Vahyin indiği Mekke halkının topluluk dokusunu şöyle bir hatırlayalım: Putperestlik hâkim, Kâbe putlarla dolu, ziyaret ve ticaret merkezi. Fertleri aileye, aileyi kabileye bağlayan kabilecilik ruhu asabiyeti ve toplum düzenini oluşturuyor. Topluluğun (kişinin) bekası geleneklere bağlı; kabile savaşları, kan davaları söz konusu. En etkin öge eril güç. Eleştirel ve özgür düşüncenin önü kapalı; ataerkil kölelik düzeni hâkim.
Vahyin mücadelesi “cehalet“ ile başlar. Oku, düşünme,  kalem, yazı vs. ayetleri peş peşe “bilenlerle bilmeyenlerin bir olamayacağını“ haykırır. Her türlü putlaştırmaya karşı çıkar. Kadın erkek, zengin fakir, siyah beyaz ayırımını reddeder.
Adalet, kardeşlik, kul hakları der ve kan davalarını sonlandırır. “Tek bir canı öldüren tüm insanlığı öldürmüş olur” ilkesini duyurur.
Ancak “çağrı“ ezen-sömüren zihniyetin kulaklarına ulaşmayacaktır; küçük bir grup oluşsa da etrafında, Hz. Peygamber doğduğu topraklardan uzaklaştırılır. Gün gelip, Mekke de fethedilecektir edilmesine; fakat “kabileci/kavmiyetçi/ganimetçi“ o “ruh“ değişmeyecek, tarih boyunca vahyin evrensel ilkelerini değil, kendi siyasetini egemen kılmak için elinden geleni ardına koymayacaktır.
Ve ilk kırılma; “din“ iktidar mücadelesine dönüşecek, “halife” seçimi Kur’an’ın ortaya koyduğu “liyakat, adalet, hakkaniyet“ kavramlarının yerine “Kureyşli olmak, kıdemli olmak (ilk Müslümanlardan olmak) gibi (Kur’an’a aykırı)  kriterlerle yapılacaktır.
Siyasi ve hukuki makam, siyasi-manevi otorite haline getirilecek; Emevilerden ve Abbasilerden itibaren de babadan oğula geçen hazin bir öyküye dönüşecektir!
Hülasa, vahyin “erdemli insan“ projesi, iktidar mücadelelerine kurban edilecektir.


Gelelim bu güne
Sayın Başbakan; yukarıda özet olarak sunduğum tarih, sizin için de çok şey ifade etmiyor mu? Bilim adamı kimliğiniz, dine siyaseti bulaştırmamayı zorunlu kılmalıydı.
Bir entelektüel, siyasi sorunları iman bazında ele alabilir mi?
Dokunmak ibadettir”, “ikinci peygamber” vb. sözlerden, yapılan abuk subuk açıklamalardan gına gelmişken; Kur’an’i kavramların siyasi diskura dönüştürülmesi -üstelik toplumun yarısı “düşman” ilan edilerek- evrensel bir din olan İslam ile örtüşür mü?
Bir konuşmanızda “Milli Mücadele sırasında Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi’nin, “düşman istilasına karşı mücadele etmenin farz-ı ayn olduğu” fetvasını hatırlatıyor ve  “Ben de şimdi buradan 95 yıl sonra bir kez daha bütün milletimize çağrıyla bir şekilde 100. yıla yürürken temel ilkemizi vurguluyorum. Herkes yeni bir Misak-ı Milli’de buluşmalı ve bu Misak-ı Milli’nin hedefi doğrultusunda elinde ne varsa, heybesinde ne varsa bu mücadeleye katılmalı”diyorsunuz. Muhalefet parti liderlerini eleştirdikten sonra da “Biz sıratı müstakimde yürümeye devam edeceğiz!” ifadesini kullanıyorsunuz.
Bu cümleleri sıradan biri kullanmış olsa, kastını aşmış der, geçeriz. Fakat siz bir siyasi partinin liderisiniz; Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanısınız; bana kalırsa bunların da fevkinde siz bir ilim insanısınız; şimdi şu soruları da sormak isterim:
- Milli Mücadele düşmanlara karşı verildi. Ve bu mücadelede Türk Milleti yekvücut oldu. Peki, siz kimi düşman ilan ediyorsunuz; muhalefet partilerini ve onları destekleyen vatandaşlarınızı mı?
- Sıratı müstakim Kur’an’i bir kavramdır ve kendi çizdiği yol için bu tabiri kullanır. Siyasi bir ideolojini(zi)n adı olabilir mi?
- Bu ifadeyle dini temsil ettiğinizi söylüyorsunuz. Bu size hep avantaj sağladı! Peki, bunun sorumluluğunu kabul edebilecek misiniz?
- Ya yanlış yapıyorsanız?
- Kaldı ki muhalefet partilerine oy verenlerin de büyük çoğunluğu Müslüman ve sıratı müstakime inanıyor. Fakat sizin sıratı müstakim üzerinde olmadığınızı düşünüyor!
- Ya yıpranan kavramların vebali?
Siyaset üslubu sizinle farklı bir mecraya girmeliydi Sayın Davutoğlu.
Türkiye’nin ikinci bir Tayyip Erdoğan’a ihtiyacı yok.
Asıl varken taklide kimse itibar etmiyor.
Siz kendiniz olmalıydınız; siyaseten kurduğunuz cümlelerin yanlışlığına -büyük kitlelerin hoşuna gitse bile- müstağni olamazsınız.
Hoca kimliğinizin bir gereği olarak tüm Türkiye’yi kucaklamalıydınız. Siyasal İslam’ın Orta Doğu’yu ne hale getirdiği ortada. Tarih boyunca siyasetin boyunduruğunda olan İslam için özgürleştirici bir hamle başlatabilirdiniz.
Siyaset, ikbal, makam hepsi geçici ama ilkeler baki.
Ümidimi siyasetçi Davutoğlu adına olmasa da, Prof. Ahmet Davutoğlu adına korumak istiyorum.