Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu, Madımak katliamının arkasında bir komplo ya da provokasyon bulunmadığını bildirdi. DDK’nın Madımak katliamına ilişkin raporunda, olayın sebep ve failinin “basiretsiz kamu yönetimi” olduğu belirtilirken raporda “Kısıtlar çerçevesinde yürütülen çalışmalar neticesinde; iddialarda belirtilen olayların bir bütünün parçalarını oluşturduğuna ve Sivas Olaylarının bir komplo ve/veya provokasyonun neticesinde gerçekleştiğine dair herhangi bir illiyet bağı kurulamamıştır” denildi.

"KOMPLO DEĞİL"

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün talimatıyla Sivas katliamını araştıran DDK, raporunun 78 sayfalık “Gizli” sonuç bölümünü, Cumhurbaşkanlığı’nın internet sitesine koydu. Raporda, “Söz konusu iddialar bir bütün olarak değerlendirildiğinde; Sivas Olaylarının bir komplo ve/veya provokasyona bağlı olarak gelişmiş olabileceği izlenimi uyandırmakla birlikte işbu Raporun ilgili bölümünde belirtilen kısıtlar çerçevesinde yürütülen çalışmalar neticesinde; iddialarda belirtilen olayların bir bütünün parçalarını oluşturduğuna ve Sivas Olaylarının bir komplo ve/veya provokasyonun neticesinde gerçekleştiğine dair herhangi bir illiyet bağı kurulamamıştır” denildi.
Nitekim, Madımak Otelinin yakılması esnasında; perdeleri tutuşturanlar, atletini benzine bulayıp tutuşturmak suretiyle otele atanlar, otel eşyalarını tahrip edip alevlere atanlar, “yak yak” şeklinde kalabalığı tahrik edici slogan atanlar, oteli yakmak için kullanılan benzini olay mahalline getirenler, araçlara benzine batırılmış üstüpü ve benzeri malzeme atanlar, Pir Sultan Abdal Heykelini parçalayan ve yakanlar ile söz konusu eylemlere çeşitli şekillerde iştirak edenler gibi doğrudan katliamda sorumlu tutulan toplam 81 kişinin yakalanıp yargılanmaları ve olmalarının da komplo teorisine yönelik iddiaları zayıflattığını belirten DDK “Zira, yargılanan ve mahkum olan olaylardaki başat kişilerin hiçbirisiyle ilgili herhangi bir illegal örgüt ya da yapı arasında bağlantı kurulamamıştır” dedi.

