“Şanslı Logan” seyircisine iyi vakit geçirtmek dışında pek bir amaç taşımıyor.  Steven Soderbergh bol sürprizli bir yönetmen aslında. Kariyerinin ilk yıllarında “Seks Yalanları” (Sex, Lies & Videotape), “Denizci” (Limey), “Aşk ve Para” (Out of Sight) gibi tür sinemasının sınırları içinde ama farklı manevralar geliştirebildiği çok iyi filmlerin yanı sıra “Kafka”, “Bubble”, “Çok Özel” (Full Frontal) gibi bağımsız ruhlu filmlere de imza attı. Zıpır ve nüktedan “Ocean’s” filmleri, “Erin Brokovich” veya “Traffic” gibi Oscar’lara göz kırpan drama filmler, “Che” gibi iki filmden oluşan uzun ve etkili bir biyografi filmi çıkarabilmekte mesela.
Yönetmen yeni filmi “Şanslı Logan”da da istediği yıldız oyuncuyla, istediği her hikayeyi çekecek güce ve konuma sahip olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Ama zaten yine kendisinin çektiği kalabalık kadrolu, şık ve ışıltılı soygun filmlerinin taşrada geçen versiyonunu, içine biraz ‘Küçük Gün Işığım” (Little Miss Sunshine) teması ve biraz da Coen kardeşlerden ödünç alınmış gibi duran espriler katarak yazılmış bir senaryoyu çekmeyi tercih etmesi ilginç!

sansli_logan_2

Hayatında neredeyse hiçbir şeyi yolunda gitmeyen Jimmy Logan, kendisi gibi talihsizlikler içinde yaşayan tek elli barmen kardeşi Clyde ile birlikte, kasabalarındaki NASCAR yarışları pistini soymaya karar verir. Birlikte bir ekip kurarlar, türlü sorunların ve komik durumların yaşandığı soygun başlar.
“Şanslı Logan” elbette kimi esprileriyle parlayan sahnelere sahip ama toplamda heyecan yaşatmaktan uzak bir soygun komedisi. Soderbergh’in çok iyi yaptığı hızlı öykü kurgusu burada da var. Ama iki saat süren bu hikaye fazla hafif ve özünde seyircisine bir parça eğlence vermek dışında hiçbir şey anlatmıyor. Film, Jimmy’nin kızı Sadie ile paylaşımlarında kimi sevimli sahnelere sahip; mesela baba-kız araba tamir ederken yaptıkları sohbet, küçük kızın okul gösterisinde babasına yaptığı duygusal jest gibi... Bu sahneler filmin kalbini oluşturuyor. Ama Soderbergh’in “Ocean’s” filmlerindeki enerjiden yoksun bir hikaye bu. O filmlerde de bazı abartılı ve inanılması zor rastlantılar vardı ama filmin ustaca yaratılmış atmosferi eşliğinde kabul edilebiliyorlardı. Burada ise hikayedeki kimi tutarsızlıklar görmezden gelinse bile etkileyici veya heyecan vericilikten uzaklar. Karakterlerin motivasyonları çok belirgin olmadığı gibi karşılarında net bir kötü karakter ya da bir düşman da yok.
Gelgelelim; hapishanede geçen “Game of Thrones” esprileri, ekibin bombacısını oynayan Daniel Craig’in kullandığı ev yapımı bombasının tarifini duvarda tebeşirle küçük bir kimya dersi şeklinde tarif etmesi gibi çok eğlenceli espriler var. Ama genelde bir parça uzun olmuş hissine engel olamıyorlar yine de bu parlak fikirler.
Adam Driver’ın bir Coen Kardeşler karakteri gibi gösterdiği performans, ikibinli yılların James Bond’u Daniel Craig’in ve genç aktris Riley Keough’un sevimli oyunları diğerlerine göre öne çıkmakta. Artık Soderbergh’in gedikli oyuncusu haline dönüşen Channing Tatum ise sıradan performansıyla sönük kalıyor...

2,5 yıldız
Şanslı Logan
Logan Lucky
Yönetmen: Steven Soderbergh
Oyuncular: Channing Tatum, Adam Driver, Riley Leough
119 dakika, 13+

Fantastik bir aşk hikayesi

Japon yapımı “Senin Adın”, ülkesi Japonya’da sinemada en çok izlenen ikinci animasyon film. (Listenin birinci sırasında ünlü “Ruhların Kaçışı” var.) Ülkemizde vizyon şansı bulması ise ne hoş bir sürpriz. Çünkü sinemalarımıza Studio Ghibli yapımı dışındaki bu tarz animasyonlar pek sık gelmemekte ve bizim sinema seyircimiz de böyle animasyonlara pek alışkın değil. “Senin Adın” en başta örneğini daha önce Hollywood yapımlarında ve hatta bazı yerli komedilerimizde dahi gördüğümüz klişe bir hikaye anlatacakmış gibi başlıyor. Birbirlerinden habersiz ve uzakta yaşayan iki lise öğrencisi; büyükşehirde yani Tokyo’da bambaşka bir düzende okuluna giden Taki ve küçük bir taşra kasabasında tıkılı kaldığını düşünen Mitsuha bir sabah uyandıklarında ruhlarının birbirlerinin bedeninde yer değiştirdiğini keşfederler. Aslında her şey Japonya merkezli bir gökyüzü hareketiyle başlamıştır. Elbette Taki ve Mitsuha birbirlerinin bedenlerinde geçirdikleri zaman içinde ilginç olaylar yaşayacak ve aşkla da ilk kez tanışacaklardır.

