‘Bir terör saldırısı yaşayan şehrin insanları nasıl kenetlenir’in örneğini gösteriyor “Kara Gün”.  15 Nisan 2013’te Boston’da kutlanan ‘Yurtseverler Günü’nde düzenlenen geleneksel maraton koşusu sırasında gerçekleşen patlamanın bütün anatomisini çıkaran bir film “Kara Gün”. Çeçen asıllı iki kardeşin herhangi bir terör örgütünden bağımsız olarak gerçekleştirdikleri bu kanlı eylem şehirde 4-5 gün süren bir insan avına dönüşmüştü. Boston polisi ve FBI şehri resmen kapatıp bu, 3 kişinin ölümüne 200’e yakın insanın da yaralanmasına neden olan iki kardeşin peşine düşmüştü.

kara_gun_1

Yönetmen Peter Berg, üç film olarak tasarladığı ve Amerikalıların başına gelen yakın tarihin gerçek olaylarını anlattığı filmlerinin bu üçüncü halkasında felaket filmleri ya da terör saldırısı filmlerinin klişelerine de başvuruyor ama yine de ele alış tarzında bir parça farklar var. Mesela eyleme maruz kalan kalabalıktan birkaç kişiyi, saldırının sonrasında iki kardeşin kaçışı sırasında hikayeye dahil olan başka sivillerin saldırıdan önceki rutinlerine de değinen Berg, olay sırasını saat saat takip etse de bu çok karakterli yapıda bir an bile kaybolmamıza yol açmıyor. FBI’ın ve polisin artık her filmde izlemeye alışık olduğumuz çalışma yöntemleri farklılığı bu sefer rahatsız edici klişelikte çıkmıyor karşımıza. FBI ajanı Richard (Kevin Bacon) haklı olarak şehirde bir paniğe ve müslüman nüfusa bir tepki yaratmamak için yüzde yüz emin olmadıkça saldırganların fotoğraflarının yayınlanmasını istemiyor. Ancak sonunda bir şekilde basına sızdırılan bu fotoğraflar kardeşlerin teşhis edilmesine de yardımcı oluyor.

kara_gun_2

Ev yapımı bombalarıyla harekete geçen bu iki kardeş belli ki, kendi kızgınlıklarından beslenerek masum insanların kanına girdikleri bir eylem gerçekleştirmişler. Film iki kardeşin dünyasına pek girmiyor, evlerindeki soğukkanlı hazırlıkları sırasında onların düşünce dünyalarını belli belirsiz çizmekle yetiniyor.
“Kara Gün”ün senaryosunda kimi diyalogların çiğ ve lezzetsiz olduğunu düşünsek de yönetmen Peter Berg’ün özellikle de polisin bir ara sokakta kıstırılan saldırganlarla girdiği çatışma sahnesinde harika bir işçilik gösterdiğini belirtmek gerek. Zaten bu tür sahnelerin üstatlarından olan yönetmen Michael Mann’e büyük hayranlık duyduğunu her zaman belli eden Berg, bu sahnede de Mann’in “Büyük Hesaplaşma” (Heat) filmindeki sahneye öykünmüş en çok. Maraton sahnelerinin adeta tekrar canlandırılmış olması da başka bir başarı. Bombalamanın hemen sonrasında şok anını iyi yakalayan Berg, polislerin ilk paniği atlatıp zanlıların peşine düşmesini başrolündeki yıldız oyuncusuna (Mark Wahlberg) rağmen bir ‘tek adam şovu’na döndürmemeye çabalıyor. Aslında bu konuda biraz zorlandığını da hissedebilirsiniz yine de.
Her şeye rağmen bir şehrin beklenmedik ve acı bir terör vakasına karşı direnişini göstermekte “Kara Gün”. Böyle bir günde şehrin insanlarının nasıl da bir araya geldiğini göstermesi açısından da iyi bir örnek. Filmin sonunda olayın gerçek şahitleriyle ve yaralılarıyla gerçekleştirilmiş mini-belgesel de merakla izleniyor...

3 yıldız
Kara Gün
Patriots Day
Yönetmen: Peter Berg
Oyuncular: Mark Wahlberg, Michelle Monaghan, J.K. Simmons
7+ 13A, 133 dakika

İnsanın içine oturuyor!

1993 yılı Türkiye’nin en karanlık yıllarından biri olarak karşınıza çıkar küçük bir araştırma yapsanız. Uğur Mumcu’nun öldürülmesi, Adnan Kahveci’nin şüpheli ölümü, 33 askerimizin şehit edilmesi, Sivas Madımak Oteli’nde 33 aydın ve yazarımızın öldürülmesi, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın vefatı... 1993’de İspanya da iyi bir yıl geçirmemişti. 1993’ün ilk çeyreğinde bütün Avrupa’yı da içine alan ve İspanya’yı da vuran bir ekonomik durgunluk ve gerileme yaşanmıştı.

Berlin ve İstanbul Film Festivallerinde kazandığı ödüllerle adını duyuran İspanyol filmi “93 Yazı”nda hikayesini izlediğimiz altı yaşındaki Frida için de berbat bir yıldır 1993. Babasını bir süre önce yitirmiş olan Frida, o yıl annesini de kaybeder çünkü. Amcası Esteve ve yengesi Marga’nın yanında şehirdışındaki evlerinde yaşayacaktır artık. Esteve ve Marga çiftinin de küçük bir kızları vardır. Frida o yaz yeni hayatına uyum sağlamaya çalışırken hayli zorlanacaktır.

