Mayıs 2023 seçimlerinin ve ekonomi politikalarındaki U dönüşünün üzerinden tam bir yıl geçti. Merkez Bankası (TCMB) politika faizinin yüzde 8,5'ten yüzde 50'ye yükseltildiği sürecin sonunda beklenen yabancı sıcak para girişleri, 31 Mart seçimlerinin ardından nihayet başlamış görünüyor.

Gelişmiş ülke para birimleri ile Türk lirası arasındaki büyük faiz farkı, "carry trade" olarak adlandırılan sıcak para akımlarının Türkiye'ye ilgisini artırdı. Kurun yatay seyrettiği dönemde yüzde 50'lerdeki TL faizler, tabii ki yabancıların ve "yerlilerin" ilgisini çekiyor.

Ekonomi politikalarında bir U dönüşüne daha imza atılmayacağı ve TL'de reel değerlenme sağlanacağı taahhüdünün verilmesiyle seçim sonrasında 29 Mart-17 Mayıs arası dönemde yabancılar swap (para takası) kanalından 18,3 milyar dolarlık, tahvil ve hisse senedi kanallarından da 6,2 milyar dolarlık net girişe imza attı. 

29 Mart ile 24 Mayıs arasındaki dönemde yabancı para mevduatın 14 milyar dolar azalırken yabancı para kredilerin de 15 milyar dolar arttı. Yani 'yerliler' de dövizden TL'ye dönüş eğiliminde oldu. 

Bu sayede TCMB'nin swap hariç net rezervi 29 Mart-17 Mayıs döneminde toplamda 50,7 milyar dolar arttı. Geçen hafta da 9 milyar dolarlık artış olduğu ve uzun süredir negatif bölgede olan swap hariç net rezervin bu haftaki gelişmelerle birlikte pozitif bölgeye yaklaştığı tahmin ediliyor.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in liderliğindeki ekonomi yönetiminin imza attığı mevcut politika setinin kazananları ve kaybedenleri kimler? Sıcak para akımlarının riskleri ne?

İktisatçı Doç. Dr. Ümit Akçay sorularımızı yanıtladı.

Son dönemde Türkiye'ye swap ve tahvil kanallarından hızlı bir sıcak para girişi oldu. Bu da rezervlerde artış ve döviz kurlarında yatay seyri beraberinde getirmiş görünüyor. "Ne güzel işte, işler yoluna girdi" denebilir mi? Kazananlar ve kaybedenler kimler?

Yaklaşık bir yıl önce 2023 seçimleri sonrasında Mehmet Şimşek Hazine ve Maliye Bakanı olarak atandığında, temel görevi ülkeyi bir ödemeler dengesi krizi riskinden kurtarmak idi. Bir yıl sonra ekonomi yönetiminin bu amaca ulaştığını görüyoruz. Bunun gerisinde basit bir açıklama var: Artan faizler nedeniyle Türkiye dünyada en yüksek getiri vaat eden ülkeler arasında girdi. 

Bu sürecin kazananları ve kaybedenlerini anlayabilmek için, ekonomi yönetiminin enflasyonla mücadele için takip ettiği programın iki temel özelliğine bakmak gerek. Bunlardan ilki reel ücretlerin bastırılması, ikincisi de TL’nin reel olarak değerlenmesi. 

İlki halkın genelini ilgilendiriyor, kaybeden dar gelirliler, özellikle de asgari ücretliler ve emeklilerdir diyebiliriz. Enflasyonu düşürmenin maliyet bu kesimlere yüklenmiştir. İkinci olarak, TL’nin değerlenmesi stratejisi ile ortaya çıkan bir çeşit ‘örtülü kur garantisi’ ile TL varlıklarına yatırım yapan yabancı ve yerli büyük sermaye kesimlerini görüyoruz, bunlar da Şimşek programının kazananları arasında.

Doç. Dr. Ümit Akçay (Fotoğraf: Arda Funda)

Sıcak para akımları hangi şartlarda geri dönüşe geçebilir? Mevcut sıcak para akışının riskleri var mı?

Sıcak para girişlerinin, dışarıya yapılan ‘servet transferini’ saymazsak, kötü yanı şu: Sermaye girişlerinin değerlendirdiği TL sayesinde enflasyon bir süreliğine kontrol altına alınabiliyor. Ancak bu süreçte tipik olarak görülen, ithalatın ucuzlaşması nedeniyle cari açığın ve dış borcun artması. Sıcak para girişleri yeteri kadar uzun sürerse, ki hatırlayalım, bazı kesintiler haricinde 2002-2013 arasında sürdü, ekonomik büyüme sermaye girişlerine bağımlı hale geliyor. 

Bunun literatürde bilinen üç temel sonucu var: Yerli sanayi ve tarımsal üretimin erozyona uğraması, yani erken sanayisizleşme, yüksek işsizlik ve yüksek cari açık. Yüksek faiz politikası herhangi bir nedenle sürdürülemediğinde, büyük bir iştahla gelen sermaye aynı hızla dışarı çıkıyor ve TL’nin çöküşünü getiriyor. Risk bu. Literatürde ‘bağımlı finansallaşma’ olarak adlandırılan bu durum; yani 1989 sonrasında sermaye hareketlerinin serbestleşmesi ile Türkiye ekonomisinin yaşadığı temel kısırdöngü bu. 

Mevcut yüksek faiz politikası ve yatay seyreden kur, sermaye kesimleri arasında çıkar çatışmasına neden olur mu ya da çekişmeleri artırır mı? 

Elbette bu politikadan tüm sermaye kesimleri aynı derece faydalanmıyor. Hatta doğrudan zarar görenler de var. Türkiye’de sermayenin güncel olarak farklılaşan çıkarlarına sektörel açıdan bakıldığında, döviz biçiminde sermayeye erişimi olan ‘yerleşmiş büyük sermaye grupları’ ile diğer sermaye grupları arasında büyük farkların olduğunu görebiliriz.

İlk kategorideler, yabancı sermaye ile birlikte bu ‘sıcak para partisinden’ yararlanabilirken; ikinci kategori, yani sadece TL ile borçlanabilen sermaye kesimleri için artan faizler maliyetlerin artması anlamına geliyor. Benzer şekilde, ihracatçılar, özellikle de emek yoğun sektörlerde faaliyet gösteren küçük ölçekli ve verimlilik yerine TL’nin değersizleşmesiyle rekabetçilik sağlayabilen kesimler için alarm zilleri çalmaya başlayacak. İhracata konu olmayan bir sektör olmasına rağmen iç talebin daralması ve yüksek faizler nedeniyle inşaatçıları da bu süreçten olumsuz etkilenenler arasında sayabiliriz. Bu kesimleri bir araya getirdiğimizde, istihdamın önemli bir kısmını tutan sektörler olduğunu görürüz.

Ancak bu kesimlerin henüz Şimşek programına itiraz edebilecek bir güç biriktirdiğini sanmıyorum. Geçtiğimiz aylarda bunun bir örneğini gördük. Hatırlarsanız AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Ekonomi İşleri Başkanı Nihat Zeybekçi’nin İstanbul Sanayi Odası’nda yaptığı Şimşek’i eleştiren açıklamalar önce sosyal medyaya yansımıştı. Zeybekçi "sadece talebi azaltarak enflasyonu düşürmek mümkün değil” diyordu. Ancak sonradan bunlar kaldırıldı. Önümüzdeki dönemde bu tip gelişmelerin yaşandığını görebiliriz, ancak şimdilik Şimşek koordinasyonundaki ekonomi yönetiminin sürece hakim olduğu görülüyor.