Erdoğan ve Davutoğlu’nun “uluslararası temsil” çekişmesi

Türkiye’de “yürütmenin başı” konusunda, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte bir “muğlaklık” ortaya çıktı. Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasındaki “yetki karmaşası”, en net uluslararası zirvelerde ortaya çıkıyor.
Mesela G-20 zirvesi;
G-20’nin oluşturulmasından sonra yapılan tüm zirvelere Türkiye adına hep Başbakan katıldı. Daha önce Recep Tayyip Erdoğan Başbakan’dı. Zirvelere de o katıldı. Gül, Cumhurbaşkanı iken hiçbir G-20 zirvesine gitmedi.
Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilip, Davutoğlu Başbakan olduğunda da gelenek değişmedi; Türkiye’de Başbakan değiştikten sonraki ilk G-20 zirvesi Avustralya’da yapıldı. Ona da Davutoğlu gitti.
Ancak iş, Antalya’da gerçekleşen G-20 zirvesinde değişti; Zirvenin ev sahipliğini “yürütmenin başı” olarak Erdoğan üstlendi. Tüm görüşmelere, panellere, toplantılara Türkiye adına Erdoğan katıldı. Başbakan Davutoğlu’nun G-20’de boy göstermesi ise, tek bir akşam yemeği ev sahipliğini geçemedi.
Ancak Erdoğan’ın G-20’de koyduğu ağırlık, Avrupa Birliği’nde sökmedi.
Suriyeli sığınmacıların konuşulduğu Avrupa Birliği zirve toplantılarına, “yürütmenin başı” sıfatıyla hep Davutoğlu davet edildi.
Brüksel’de Davutoğlu, liderlerle kahkaha atan pozlar verirken, Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın durumdan “pek de mutlu olmadığı” ise, bizzat kendi açıklamalarıyla su yüzüne çıktı.
Brüksel’de zirve sürerken;
Davutoğlu, Alman, Fransız, Belçikalı, İtalyan devlet ya da hükümet başkanları ile, o toplantıdan buna koşarken;
Erdoğan Ankara’da sessiz kalamadı;
“Temenni ederim Sayın Başbakan parayı alır gelir” dedi.


Tabii Erdoğan’ın bu çıkışı, muhalefetin gözünden de kaçmadı. CHP’li Gürsel Tekin TBMM’de yaptığı konuşmada, Erdoğan’ın bu çıkışıyla, Brüksel’de AB liderleri ile müzakere yapan Davutoğlu’nu ne kadar zor durumda bıraktığını anlattı.
“AB Komiseri’nin ‘Türkiye’ye verilecek 3 milyar Euro’yu AB yönetecek.’ açıklamasına rağmen, Sayın Erdoğan’ın çıkıp ‘Sayın Başbakan temenni ederim ki parayı alır gelir’ açıklamasını yapması dikkati çekti” diyen Tekin, durumu şöyle özetledi:
“AB Komşuluk Politikaları ve Genişlemeden Sorumlu Komiseri Hahn hafta sonunda Türkiye’ye bir ziyarette bulundu ve ziyaret sırasında yaptığı açıklamada çok açık cümlelerle Türkiye’ye verilecek 3 milyar Euro’nun AB tarafından yönetileceğini söyledi. Hahn, verilecek 3 milyar Euro’nun çoğunlukla Dünya Gıda Programı, Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği, UNICEF tarafından kullanılacağını ifade etti. Hatta ilk paranın Dünya Gıda Programı’na verildiği ve bunun miktarının da 400 milyon Euro olduğu söyleniyor. Ama bizim iç kamuoyumuzdaki tartışmaya baktığımızda biz hâlen para bekliyoruz. Sayın Davutoğlu’nun ne kadar zor durumda kaldığını da izin verirseniz şurada sizlerle paylaşmak istiyorum...”
Daha bitmedi;
Buna bir de, aylardır konuşulan Zaman Gazetesi’ne kayyum atamasının, tam da Davutoğlu’nun tarihi çok önceden açıklanmış AB zirvesine saatler kala yapılmasını ekleyin.
Nitekim, Zaman’a, Today’s Zaman’a, Cihan Haber Ajansı’na kayyum atanmasının gölgesinde yapılan Brüksel zirvesinde, Davutoğlu’nu en çok sıkıştıran konu “Türkiye’de basın özgürlüğü” oldu.
O kadar ki;
Daha zirve sürerken, İtalya Başbakanı çıkıp, “Türkiye basın özgürlüğü alanında adım atmadan, hiçbir şeye imza atmam” deyiverdi.
Tüm bunları alt alta koyun;
Mevcut koşullarda Türkiye ve AB arasında herhangi bir anlaşma acaba mümkün mü?
AB her şeyi kabul etse bile;
Erdoğan, kendi katılmadığı AB zirvelerinde, Davutoğlu’nun “başarıdan başarıya koşmasına” ya da “başarıyormuş gibi görünmesine” acaba ne tepki verir?
Benim bu AB anlaşmasından umudum yok.



