Top­lum­da in­fi­al ya­ra­tan bir ola­yın mo­da ha­li­ne gel­di­ği­ni ve ak­se­su­ara dö­nüş­tü­ğü­nü an­la­mak için Fa­ce­bo­ok’­ta­ki sos­ye­tik ar­ka­daş­la­rı­mın say­fa­la­rı be­nim için yol gös­te­ri­ci olu­yor. Be­ni hiç şa­şırt­mı­yor­lar. Eş­cin­sel ev­li­li­ği tar­tış­ma­la­rın­da pro­fil re­sim­le­ri­ni kır­mı­zı-pem­be eşit işa­re­ti­ne dö­nüş­tü­ren­ler, Ge­zi için her tür­lü hash­ta­g’­i açan­lar, Ber­kin fo­toğ­ra­fı pay­la­şan­lar on­lar.
Ge­çen haf­ta ani­den pro­fil fo­toğ­raf­la­rı­nı si­ya­ha çe­vi­rip Öz­ge­can pro­tes­to­su­na da ka­tıl­dı­lar. Oy­sa bu “mo­da­”dan he­men ön­ce söz ge­li­mi Bar­ba­dos ta­ti­lin­den fo­toğ­raf­lar ve ya­zı ne ka­dar öz­le­dik­le­ri­ne da­ir pay­la­şım­lar­da bu­lu­nu­yor­lar­dı.
Bir bak­tım ki bir ta­ne­si “E­vet ar­ka­daş, ben idam ge­ri gel­sin is­ti­yo­ru­m” di­ye yaz­mış. Bir di­ğe­ri, Öz­ge­cen sa­nık­la­rın­dan bi­ri­nin ha­pis­ha­ne­de şiş­len­me­si­ne “Oh ol­su­n” yo­ru­mu­nu yap­mış.
“Kı­zım, sen bu iş­le­re ne­den kal­kış­tı­n” de­mek is­te­mi­yo­rum, ama sa­hi­den... Ne­den bu iş­le­re bu­laş­tı­nız?
Ge­zi di­re­ni­şi ön­ce­sin­de po­li­tik gö­rü­şü olup ol­ma­dı­ğı­nı bi­le bil­me­di­ğim bir ta­nı­dı­ğım bir an­da ak­ti­vizm­den coş­tuk­ça coş­muş, sos­yal med­ya­da yü­rü­yüş or­ga­ni­ze et­me­ye baş­la­mış­tı. Doğ­ru­su ho­şu­ma git­ti bu uya­nış baş­ta, son­ra bir gün ani­den Myko­no­s’­tan bir gü­neş ba­tı­şı fo­toğ­ra­fı pay­laş­tı.
İs­ter is­te­mez sor­dum, “Ne ol­du ey­lem­ler bit­ti mi?” Zi­ra o haf­ta ­so­nu hâlâ bin­ler­ce in­san Tak­si­m’­in or­ta­sın­da da­yak ve gaz yi­yor­du. Bir dü­ğü­ne ka­tıl­mak için haf­ta ­so­nu ara­sı ver­miş­ler Yu­nan ada­sın­da.
Be­nim için o Fa­ce­bo­ok ya­zış­ma­sı Ge­zi­’nin ne­den ba­şa­rı­sız­lık­la so­nuç­la­na­ca­ğı­nın ilk ha­ber­ci­si ol­muş­tu.
Tıp­kı şim­di Öz­ge­can için Ins­tag­ra­m’­a si­yah fo­toğ­raf ko­yan­lar ve yıl­lar­dır gör­me­di­ğim mes­lek­ta­şım (içim sız­lı­yor) Nuh Kök­lü­’nün ar­dın­dan kar­to­pu bi­le oy­na­ma­mız ya­sak di­ye 140 ka­rak­ter­de is­yan eden­ler gi­bi.
