“Halk ile ka­la­ba­lık ay­nı şey de­ğil­dir. Bu far­kı çok iyi bi­len de­ma­gog­lar, bu­nu ken­di amaç­la­rı için bol­ca kul­la­nır­lar. Halk, dâ­hi­lî şu­ur, ah­lak ve ide­al pren­si­bi­ni kay­bet­ti­ğin­de ka­la­ba­lık ha­li­ne dö­nü­şür. Şu­ur­suz halk, sü­rü ha­li­ni alır. Sü­rü, ide­al­siz ve şe­kil­siz in­san ka­la­ba­lı­ğı­dır; her bi­ri ken­di­si için ya­şa­yan ve da­ha yük­sek ve da­ha iç­ti­ma­i bir şu­ur ta­şı­mak­sı­zın, hat­ta bir isim bi­le ta­şı­mak­sı­zın sa­de­ce ken­di çı­kar ve ar­zu­la­rı olan bir fert­ler top­lu­lu­ğu­dur.
Hal­kın ide­al­le­ri var­dır, sü­rü­nün­se sa­de­ce ar­zu­la­rı... Sü­rü­yü ta­ri­hi yo­lun so­nun­da, yı­kı­lı­şın eşi­ğin­de gö­rü­rüz. Bu­nun ti­pik mi­sa­li, Ro­ma İm­pa­ra­tor­lu­ğu­’nun yı­kı­lı­şı ön­ce­sin­de var olan Ro­ma­lı lüm­pen pro­le­tar­ya­dır.”
Böy­le söy­ler, “Öz­gür­lü­ğe Ka­çı­şım-Zin­dan­dan Not­la­r” ese­rin­de Ali­ya İz­zet­be­go­viç.
Baş­ken­tin gö­be­ğin­de kan göv­de­yi gö­tü­rür­ken, te­le­viz­yon­lar­da sur­vi­vor ya­rış­ma prog­ra­mı­nın rey­ting­ler­de bi­rin­ci ol­ma­sıy­la il­gi­li ha­be­ri oku­du­ğum­da İz­zet­be­go­vi­ç’­in ki­ta­bın­da­ki bu pa­rag­ra­fı ha­tır­la­dım.
Ne­dir bu du­yar­sız­lık?
Mem­le­ket ne­re­ye gi­di­yor so­ru­su, gün­de­mi­mi­zi bir ev­li­lik prog­ra­mı ka­dar meş­gul et­mi­yor­sa vay ha­li­mi­ze! Her gün ge­len şe­hit ha­ber­le­ri, can­lı bom­ba­lar, ölü­le­riy­le bi­le cep­he­leş­miş bir Tür­ki­ye fo­toğ­ra­fı!
Ger­çek­ten “dâ­hi­li şu­ur, ah­lak ve ide­al pren­si­bi­ni­” kay­bet­tik mi biz?

BİZ KA­DİM BİR MİL­LE­TİZ

Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti bir asır­lık dev­let gi­bi gö­rün­se de, yak­la­şık bin yıl­lık bir Türk coğ­raf­ya­sı­nın mi­ras­çı­sı­dır. Sel­çuk­lu­’nun, Os­man­lı­’nın ve hat­ta Or­ta As­ya­’da, Or­ta Do­ğu­’da, Me­zo­po­tam­ya­’da ku­rul­muş Türk Dev­let­le­ri­’nin da­ğıl­ma­sı, Türk­le­rin ta­rih sah­ne­sin­den si­lin­me­siy­le de­ğil, bu sah­ne­de ye­ni bir rol üst­len­me­siy­le so­nuç­lan­dı. Son im­pa­ra­tor­lu­ğu­muz Os­man­lı, ye­ri­ni ve tüm mi­ra­sı­nı bi­ze, ya­ni Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti­’ne bı­rak­tı.
An­cak unu­tul­ma­ma­lı­dır ki Tür­ki­ye­’nin va­ri­si yok­tur. Bu son or­du, son ka­le, son baş­kent­tir. Bin yıl­lık Ana­do­lu hü­küm­dar­lı­ğı­mı­zın ata­le­ti­ne mi ka­pıl­dık da “şü­he­da ka­nıy­la su­lan­mı­ş” bu son çı­na­ra bu den­li iha­net­te­yiz?
Biz ki bin yıl evet tam bin yıl bu top­rak­la­rı, yet­miş iki mil­let, yet­miş iki mez­hep, yet­miş iki kül­tür­le har­man et­tik.
Biz ki ca­mi­yi, ki­li­se­yi, hav­ra­yı ay­nı av­lu­da yan ya­na ma­bet ey­le­dik..
Biz ki ya­ra­ta­nın aş­kı­na tit­rer­ken, ya­ra­tı­lan­la dal­ga ge­çen söz­de me­de­ni­le­ri bir sö­zü­müz­le tit­ret­tik.
Biz ki bir in­sa­nı öl­dür­mek, bü­tün in­san­lı­ğı öl­dür­mek­tir de­dik.
Kı­sa­sa kı­sas, tek kı­sas, doğ­ru­luk ve ada­let de­dik!
Bu top­rak­la­ra zul­met­me­dik, zul­me­de­ni bes­le­me­dik.
Biz ki dev­let ba­şa, kuz­gun le­şe de­dik.
Hai­ni sev­me­dik, yö­net­me­yi be­ce­re­me­ye­ni ha­in bel­le­dik.
Dev­let de­dik, mil­let de­dik, bay­rak de­dik, “YA İS­TİK­LAL YA ÖLÜ­M” de­dik, AL­LAH de­dik.