senin_adin_1

Hikaye ilerledikçe “Senin Adın” basit bir romantik komedi formundan giderek uzaklaşıyor. “Empati” meselesine yoğunlaşırken melankolik tonundan hiç uzaklaşmıyor. Dünyanın farklı bir köşesinin geleneklerini ve yaşam biçimini dekor olarak kullansa da, fantastik öğeler barındırsa da samimi, herkes için çekici ve yürek ısıtan bir aşk hikayesi sunmayı başarıyor.
Çizgi olmalarına ve Japon animasyonlarının sıkça başvurduğu kimi efektleri barındırmalarına rağmen filmin iki sevimli karakteri de kanlı canlı gibiler. Ayrıca filmin ‘zaman’ kavramı konusundaki fikirleri bizi bu konuyu farklı açılardan düşünmeye de teşvik etmekte.
Filmin yönetmeni Makoto Shinkai kendi romanından uyarlamış bu güzelim filmi. Aynı yönetmenin “Saniyede 5 Santimetre” adlı filmi de oldukça iyidir, meraklılarına tavsiye ederim...

4 yıldız
Senin Adın
Kimi No Na Wa
Yönetmen: Makoto Shinkai
106 dakika, 7+

Hâlâ çok iyi film!

Yönetmen James Cameron’un 1984 yapımı ilk “Terminator” filmi futuristik bilim-kurgu fikrinden beslenen ama meseleye olağanüstü bir açıdan yaklaşan iyi bir aksiyondu. Ama bu hikayenin asıl zirvesini ikinci filmde yapmıştı yönetmen. 1991 yapımı “Terminator 2: Mahşer Günü”nü sinema salonunda ilk izlediğimde ‘bundan daha ötesi’ yapılamaz diye düşündüğümü hatırlarım. Nitekim aynı hisse 1999’da “The Matrix”i izlediğimizde de kapılmıştık. Şimdi tam 26 yıl sonra HD teknolojisiyle yenilenen ve 3 boyutlu hale getirilen “Terminator 2”, sinemanın teknolojik gücü artık inanılmaz boyutlara gelmiş olsa da bugün hâlâ gücünden pek bir şey kaybetmemiş.

terminator_2

Sarah Connor gelecekte dünyanın idaresini ele geçirmiş olan makinelere karşı direnen asilerin lideri olacak oğlu John Connor’ı, 1990’ın Los Angeles’ında peşindeki katil makineden korumak zorundadır. İlk filmdekinden farklı olarak bu sefer gelecekten iki makine gelmiştir. Biri John Connor’ı öldürmek diğeri ise korumakla görevlidir.
“Terminator 2” elbette pek çok defa işlenmiş bir meseleyi, yani yüksek teknoloji ve insan hırsının gelecekte dünyanın sonunu getireceği kehanetini parlak fikirlerle dolu, heyecanlı ve adrenali yüksek sahnelerle işlediği için güçlü bir film. Bugünlerde yapılan pek çok yüksek bütçeli bilim kurgu hikayelerinin söylemekten bıkmadığı “insanlık çok kötü, dünyanın sonunu bir gün biz getireceğiz” fikrine, bugün 1991’den çok daha yakınız elbette. Filmin öngördüğü nükleer kıyametten bir gram uzaklaşabilmiş değiliz maalesef. Bu yüzden filmde beni tekrar etkileyen sadece su kanallarındaki o muhteşem kovalamaca sahnesi değil, Sarah Connor’ın onu ‘kader diye bir şey yok’ noktasına taşıyan mahşer rüyası da bir daha sarstı. Zaten Cameron bu tip güçlü sahnelerle her zaman seyircisinin kalbini elinde tutmayı başarmıştır. Onu büyük yönetmen yapan en belirgin özelliği de budur.

Linda Hamilton ve Arnold Schwarzenegger’i formlarının zirvesindeki halleriyle tekrar izlemek yine keyifli. John Connor rolünde perdede ilk kez izlediğimiz Edward Furlong ise bu sağlam başlangıcı kariyerinde uzun süre koruyamadı maalesef.
Sanırım insanlık kötülüklerine ve yokediliciliğine devam ettikçe “Terminator 2” gibi iyi çekilmiş filmler de her zaman değerli kalacak. Ama insanlık maalesef ne yaşadıklarından ne de öngörülü filmlerden ders çıkarmayı reddetmekte ısrarlı...

5 yıldız
Terminator 2: Mahşer Günü
Terminator 2: The Judgment Day
Yönetmen: James Cameron
Oyuncular: Arnold Schwarzenegger, Linda Hamilton, Robert Patrick
137 dakika, 15+