HDP’li vekillerin dokunulmazlığı ve Washington ziyareti

AB işleri Davutoğlu’na emanet olunca;
ABD ile ilişkilere doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan el attı.
Erdoğan bu ayın sonunda “nükleer zirveye” katılmak üzere Washington’a gidecek. ABD Başkanı Barack Obama ile görüşecek. Bir de, Diyanet’in Maryland’da yaptırdığı görkemli camiyi açacak.
“Saray erkanı”, eğer işler iyi giderse, o açılışa Başkan Obama’nın bile katılacağı konusunda hala umutlu.


Ancak Obama’nın böyle bir jest yapması için, Türkiye’de de iyi giden bir şeyler olmalı.
Ya da en azından, “kötü gidenler” olmamalı.
Tam bu noktada devreye, HDP’lilerin “dokunulmazlık” tartışması giriyor.
Gerek Cumhurbaşkanı, gerekse AKP’liler tarafından öyle bir hava yaratıldı ki;
HDP’lilerin dokunulmazlıkları kaldırıldı, kaldırılacak.
Soru şu;
Acaba Erdoğan’ın ABD’ye yapacağı kritik ziyaret öncesinde, HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş ve diğer HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda adım atılır mı?
Böyle bir adım atılırsa, şimdilerde alçak perdeden “Kürt siyasilerle masaya oturun, çözüm sürecini yeniden başlatın” mesajları veren Washington’un sesi daha yüksek çıkmaya başlamaz mı?
Türkiye’de basın özgürlüğü, Güneydoğu’da yürütülen operasyonların insan haklarına uygunluğu gibi konularda Batı’dan büyük eleştiri altındaki Cumhurbaşkanı Erdoğan, Washington ziyaretini “zafer”den, “yenilgi”ye çevirecek böyle bir adıma göz yumar mı?
Şimdiden söyleyeyim; Erdoğan Washington’a gitmeye kararlı olduğu sürece, HDP’lilerin dokunulmazlıkları kalkmaz.
Eğer zirveye katılmaktan vazgeçerse, işte o zaman işler değişir...

DOKUNULMAZLIKLAR NE ZAMAN KALKAR?

Peki HDP’lilerin dokunulmazlıkları ne zaman kalkar? Ya da kalkar mı?
İşte tam bu noktada da, yine Erdoğan ile Davutoğlu arasındaki “uluslararası temsil” çekişmesine bakmak gerekir.
Davutoğlu, “vizesiz seyahat” için tarihi haziran olarak açıkladı.
Ancak bu açıklamanın yapıldığı Brüksel zirvesinde Avrupalı yetkililer, hem kapalı kapılar ardında Davutoğlu’nun yüzüne, hem de basın toplantılarında kamuoyuna, “Kürt siyasetçilerle masaya oturun” konuşmaları yaptılar.
AKP’lilerin ön almasıyla, Demirtaş ve HDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılması, haziranda “vizesiz Avrupa” hayalinin de, daha başlamadan bitmesi anlamına gelir.
Yine aynı soruya dönüyoruz?
12 yıllık Başbakanlığı döneminde “vizesiz Avrupa”nın yanına bile yaklaşamayan Erdoğan, Davutoğlu’nun bu “zaferi” kazanması hakkında ne hisseder?
Ya da, “Avrupa’ya vizesiz seyahat” konusunu, kişisel mirası haline getiren Davutoğlu’nun, içeride önüne çıkacak “olası engeller” konusundaki tavrı ne olur?
HDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılıp kaldırılmaması, Avrupa Birliği, Beştepe Sarayı ve Çankaya Köşkü arasında oynanan “za-manlama ve güç” satrancının sonucuna bağlı.



