Acun, sonuç alamıyor.
Acun Ilıcalı’nın özel hayatı tabii ki haber yapılmalı ama Habertürk’ün motivasyonu farklı.
Durup durup vurmaya başladılar çünkü Show TV’den “Bu Tarz Benim” programını TV8’e transfer etti. Halbuki bunu engellemenin yolu cimrilik yapmayıp programın yapımcılarına daha fazla para verip kalmalarını sağlamaktı.
Acun Ilıcalı’nın davalarla susturmak istediği gazetecilerden biriyim. Ama işte özgür gazeteciliğe bugün onun da ihtiyacı var. Kaldı ki benim için Ilıcalı’nın her önüne geleni mahkemeye verme huyundan daha tehlikelisi Türkiye’nin en büyük medya patronlarından birinin, Turgay Ciner’in, işine gelmeyen insanları hedef alarak medya kuruluşlarını kullanması.
Habertürk kısa süre önce Show TV’nin satışını protokole dayanarak engelleyen kanalın ilk sahibi Erol Aksoy’u 10 gün arka arkaya “Bu adam neden hapse girmiyor” diye tam sayfa ve manşet haberlerle hedefe gösterdi. Hatta yayınladığı bir belgede Aksoy’un ev adresini de karartmadan verdi.
Yıllar önce medya savaşlarının ortasında Nükhet Duru’nun adını karıştırarak tamamen yalan bir haberle belaltı çalışan da Ciner’in o dönem sahibi olduğu Sabah gazetesiydi.
Korkum, tetikçiliğin ve şahsi saldırıların alışkanlığa dönüşmeye başlaması.
Turgay Ciner’in aşağı yukarı nasıl bir medya patronu olduğu etrafında tuttuğu gazetecilerden belli. Zamanında Yiğit Bulut’u paraya bağlayıp her gün ekrandan ona buna küfrettiren Ciner’di. Alo Fatih skandalı da umarım unutulmamıştır. Nasıl bir işadamı olduğunu da eskiden Fatih Altaylı çok güzel yazardı Hürriyet’te.
Hedef gösterme ve tetikçilik Uzanlar döneminde doruğa çıkmışsa da Uzanlar’la beraber tarihe gömüldüğünü umduğum kirli bir eski medya alışkanlığıydı. Bakıyorum etrafa, bu tehlikeli gidişe dair hiç itiraz yükselmiyor. Ya “Yiyin birbirinizi” diye kimse bulaşmıyor, ya da iki güçlü figürün arasında taraf tutmaktan çekinilir: Hükümet-Cemaat kavgası gibi sonuçta...
Ama hayır... Türk basınında kişisel nedenlerle belaltı saldırmanın, hedef göstermenin, Uzanlar tarzı tetikçiliğin bütün korkulara rağmen son bulması gerekiyor. Bununla mücadele etmeliyiz. Gerekirse Habertürk tarafından hedef konma bedelini ödeyerek.
İlk taşı bu yüzden ben atıyorum.

Melih Gökçek’i de ilgilendiriyor


Ahmet Hakan’a kötü bir haberim var
Ahmet Hakan’ın nasıl bir çikolatalı fındık ezmesi bağımlısı olduğunu biliyorum. O yüzden şekersiz Sarelle’den duyduğu heyecanı tahmin ediyorum. Ayrıca hayatı boyunca herhalde hiç hesap ödemeden masadan kalkmayan bir adam bir kavanoza reklam yapacak ucuzlukta da değildir. Ama bir kavanoz da Melih Gökçek’e gönderdiği şekersiz Sarelle’yle ilgili kötü bir haberim var: O elinde tuttuğu kavanoz hiç de masum değil. Sarelle, bildiğimiz şeker yerine izomalt adlı bir tatlandırıcı kullanıyor. 80’lerde Almanya’da üretilen ve pancardan yapılan bu sahte şeker gerçeğine oranla daha az glukoz içeriyor ve daha sağlıklıymış gibi bir algı uyandırıyor. Oysa hiç de öyle değil.
Gıda üzerine yazılarıyla tanınan aşçı Defne Koryürek’e İzomalt’ı sordum ve “Endindiğim tüm bilgi geçmişte benzer şeker muadilleri ile ilgili kanaatimi besledi: Şeker katman gerekiyorsa bildiğin şekeri kat. Ama, şekeri meyveden dahi alsan tehlikeli.”
İzomalt’ın ayrıca yan etkileri de var: Normal şekeri çok yüksek dozda tüketmek ishale yol açarken, işlenme şeklinden dolayı çok daha az miktarda izomalt buna yol açabiliyor. Azıcık tüketildiğinde bile gaz yapıyor, midede şişme sağlıyor.  Tıp uzmanları yetişkinlerin günde en fazla 50 gr İzomalt tüketmesini öneriyorlar. 100 gramlık şekersiz Sarelle’de 45.5 gram İzomalt var.
Son yıllarda özellikle temiz gıda tüketme meraklıları mısır şurubu, sukraloz gibi sahte şekerlerden uzak duruyor  ve pazar da buna uygun ürünlerle doluyor. Coca Cola bile ‘gerçek şekerli’ meşrubat üretti, reklamını yapıyor. Bal, stevia, agave, Hindistan cevizi şekeri gibi alternatifler daha çok kabul görüyor, laboratuvarda üretilen kimyasallar değil.
“İzomalt da durumu değiştirmiyor, şeker her koşulda tehlikeli bir ürünken tehlikelerini azalttığı iddiasıyla tatlı tüketimini ve dolayısıyla yemek alışkanlığını (bağımlılığı) sürdürmeye imkan sağlıyor” diye ekliyor Koryürek.
Ahmet Hakan hemen elindeki kavanozu bıraksın. Melih Gökçek istediği kadar yiyebilir.
Not: Farklı ülkelerde üretilen ve satılan ‘aynı’ Nutella’nın tadının farklı olduğuna dair bir efsane var, tıpkı Coca Cola gibi. Washington Post bu konuda bir ‘araştırma’ yayınlamıştı: http://goo.gl/y29fCa

