Türkiye inanılmaz tehlikeli günler yaşıyor yine ve öyle görünüyor ki bunların daha devamı var. Demokratik bir ülkede olması imkansız şeyleri artık neredeyse her hafta, bu kadar da olmaz dediklerimizi her gün yaşıyoruz. AKP hiçbir hukuksuzluktan çekinmeden, susturmak istediği muhaliflere çeşitli taktikler uyguluyor ve son süreçte bunun dozunu, bugüne kadar hiç olmayan seviyelere yükseltti. AKP’nin içinde kafası sadece muhalif sesleri susturmaya çalışan çok tehlikeli bir ekip var. Bu ekip, muhalifler hakkında, sadece devletin ilgili birimlerinin erişim yetkisi olanlar dahil her tür istihbaratı biriktirip, kullanabilecekleri bilgiler üzerinden komplolar üreterek, yüzde 80’e eriştirdikleri yandaş ve kontrol altındaki medyaları aracılığıyla çok kanallı yürüttükleri algı yönetimi operasyonlarıyla, kamuoyunu bir sonraki adımda ulaşmak istedikleri hedefe hazırlıyor. Uygun zamanı yakaladıkları anda da düğmeye basıyorlar ve bütün güçleriyle saldırıyorlar...
Hükümet bu saldırganlık politikasıyla, her şeyden önce biz hala çok güçlüyüz ve istediğimiz herkese dokunuruz mesajı veriyor. Göz göre göre bu kadar hukuksuzluk ve haksızlıktan rahatsızlık duyan kendi kitlesi içindekilerin çözülmesini önlemek için hep güçlüyü, egemeni, hakimi oynuyor. Oysa AKP teşkilatının büyük çoğunluğu büyük bir korku içinde, artan zalimliklerinin ve hukuksuzluklarının sebebi bu. Korkularını şiddetle, zulümle ve acımasızlıklarıyla bastırıyorlar...

*  *  *

24 Ekim’de, 5 Ekim’de katıldığım bir TV programında kullandığım, AKP hükümetleri tarafından, Devlet’in bilgisi dışında Yunanistan’a 17 adamızın terk edilmesi süreci için ilerideki olası hukuki süreci anlatırken, Başbakan, Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı olarak kullandığım ifademden, yetkili makamları ve dolayısıyla sorumlulukları işaret ettiğim halde, Basın Savcısı Cumhurbaşkanı’na tehdit ve hakaretten tutuklanmam talebiyle mahkemeye sevk etti. Konuşmanın hiçbir yerinde Tayyip Erdoğan’ın adı geçmediği halde, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaret ve tehdit görerek beni tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk eden savcı, Cumhuriyet Gazetesi’ne; FETÖ ve PKK terör örgütlerine üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işledikleri gerekçesiyle operasyon yaptıran ve gazetenin yöneticilerini tutuklatan savcıyla aynı kişi. Bir de ortaya çıktı ki, bu savcının FETÖ’cülükten hala yargılanması devam ediyormuş. Bu savcının, Tayyip Erdoğan’ın avukatının hakkımdaki iddianamesinde geçmediği halde, “devran değişecek” lafıma, FETÖ’cü ağzı diyerek tutuklama istemesine nasıl yorum yapmak lazım bilmiyorum. Hepimizin her gün kullandığı bu ifadeyi kanıt olarak görüp, 2 ile 5 yıl arasında isteyebileceği cezayı en üst sınırdan isteyip 5 yıl tutuklanmamı talep ederek yolluyor. Allah’tan mahkeme bu konuda duyarlı davrandı da, telafisi mümkün olmayacak bir mağduriyet yaşamadan, en azından tutuksuz yargılanıyorum şimdi. Cumhuriyet Gazetesi ve yöneticileri ne yazık ki benim kadar şanslı olamadı...
Türkiye’de yargılama, uzun zamandır suçlu ile suçsuzu birbirinden ayırmaya değil, hükümetin hedefindeki kişi ve kurumları baskı altına alma ve tasfiye etme amacına hizmet ediyor. Kıyamet günü kurulacak adalet terazisinde hiç kimseye haksızlık edilmeyeceğini ve hardal tanesi kadar bir işin bile karşılığının verileceğini söyleyen bir dinin mensuplarının bu kadar haksızlığı, hukuksuzluğu işleyip hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam etmelerini açıkçası aklım almıyor...

*  *  *

Hemen aynı günlerde, HDP milletvekillerine yapılan operasyon ve tutuklama kararı gerekçesiyle, sosyal medyanın tümden kapatılması ve bunu günlerce sürdürmek 2016’nın dünyasında sadece diktatörlük olarak yorumlanabilir. Ocak 2016 rakamlarına göre, Türkiye’deki sosyal medya kullanıcıları oranı yüzde 53 ve küresel sıralamada 12. sırada yer alıyoruz. Mobil internet trafiğindeki payı göz önüne alındığında, Türkiye yüzde 46 ile 9. sırada yer alıyor. Türkiye’de 42 milyon yurttaş sosyal medyayı kullanıyor, bunların 36 milyonu cep telefonlarıyla her an sosyal medyaya erişebiliyor. Yani ülkenin yarısından fazlası her an sosyal medya aracılığıyla, eşiyle, dostuyla, medyayla, dünyayla, bilimle, sporla, kültürle, sanatla, ekonomiyle her şeyle etkileşim içinde. AKP’nin her olay sonrasında sosyal medyayı karartmasının ve ülke nüfusunun yarısından fazlasının iletişim kanallarını kapatmasının hiçbir demokratik açıklaması olamaz. AKP, her tartışmalı kararında ve uygulamasında, Türkiye’yi karartarak ve bilgi kanallarını kapatarak, sadece muhalif seslerin birlikte mücadele edebilmesini önlemekle kalmıyor, çok önemli bir insan hakkı ihlalini de bütün Türkiye’ye dayatıyor. Başbakan Binali Yıldırım buna güvenlik gerekçesi diyor ama olan dünyadan, hayattan ve her şeyden kopartılan, işinden, gücünden, sevdiklerine erişimden zarara uğrayan sıradan yurttaşa oluyor...
Dünya devleri şirketler Türkiye’yi artık yatırım yapmak için çok riskli görüyorlar ve bizi bizle baş başa bırakarak ülkeden peş peşe çekiliyorlar. Ülkenin artık geri dönüşü mümkün olmayan kritik seviyeye yaklaştığını görüyorlar ve frene hiç dokunamadan saatte 200 km’yle duvara vuracak aracın içinde bizle birlikte çarpmak istemiyorlar. Türkiye’nin jeopolitik konumundan ve çok kültürlü nüfusundan dolayı sahip olduğu üstün nitelikler ve sunduğu harika fırsatlar, artık alarm seviyesine yükselmiş, tek adam diktatörlüğüne savrulan anti demokratik sistem nedeniyle göze alınmaması gereken bir risk olarak görülüyor, ülkemizden kaçıyorlar...
Türkiye, kandırıldım, aldatıldım, yanıldım diyen sorumlu ama sorumluluk almayan siyasilerin suçlarını ve suç ortaklıklarını görmeyip, zulümlerine sessiz kalmaya devam ettiği sürece, sadece yaşayacağı zulmü artıracaktır...