93yazi_1

Altı yaşında anne babasız kalmış bir kız çocuğunun dünyasından yola çıkarak, bize ölüm karşısındaki çaresizliğimizi, yalnızlığımızı asla sömürüye kaçmadan anlatmayı başarıyor “93 Yazı”. Frida’nın içinde kopan fırtınalarla bütün çocuksuluğuyla, biçareliğiyle başa çıkmaya çalışması; kimi zaman huysuzluk, kimi zaman asilik ve bazen de sessizliğiyle ortaya çıkmakta. Yönetmen bize Frida’nın ve çevresindekilerin ruh hallerini küçük detaylarla o kadar güzel anlatıyor ki, hiç kelimelere dökülmelerine gerek kalmıyor, hissediyorsunuz. Küçük bir yara bandı, bir meyve, pembe elbise-mavi elbise, Frida’nın tarağı, bir fular ya da sigara paketi gibi nesneler üzerinden Frida’nın duygularını bize yansıtmayı başarıyor film. Çocuğun sert gerçeklikle karşılaşması ve kabullenmesi arasında geçen süreyi anlatıyor “93 Yazı”. Finalde neşeli bir anın tam ortasına bıçak gibi saplanan hüznüzüyle de içimizde bir yerleri düğümlüyor, salondan öyle gönderiyor bizi...
“93 Yazı” kısıtlı bir salon sayısıyla vizyona çıksa da kesinlikle haftanın en iyi filmi.

4,5 yıldız
93 Yazı
Summer 1993
Yönetmen: Carla Simon
Oyuncular: Laia Artigas, Paula Blanco, Etna Campillo
7+ 13A, 97 dakika

Hengameye Hopkins dopingi!

“Transformers”, bir oyuncak olarak Amerikan değil Japon kaynaklı olmasına rağmen Hollywood’un elinde inanılmaz bir Amerikanlaştırma operasyonundan geçti. Özellikle de ‘franchise’ haklarına Amerikan oyuncak devi Hasbro’nun da ortak olmasından itibaren... 1984’te, daha ilk oluşturulduğunda da ana kahramanı Optimus Prime, Amerikan bayrağı renklerindeydi (kırmızı-mavi-beyaz), belki de bu yüzden Hasbro’nun dikkatini çekiverdi.

transformers_3

Uzaydan gelen ve giderek Amerikan arabalarına ve kamyonlarına dönüşen bu savaşçı uzaylı robotlar bildiğiniz gibi ikiye ayrılıyorlar: iyi olan ‘Autobot’lar ve kötüler yani ‘Decepticon’lar. Bunlar savaşmak için dünyayı mesken tutarlar ve iyi Autobotlar, insanları da Decepticonların yokedici tabiatlarından korumaya çalışırlar. “Transformers” filmleri Steven Spielberg’in yapımcılığında Michael Bay’in gösterişçi yönetmenlik anlayışıyla hayli piyasa işi filmler oldular... Her filmde otomatik pilota bağlanmış hissi veren arabadan robota dönüşüm sahnelerinin başdöndürücü temposu hikayeye boşvermişlik tavrı sürdü ama hiçbirinde bu kadar karışık bir çorba sunulmamıştı önümüze. Bu sefer yıllar yılı popülerliğini hiç kaybetmeyen Kral Arthur ve büyücü Merlin efsanelerini de içine alan saçma sapan bir başlangıç yapıyor film. Anlaşılan bu arabalara dönüşen dev robotlar milattan sonra 400’lü yıllarda bile dünyadalarmış! O zamandan beri kayıpta olan bir asanın peşine düşülüyor bu beşinci filmde de. Amerikan askerleri, geçen filmde hikayeye giren Cabe adlı işsiz tamirci ve Anthony Hopkins birlikte dünyayı kurtarmaya çalışıyorlar. Anlatılacak pek bir şey yok. Birbirinden gürültülü sahneler, takip etmekte zorlanacağınız zoraki fiziksel itelemeler ve bol bol yıkım görüntüsü.

Filmin ortalarında bir yerinde transformerların dünyadaki varlıklarını saklamaya yemin etmiş dahiler grubunun son temsilcisini canlandıran Anthony Hopkins’in şatosunda geçen birkaç sahne ve birkaç tane de aksiyon numarası fena değil. Ama bunların dışında film tamamen bir görüntü ve ses bombardımanı, tıpkı öncekiler gibi. Üstelik iki buçuk saatlik süresiyle hayli de uzun! Artık beşinci filmine gelmiş bir seride sanki bir “Star Wars” kültürü yaratmaya çalışır gibi bir çaba da var üstelik bu sefer. Küçük, sevimli bir droid bile eklemişler, Optimus Prime’ı da iyice Obi-Wan Kenobi’leştirmeye çabalamışlar sanki! Marvel evrenindeki gibi de sonraki filme bir final kancası atınca da tam olmuş! Anlaşılan 6-7-8 diye de devam ettirilecek! Serinin inatçı bir takipçisiyseniz keyif alabilirsiniz ancak...

1,5 yıldız
Transformers 5: Son Şövalye
Transformers: The Last Knight
Yönetmen: Michael Bay
Oyuncular: Mark Wahlberg, Anthony Hopkins, Laura Haddock
7+ 13A, 149 dakika