Yıl­lar ön­ce İs­tik­lal Cad­de­si­’n­de bir tu­rist bı­çak­la­nır­ken ya­nın­dan ge­çen in­san­lar kı­lı­nı bi­le kı­pır­dat­ma­mış, ora­cık­ta ölü­me terk et­miş­ler­di. Bü­tün bun­lar bir de gö­rün­tü­len­di. Nuh Kök­lü de iş­te bu yüz­den öl­dü­rül­dü, bu il­gi­siz­lik, bu umur­sa­maz­lık­tan.
Ye­ni Öz­ge­can, ye­ni Nuh Kök­lü va­k’­ala­rı da ka­çı­nıl­maz­dır ile­ri­de: Ço­ğun­luk bir şey­le­ri de­ğiş­tir­me­nin yo­lu klav­ye­nin tu­şun­dan geç­ti­ği­ni dü­şün­dü­ğü sü­re­ce.
Sa­de­ce klav­ye ba­şın­dan sos­yal ey­lem­ci­lik yap­ma­yı, ya­ni “s­lack­ti­vi­si­m”­i Türk­çe­ye “tem­bey­lem­cili­k” ola­rak çe­vi­re­lim mi?
Sos­yal med­ya­nın or­ga­ni­zas­yon gü­cü­nün yad­sı­na­ma­ya­ca­ğı bir çağ­da “tem­bey­lem­ci­li­k” ge­niş kit­le­ler­de bi­linç oluş­tur­mak ve ha­re­ke­te ge­çir­mek adı­na son de­re­ce et­ki­li bir araç. Ama bir son­ra­ki aşa­ma­ya, bir li­der al­tın­da ör­güt­le­nip net bir me­saj ver­me nok­ta­sı­na ge­çe­mi­yor bir tür­lü Tür­ki­ye­’de­ki top­lum­sal ha­re­ket­ler.
Söy­ler mi­si­niz me­se­la, Tür­ki­ye­’-de ka­dın hak­la­rı­nın sim­ge­si, söz­cü­sü, yü­zü kim? Duy­gu
Ase­na­‘dan son­ra ken­di­si­ni “ka­dı­nın adı­”y­la öz­deş­leş­ti­ren bir ta­ne fi­gür çık­tı mı?
Ge­zi­’nin en bü­yük ya­nıl­sa­ma­la­rın­dan bi­ri bu di­re­ni­şin li­der­siz ol­du­ğuy­la övü­nül­me­siy­di. Oy­sa ta­rih­te­ki bü­tün ka­za­nım­lar so­mut bir ta­lep ve bu ta­le­bi ile­te­cek bir li­der­le olur. Dev­rim­le­rin Ma­o, Che, Le­nin, Ha­vel ve Gand­hi gi­bi yüz­le­ri ol­ma­sı li­der­lik kül­t’­ü de­ğil, zo­run­lu­luk­tur. Li­der ol­sun ki, ta­kip edil­sin.
Tür­ki­ye­’de son 30 yıl­da ba­şa­rı­ya ulaş­mış tek ha­re­ket­ten ör­nek ver­mek ye­ri­ne bu ge­ce Os­ca­r’­a aday olan “Sel­ma­” fil­min­den bah­se­de­yim: Mar­tin Lut­her King, Jr. si­yah­lar da oy kul­lan­ma hak­kı­nı el­de ede­ne ka­dar yü­rü­ye­ce­ği­ni Baş­kan John­so­n’­a ile­ti­yor ve ge­ri adım at­mı­yor. Yü­rü­yor ve ka­za­nı­yor.
Li­der ol­ma­dık­ça top­lum­sal in­fi­al­ler mo­da­ya dö­nü­şür: Ge­zi bro­şu­nu çı­ka­rıp Öz­ge­can yü­zü­ğü­nü ta­kar, sı­kı­lın­ca kar­to­pu t-shir­t’­ü gi­yer, bir sü­re son­ra da ey­lem­ci­li­ğin mo­da­sı ge­çer...
Çok di­ren­dik, iki gün de Myko­no­s’­ta din­len­me­ye­lim mi ca­nım?