BA­KIN ŞU HA­Lİ­Mİ­ZE

Ve bin yı­lın ar­dın­dan, bun­la­rı di­yen­le­rin to­run­la­rı­na ba­kın;
“Biz ve on­la­r” di­ye yö­net­me­ye ve bu yö­ne­tim tar­zı­nı be­nim­se­ye baş­la­dı­lar.
Ca­mi­le­ri chek-in mer­ke­zi, es­naf­lık pa­ye­si san­dı­lar.
Al­lah için de­ğil, ma­kam-mev­ki-pa­ra için tit­rer ol­du­lar.
Li­ya­kat bit­ti, kı­sas­la­rı en­da­ze­si üç li­ra­lık ku­maş ol­du!
As­lı­nı yi­ti­ren­ler­se can­lı-bom­ba ol­du­lar, top­ra­ğı­mı­zı kir­let­ti­ler.
Ya­ra­la­nan düş­man as­ke­ri­ni da­hi sır­tın­da ta­şı­yan Meh­met­çi­ği­mi­zi ar­ka­dan han­çer­le­yen­ler, ma­su­mi­ye­ti kat­let­ti­ler.
Kan­sız­la­rı, da­vul­la-zur­nay­la, tür­küy­le-ağıt­la yur­da sok­tu­lar.
Mil­le­tin ba­zı söz­de me­bus­la­rı, ha­in­le­rin, eli kan­lı ka­til­le­rin söz­de ta­zi­ye­si­ne gi­der ol­du, di­ğer me­bus­la­rın ise eli ko­lu bağ­lı kal­dı.
Bu kut­sal top­rak­lar­da, va­tan ha­in­le­ri­nin ce­na­ze­le­ri tö­ren­ler­le kal­dı­rı­lır ol­du.
At izi it izi­ne ka­rış­tı, kuz­gun ba­şa kon­du, dev­let ray­dan çık­tı.
Baş­ken­tin, İs­tan­bu­l’­un or­ta­sın­da bom­ba­lar pat­la­dı, ka­la­ba­lık­lar ya sur­vi­vor ya da bil­mem ki­min­le ev­li­lik prog­ra­mı iz­le­di.

VA­KİT GEÇ OL­MA­DAN

Ken­di­le­ri­ne sü­per güç adı­nı ver­miş ba­zı dev­let­ler, o çok bü­yük ba­rış el­çi­le­ri, o de­mok­ra­si ha­va­ri­le­ri:
Or­ta Do­ğu­’da adı ko­nul­ma­mış üçün­cü dün­ya sa­va­şı­nı baş­lat­mış­ken;
Tür­ki­ye­’yi ate­şin or­ta­sı­na iter­ler­ken;
Yur­du­mun her kö­şe­sin­de bom­ba­lar
pat­lar­ken;
Er­ler bir can, ana­lar ise her sa­ni­ye­de bin can ve­rir­ken;
Or­ta Do­ğu­’nun en­ka­zı üze­ri­mi­ze yı­kıl­mış­ken;
Ki­mi­le­ri ha­ni tek so­ru­nu­muz baş­kan­lık! var ya onu tar­tı­şı­yor, ki­mi­le­ri ne idü­ğü be­lir­siz bil­di­ri­ye im­za atı­yor, ki­mi­le­ri de Sov­yet­le­rin va­ri­si ol­du­ğun­dan mı­dır bi­lin­mez, Rus­ya bay­rak­tar­lı­ğı ya­pı­yor!
İz­zet­be­go­vi­ç’­le baş­la­dık, yi­ne onun­la bi­ti­re­lim: Sos­yal ha­yat ha­ki­ki an­la­mı­nı kay­bet­ti­ğin­de, fert­ler ya mis­ti­siz­me sı­ğı­nır­lar ve­ya ken­di­le­ri­ni be­de­ni haz­la­rın eli­ne bı­ra­kır­lar. Sa­de­ce iki tür in­sa­nın -za­hit­ler ve ey­yam­cı­lar- bu­lun­du­ğu bu du­rum, top­lu­mun has­ta­lık­lı ol­du­ğu­nun gü­ve­ni­lir bir işa­re­ti­dir.”
YE­TER, at uyu­şuk­lu­ğu üze­rin­den, va­kit çok geç ol­ma­dan KEN­Dİ­NE GEL!