Kişisel yapı değişikliklerinin ruhsal ve zihinsel nedenlerle olumsuzluklar sergilediği günümüzde toplumsal yaşamın aldığı yaralar üzüntü vermektedir. Tutkular, bağımlılıklar, eğilimler ve kimi zayıflıklarla yaşanan olumsuzluklar “insan” kavramı ve değeri üzerindeki yetersizliklerden kaynaklanmaktadır. Siyasal alanda yücelten atılımlar yerine “yıkım” sayılacak aykırılıkların izlenmesi kendimizi ve birbirimizi tanımamaktan kaynaklanan boşluklardandır.
Okurlarımızdan Siyasal Bilgiler Fakültesi önceki Türkçe okutmanlarından Sayın Meral Akıncı Ağabeyoğlu’nun konuya değinen görüşlerini içeren gönderisini okurlarımızla paylaşmayı günümüzün sorunları yönünden yararlı buluyoruz. Kimi yapay ayrımların geçerli ve önemli sayıldığı ortamda ilgi çekeceğine inanıyoruz:

“HİYERARŞİ VE ONUR

İnsanın en merak etmediği şeyin “insan” olduğunu düşünürüm zaman zaman. İnsanların genelinin “insan”ı tanımlayamadığını, çünkü zaten tanımadığını düşünürüm. Tanımıyorsak, tanımlayamayız ki! Bu yönde bir genel merak izine de ömrümce rastlamadım.
Dünyadaki ve en çok da ülkemdeki olayların akışını izlerken kafam, sürekli “ONUR” kavramına takıldığı için bunları düşündüm. Hemen her çağda ve her yerde, öylesine gözden - gönülden ırak tutulmuş olmalı ki “onur”; o yüzdendir sanırım insanlık tarihinin sayfalarının onursuzluk resimleriyle tıka basa dolu olması. Acaba öğretilemeyen, yalnızca hissedebilenlere özgü bir değer midir? O yüzden mi her “değer” gibi enderdir?.. Her birimizin varlık değerinin ve varlık onurunun bilincinde olsaydık, insanlığa HİZMET etmenin, İŞ ÜRETMENİN adını “YÖNETMEK” diye koymazdık örneğin. Bir ‘şehvet’ eksik olurdu hayatımızdan. Birey için, toplum için ÇALIŞMANIN adını “HÜKMETMEK” diye koymak ilkelliğine düşmezdik örneğin. Bu şehvetin düşkünleri yeşermezdi dünyamızda o zaman. Yani sürüleşmezdik. Kula kulluk sendromu, mazoşist renklere bulanmış bir uğursuz sis gibi çökmezdi insan değerlerinin üzerine. Ruhlarımız yamulmazdı.
Başının üstüne başka baş (“Allah başımızdan eksik etmesin” misâli), adımının önüne başka adım kondurmayı kendine yedirebilmesiyle başlamış olsa gerek, insanın, kendini kendi eliyle kaybetme sürecinin ortam bulması. “Özne olmak da neyin nesi?” deyip, nesneliğini -yine- şehvetle kucaklaması... Aynı evi paylaşan ev arkadaşları, İŞBÖLÜMÜ yaparak ortam yaşamı, PAYLAŞMA yoluyla sürdürebilirken iki kişilik aileye bile birini (kimi?) “reis” tâyin etmek kişiliksizliğini içine sindirmesi.
“Hiyerarşi” diye bir îcat çıkaran ve bunu kemikleştiren, günlük yaşam alanlarına dek bunun algısını yansıtan beyin, insanın varlık değerini ve onurunu keşfedememiş beyindir. Bu beynin ürünü rağbet gördüğü içindir ki dünya “Fareli Köy”ler ve “Kavalcı”larla dolu.
Koyunlar, içlerinden birini öne koymayıp, hep birlikte yan yana yürüselerdi, yine de aynı saniyede hep birlikte atlarlar mıydı dersiniz, uçurumdan?..
İnsan bilimciler ve toplum bilimciler, günümüzde hükmünü hâlâ sürdürüp duran birçok yaşam formatının kökenini ilk toplumlara dayandırıyor. Neden-sonuç ilişkilerini, oralardan buralara dek zincir gibi örünce, günümüzün her acıklı manzarası âdetâ bilimsel bir meşrûiyet kazanmış oluyor. Ve 21. Yüzyıl dünyamızın bile hâlâ, mağara adamının gerekçeleri üzerine kurulu olması gibi acı bir gerçekliğe mahkûm edilerek yaşıyoruz. Sonucunda da, kendi üzerinde tepinmeyi seven bir insanlık filmi izliyoruz.
Geçmişten günümüze insanın “hangi başa kuyruk olsam” arayışının kırıntısı kadar kendini aramaya, kendini oluşturmaya yönelmediğini, bu yaşamsal gerçeğin üzerine de hiç gidilmediğini görüyorum.
Aynı dâvâya hizmet eden, aynı işi yapan insanları, televizyon ekranlarında TEK KİŞİNİN ARDI SIRA yürürlerken görmek istemiyorum. Gözlerim acıyor.

YAN YANA OLMAK NİYE KÖTÜ?..”

Bu içtenlikli görüşlerin halk oylaması yoluyla halkın “İki başlılığa son, prangadan kurtulma” yanıltmalarıyla diktaya çağrıldığı günümüzde yararlı olacağını umuyoruz. Toplumun ırasını (karakterini) değiştirecek müfredat programı değişikliği, iktidarın reklâm tahtasına dönen medyanın çirkinlikleri, halk oylaması için eşit yarın ilkesinin değiştirilmesi, siyasal yalancıların ve amigoların artması, utandırıcı tartışmalarla yakışıksız tutumların birbirine eklenmesi, tehdit ve saldırıların büyümesi karşısında hepimize yurttaşlık bilinciyle sorumluluk özeni düşüyor. Yeterli inceleme yapılmadığı için tepkiler karşısında Başbakanın “Yanlışlık varsa düzeltilecek” dediği üniversite kıyımı ne durumlara düşüldüğünün güncel kanıtıdır.