Haftanın kaybedeni: Şirin Payzın

Objektif yayıncılık bir masaldır
Haber televizyonları dışında beklentimizin bir şekilde yüksek olduğu ve istisnasız her seferinde hayal kırıklığı yaratmayı başaran bir başka medya kurumu var mı acaba Türkiye’de. Her nedense her seferinde haber kanallarından nitelikli, ciddi, bilgiye dayalı bir şey bekliyoruz...
Ama her seferinde karşımıza bir sirk çıkıyor. Eskiden sadece Reha Muhtar‘ın sirki vardı, şimdi kasadaki tek bir çürük sebze misali çürüme her yeri esir aldı.
Minibüsçüler, terlikçi bacılar, manikürcüler ve son olarak da yalancılar dolu bir sirk...
Geçen hafta tartışma programlarının kraliçesi olma yolunda ilerleyen Şirin Payzın bir gece yalancılığı tescilli Elif Çakır‘ı konuk etti programına. Çakır bilindiği gibi “Benim başörtülü bacımın üzerine işediler” yalanını yayan ve toplumu dine dayalı provokasyona sürüklemeye çalışan bir figürdü. Artık kendisine ihtiyaç kalmadığı için bir süre önce hükümet medyasından bile kovuldu.
Haber kanalları objektif yayıncılığın her görüşe mikrofon tutmak olduğu inancıyla hareket ediyor. Aslında bu ‘karıştır-tartıştır’ yöntemi kolay yönden iki ekstrem figürü kavga ettirip rating almanın süslü ifadesi. Ancak, nitelikli yayıncılık illaki iki farklı görüşün eşit halde temsil edilmesini şart koşmuyor. Öyle olacaksa bile yayıncılık gazetecilikte yalan söylediği ispat edilmiş insanlara söz hakkı verilmesi anlamına gelmez. Mesleki etik başta bunu engeller. Şirin Payzın bu etik’i çiğnedi işte; yalancıya mikrofon tutup yalana ortak oldu.

Yıldızı parlıyor ama...

Melda Onur’un en büyük problemi
Benim için Türkiye’de şu anda tek bir milletvekili var: Melda Onur. Öncelikle tam şeffaflık adına açıklayayım: Melda Onur benim yakın arkadaşım. Ama bu yazının amacı Melda Onur‘u övmek değil, eleştirmek. Başka muhalefet milletvekillerinin ne yaptığını merak ediyordum, meğer Fuat Avni‘yle yazışıyorlarmış!
Oysa Melda Onur her mağduriyetin peşinde koşuyor, her davayı sahiplenmeye çalışıyor. Yerinde durmuyor, LGBT‘den çevre sorunlarına her şeyle ilgileniyor.
İşte tam da bu yüzden hata yapıyor.
Diyorum ya Türkiye’de hareketlerin yüzü, lideri yok, insanları peşinden sürükleyecek bir figür yok diye... İşte Melda Onur da tek bir davayı sahiplenip o meselenin yüzü olmak yerine enerjisini dağıtıyor, tek bir konuya konsantre olup sonuç almak yerine bölünüyor. Hiç kimse Superman değil sonuçta; ülkenin bir yerde yıkılan barajı tamir edip diğer ucunda gökdelenin çökmesini engelleyemez. Kuşkusuz Melda Onur‘un her türlü mağduriyete koşması konu her neyse canı yanmış insanların hoşuna gidiyor. Bütün Türkiye’ye bir davayı sahiplenecek potansiyeli olduğunu da gösterdi.
Bir ‘yüz’ olabilir kolaylıkla...
Şimdi tek bir mesele seçip, en iyi bildiği ve en acil mücadele alanı neyse onu bulup o konunun yüzü olması ve sonuç alması gerekiyor. Sonuç almadan da pes etmemesi tabii.

Bir hatırlatma

Gezi’deki kirli sicil
Gezi sürecinin en büyük yalanı ‘Başörtülü bacıma saldırdılar’sa penguenler de medyanın utanç simgesiydi.
Yeri gelmişken hatırlatmakta fayda var: CNN Türk sicili son derece kabarıktır bir kanaldır. Gezi olaylarında demokrasiye en büyük darbeyi vurmuş, bir halk hareketinin duyulmasını önleyerek faşizme dolaylı yönden destek çıkmıştır.
İsmail Saymaz yaptığı provokasyondan dolayı Elif Çakır‘ın mahkemelerde yargılanması gerektiğini söylüyor. Çakır‘ın yalanlarından dolayı Türkiye yeni bir Maraş olayından kıl payı döndü.
CNN Türk yönetimi de bir toplumsal vicdan mahkemesinde hesap vermelidir. İrfan Şahin (Cemaat’çi olduğunu reddeden polis eskisi), Ferhat Boratav (Gülen’in ağladığı kasetleri yayınlayan haber merkezinin yöneticisi, sonradan Gülen’in elini öpmeye giden yetersiz gazeteci) ve Barış Tünay (Erol Aksoy’un eski muhasebecisi) bu meslekten derhal el çektirilmeli ve müebbete mahkum edilmelilerdir: Hiçbir zaman gazetecilik yaptırılma.

İletişim: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @orayegin.