Merkel’in kaderi...

Almanya Başbakanı Angela Merkel, Avrupa Birliği politikasını “Türkiye’nin üye olmaması” üzerine kurmuş bir siyasetçi.
Bunu hiç saklamadı; Defalarca açıkça Türkiye’nin AB’ye üyeliğine karşı olduğunu söyledi. Türkiye’nin, kendisi Almanya’da iktidara gelmeden önce başlayan tam üyelik müzakerelerine de sadece, “ahde vefa” prensibi nedeniyle “katlandığını” hep anlattı.
Türkiye için kullanılan “ucu açık müzakereler” sözünü ünlü yapan da zaten kendisi.
Ancak;
Suriyeli sığınmacıların yarattığı kriz, bir anda Avrupa Birliği içinde Merkel’i “Türkiye’nin en büyük savunucusu” haline getirdi.
Davutoğlu, AB’ye sunduğu son öneri paketini, Merkel’in verdiği cesaretle hazırladı.
Türkiye’nin önerilerine AB içinde çok ciddi muhalefet var. Bu muhalefeti aşma görevi ise, yıllarca Türkiye’nin AB üyeliğine karşı kesimin bayraktarlığını yapan Merkel’e düştü.
Kaderin cilvesi işte...

MÜSLÜMAN BİR SİYASETÇİNİN ÖVÜNDÜĞÜ PAZARLIK; İNSAN PAZARLIĞI...

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Suriyeli sığınmacıların yükünü paylaşmak için Avrupa ile müzakere yürütmesi normal.
Anormal olan, Müslümanlığını her platformda öne çıkaran bir siyasetçinin, Suriyeli sığınmacılar için yaptığı müzakereleri “pazarlık” olarak nitelendirmesi.
Davutoğlu, daha da ileri gitti; Yaptığı görüşmeleri bir de “Kayserili pazarlığı” diye nitelendirerek, bundan kendisine övünme payı çıkardı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı’nın “pazarlık” yaptığı konu ise insan.
Suriyeliler; Hepsinin bir ismi, varlığı, onuru var. Kendi çıkarmadıkları bir savaş nedeniyle, doğdukları büyüdükleri yerleri terk etmek zorunda kalmış insanlar onlar.
Ama Türkiye’nin Başbakanı, Avrupalı muhataplarıyla onları “nasıl takas edeceğinin” ayrıntılarını görüşüyor;
Yunanistan’dakileri Türkiye alacakmış, aynı sayıda sığınmacıyı AB’ye gönderecekmiş...
Kayseri pazarlığıymış...
Ne yapacaksınız?
Hayatlarını tehlikeye atarak; akrabalarını, ailelerini denizin ortasında ölüme bırakmak zorunda kalarak Avrupa’nın ucuna, Yunanistan’a varabilmiş insanları geri alacaksınız.
Sonra onların yerine “yenilerini” AB’ye göndereceksiniz.
Yunanistan’dan alacağınız sığınmacılara karşı, AB’ye göndereceklerinizi nasıl seçeceksiniz? Hangi kriterlere bakacaksınız? Avrupalılar mı seçecek, göndereceklerimizi Türkiye mi belirleyecek?
Yunanistan’dan geri aldıklarınız “cezalı” oldukları için AB’ye gönderilecek gruba giremeyecek mi?
İşte Davutoğlu’nun planının özeti;
Müzakerelerin ana unsurunun insan olduğu unutularak yapılan “Kayserili pazarlığı...”
Aferin size; Eğer başarırsanız, Türkiye’ye “büyük kar” sağlayacaksınız...
PS: Neden Avrupa Birliği’ni hiç eleştirmiyorsun, tek suçlu Türkiye mi diyeceklere karşı not; Kirli pazarlığın elbette iki tarafı da kirlidir. Ama ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Avrupalıların kirli pazarlıklarından önce bana, kendi ülkemin Başbakanı’nı eleştirmek düşer.