SUÇLU: BASİRETSİZ KAMU YÖNETİMİ

Raporda olayda kimlerin sorumlu olduğu konusunda şu saptama yapıldı:
“2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ta yaşanan olay; farklılıklara ilişkin önyargılarımız, tahammül ve hoşgörü eksikliğimiz, ötekine zarar vermek amacıyla hegemonik güç ile kurduğumuz iktidar ilişkileri, tektipleştirme ve ötekileştirmeye dair siyasetlerimiz ve toplumsallaştırma çabalarımız, tüm yaşanan tecrübeleri tarihselleştirmedeki, geçmişi günümüzde yaşatmaya yönelik çabalarımız neticesinde hep birlikte oluşumuna katkıda bulunduğumuz bir olaydır. Bu açıdan, esas itibariyle söz konusu olaydaki sebep ve failleri; kamu yönetiminin söz konusu olaylardaki rolünde ve oluşan toplumsal krizi yönetmedeki basiretsiz uygulamalarında ve Sivas olaylarına ilişkin kolektif hafıza gruplarının tutum ve yaklaşımlarında aramak gerekmektedir.
Pir Sultan Abdal Derneği tarafından organize edilmiş olan IV. Pir Sultan Abdal Etkinliklerinin; Kültür Bakanlığı, Sivas Valiliği ve diğer kamu kurumlarının aktif katılımı ve katkısı altında (etkinliklerin ilk iki gününün Sivas merkezine alınması, ozanlar anıtının yaptırılması, maddi destek verilmesi, teçhizat gönderilmesi, bazı katılımcıların kamu misafirhanelerinde kalması gibi) düzenlendiği anlaşılmaktadır. Kamu yönetiminin önemli katkıları ile düzenlenen etkinlik öncesinde alınması gereken tedbirler noktasında; olayların öncesinde istihbari bilgi eksikliği, bir gün önce alınan istihbari bilginin ve Aziz Nesin aleyhine dağıtılan bildirilerin yeteri kadar değerlendirilmemesi, etkinliklerin başlangıç gününde polis özel harekât ve jandarma komando birliklerinin alınan bir ihbara istinaden kırsalda görevlendirilmesi ve toplumsal olaylara müdahale planının hazırlanmaması gibi önemli eksiklik ve zafiyetler yaşandığı anlaşılmaktadır.
Olaylar çıktıktan sonraki süreci idare etmede ise; olayların başladığı saatte sayıca az olan ve silah veya benzeri saldırı aleti bulunmayan kalabalığın dağıtılmayarak büyümesine sebebiyet verilmesi, yeterli güvenlik personeli bulunmasına rağmen toplumsal olaylara müdahale esaslarına (uyarı, kuvvet gösterisi, orantılı güç kullanma, liderlerin uzaklaştırılarak gözaltına alınması gibi) uyulmaması, zor kullanma yetkisine sahip olan İl Emniyet Müdürünün bu yetkiyi kullanmak için Valinin talimatını beklemesi, polisin göstericilere müdahale etmek için askerden yardım geleceği beklentisine girmesi, Madımak Oteli önünde kademeli olarak zor kullanma yöntemlerinin (ikaz, ihtar ve kuvvet gösterisi, bedeni kuvvet, kelepçe, cop, sis bombası ve havaya ateş etme gibi) uygulanmaması, mesai sonrası kalabalığın artabileceğinin dikkate alınmaması, asayiş toplantılarında etkinliklerle ilgili ayrıntılı bir müzakerenin yapılmaması, emniyet-jandarma ve askeri kuvvetlerin aralarında koordinasyonun sağlanmasına yönelik Asayiş Harekât Merkezinin kurulmaması, Vali tarafından yapılan sözlü ve yazılı askeri kuvvet taleplerinin hiçbirinde, görevin ifasına ilişkin hususların (talep edilen askeri kuvvetin sayısı, nerede konuşlanacağı, görevin kapsamı, emir-komuta ve koordinasyonun nasıl sağlanacağı gibi) belirtilmemesi, sevk edilen askerlerin göstericilere müdahale ve otelin korunması yerine pasif ve lokal risk algısı içeren uygulamalarda kullanılması, diğer illerden takviye kuvvet istenmesi hususunun yeterince analiz edilmemesi, Madımak Otelinde kalan etkinlik katılımcılarının tahliye edilmesinde planlı, kararlı ve istekli bir tutum sergilenmemesi, kolluk kuvvetlerince gerekli desteğin verilerek itfaiyenin yangına zamanında ve yerinde müdahalesinin sağlanamaması, toplumsal kriz riskine rağmen etkinlik öncesinde ve esnasında sağlık hizmetleri alanında gerekli ve yeterli idari tedbirlerin alınmaması gibi sorunların yaşandığı anlaşılmaktadır.
Öte yandan, adli ve idari mercilerce her türlü hukuki delilin toplanması, muhafaza edilmesi ve değerlendirilmesinde gereken özenin gösterilmemesi, ölü muayene ve otopsi işlemlerinin asgari bilimsel standartları karşılayacak şekilde yapılmamış olması, Cumhuriyet ve laiklik aleyhine atıldığı iddia edilen bazı sloganların soruşturma ve yargılama aşamasında sonradan ilave edilmesi, Atatürk büstünün kimler tarafından, ne amaçla ve ne zaman söküldüğü hususunda kesin bir tespitin yapılmamış olmasına rağmen yargılama sürecinde hüküm kurulurken Atatürk büstünün tahrip edildiğinin kabul edilmesi, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığınca "Düşünce Örneği" başlığıyla kaleme alınan yazının ilgili mahkemelere gönderilerek yargı bağımsızlığının zedelenmesi, olayların önlenmesi konusunda görev ve sorumluluğu bulunan hiçbir kamu görevlisinin adli kovuşturma sürecinden geçmemesi gibi hususlar da iyi yönetilmeyen bir toplumsal krizdeki kamu yönetimi sorumluluklarının acilen gizlenmesine/örtülmesine ve/veya geleneksel olarak farklılıklarla yüzleşmekten kaçınılmasına yönelik tutum ve davranışlar olduğu anlaşılmaktadır.” (ANKA)