Bir sergi bir albüm


Sanatta siyahların eksiği
Biraz da sanat, diye klişe girişle perşembe akşamı Brooklyn Müzesi’nde gezdiğim Kehinde Wiley’nin “A New Republic” sergisinden söz edeyim.
Wiley, sanat tarihinde Afrikalıların ve Afrika kökenli Amerikalıların eksiğini kapatmak üzere tarihin belli devirlerine ait sanat akımlarına siyah gençleri yerleştirerek yeniden çizmiş. 19. Yüzyılda Fransız heykeltıraşların yaptığı büstleri siyah gençlerle yeniden yaratmış. Bizans’a ait dini tabloların yerini hip-hop kültüründen esinlenen dövmeli gençler almış.
En çarpıcı tablolardan biri genç bir siyah gencin karakolda çekilen fotoğrafının yeniden çizilmesi. Televizyon gazetecisi Toure “Acaba polisler de bu genci tıpkı bu tablodaki gibi umut vaat eden, masum, iyi bir olarak görseler bir şeyler değişir mi” diye yazmış.
Wiley’nin sergisini aslında Amerika’nın içinde bulunduğu kültürel iklimle birlikte değerlendirmek gerek.
Martin Luther King’in Selma yürüyüşünün 50. yıldönümünde ırk meselesinde çok ileride değil ABD. Trayvon Martin’in öldürülmesi, Ferguson’daki olaylar, Staten Island’da polisin işlediği cinayet...

Kendrick Lamar isyan ediyor


Bu yılın en çok tartışılan ve şimdiden hip-hop tarihine girdiğine kesin gözle bakılan “To Pimp a Butterfly” albümünde de Kendrick Lamar siyah olmayı, ötekileştirilmeyi ve stereotipleri öfkeyle ele alıyor: “Bir şeyi anlamınızı istiyorum, ben gururlu bir maymunum!” şarkı sözlerinden en sakini.
Bu gibi nüansları Amerika’da, özellikle de Brooklyn’de yaşayınca fark etmek daha mümkün tabii ki. Sonuçta gündelik hayatın bir parçası ve binlerce kilometre ötedeki Türkiye’de ne kadar anlaşılıyor, bilmiyorum. Ama kimlik ve ötekileştirme üzerine çalışmalara illa konunun öznesi bağlamında bakmak gerekmiyor, genel olarak ötekilik büyütecinden değerlendirilebilir.
İnternet’ten Wiley’nin tablolarına bakmanızı şiddetle tavsiye ederim. Sırt çantaları, Timberland botlar, siyahların sıklıkla kullandığı örgü (braids) ya da dalgalı (wave) saçlar ve bu detaylarla siyah adamı sanat tarihine yerleştirmek.
Bu resimleri incelerken bir de Kendrick Lamar’ın albümünü bangır bangır dinleyin.

Hürriyet neden uyarıldı?


Örgütün reklamı yapılır mı?
Yandaş medyanın, hükümetin, uyduruk haber sitelerinin haber göstermesi önemli değil.. Benim asıl meselem Doğan Yayın İlkeleri Kurulu’nun Hürriyet’e yaptığı uyarı...
Bir türlü ikna olmuyorum. Açıkçası, bunu meslek büyüklerimle tartışmak isterim...
Hürriyet uyarıldı çünkü iç sayfalarda örgütün logosunu gösteren fotoğraf kullanmış; dolaylı yoldan örgütün reklamına aracılık yaptıklarını düşünerek.
Bu Türkiye’nin “Anadolu’dan Görünüm” yıllarından kalma bir eski alışkanlık. Yok sayarak gerçekten yok olduğunu düşünmek.
Oysa o logo ve örgütün ismi bir gün sonraki Hürriyet’in baskısına kadar gazetenin tirajının çok üstündeki isimlerce zaten görülmüştü.
İŞİD’in eylemlerinde İŞİD’in adını, bayrağını kullanmasanız ne olur. Örgüt teknolojiyi en iyi kullananlardan biri; üye bulma videolarının profesyonelliği yeter. Sadece Twitter’da 25 binin üstünde İŞİD hesabı var.
Etik Konseyi buna karşılık “İstediğine ulaşsın, biz terörün propagandasını yapmayız, reklam yapmayız” diyebilir.
Oysa o zaman da eksik habercilik yapılıyor: Çoğu zaman örgüt logoları ve bayrakları örgütün karakteri ve kimliğiyle ilgili birçok şifre barındırıyor; İŞİD bayrağı gibi.

İletişim: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @orayegin.