“KAYSERİLİ PAZARLIĞI”NA İLİŞKİN AKILDA TUTULMASI GEREKENLER:

1- “Pazarlık” işlerse, AB’nin Türkiye’ye tanıyacağı “vize muafiyeti” sadece kısa süreli seyahati kapsayacak. Yani en fazla üç ay. Vize muafiyeti, Avrupa’da çalışma ve oturma izni anlamına gelmiyor. Yani vizesiz Avrupa’ya gidip, iş bulacağınızı düşünüyorsanız, bir daha düşünün...
2- “Pazarlık” işlerse, AB’nin Türkiye’ye vereceği 3 artı 3 milyar Euro, doğrudan Türk maliyesine girmeyecek. Paranın kontrolünü Türkiye değil, AB komisyonu üstelenecek. Üstelik para, Türkiye’nin hazırlayacağı projelerden çok, uluslararası kuruluşların projelerine aktarılacak. Yani, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “parayı alır gelir” çıkışları, illüzyondan ibaret.
3- “Pazarlık” işlerse, Yunanistan’daki sığınmacılar hemen Türkiye’ye gönderilecek. Ancak Türkiye’dekilerin AB’ye “nasıl gönderileceği” hiç belli değil. AB’nin en iyi yaptığı iştir; İşi bürokrasiye boğmak. Sürecin detaylarının belirlenip, uygulanması aylar değil, yıllar sürebilir.
4- “Pazarlık” işlerse, Türkiye ile yeni başlıklar açılacak. İşte asıl sıkıntı da burada; AB ülkeleri ek para vermek, hatta sığınmacı takası konusunda bile bir şekilde uzlaşabilirler. Ancak Türkiye’nin AB üyelik süreci konusunda, Ankara’ya en yakın duran ülkeler bile temkinli. İtalya “basın özgürlüğü” diyor, Rumlar “Kıbrıs sorunu” diye tutturmaya devam ediyor, Avusturya’nın “Türkiye asla üye olamaz, olmamalı” ısrarı sürüyor. Parayı alırız, uyduruk bir-iki başlık da açarız. Ama hiçbir başlığı kapatamayız.

ANKARA FISILTISI:

Vize ne zaman kalkar?

Başbakan Ahmet Davutoğlu
“Kayserili pazarlığı” konusunda
çok hevesli.
Ancak Ankara’daki diplomatik
çevreler, AB ile bu konudaki
müzakere sürecine onun kadar
iyimser bakmıyorlar.
Bakın Ankara’da, Türkiye’ye
olası vize muafiyeti konusunda
hangi nitelemeler yapılıyor?
Soru şu; Türkiye’ye ne zaman
tam vize serbestisi tanınır?
Cevaplar çeşitli;
*Tavukların dişleri çıktığında (Fransız deyişi)
*Domuzlar uçtuğunda (İngiliz deyişi)
*Horoz yumurtladığında
(Çek deyişi)
*Ayın 32. günü (Yunan deyişi)
*Cehennem buz tuttuğunda
(İngiliz deyişi)
*Balıklar uçtuğunda (Alman deyişi)
*Söğüt çiçek açarsa; Karides
dağa çıktığında;
Elbette Türk diplomatlar
tarafından dile getiren, Türkçe
benzer deyişler de var;
Balık kavağa çıktığında; çıkmaz ayın son çarşambası...
Pek ne zaman olur serbest
dolaşım? Yine bir Türk diplomatın özetiyle;
Ancak Türkiye AB’li olduğunda...