95. YILINDA CUMHURİYETİN KURULUŞUNA GİDEN YOL – 2

Emperyalizme karşı bağımsızlık savaşında Atatürk’ü destekleyenler, saraya/sultana karşı cumhuriyet savaşında Atatürk’ü desteklemiyordu. Çoğu, böyle bir savaş olduğundan bile habersizdi. Atatürk, cumhuriyet cephesinde yapayalnızdı. Bu nedenle zamanı gelinceye kadar cumhuriyeti vicdanında milli bir sır olarak sakladı. Büyük bir sabırla, adeta usta bir satranç oyuncusu gibi başarılı hamlelerle cumhuriyeti ilan etti. İşte Atatürk’ün o olağanüstü cumhuriyet mücadelesi...

23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan TBMM meşrutiyetten cumhuriyete geçişte çok önemli bir rol oynadı. 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan TBMM meşrutiyetten cumhuriyete geçişte çok önemli bir rol oynadı.


Cumhuriyet kolay kurulmadı. Atatürk, Milli Mücadele’nin başından sonuna kadar büyük bir sabırla cumhuriyetin altyapısını hazırladı. Atatürk’ün cumhuriyet stratejisi, bu konudaki hamleleri, usta bir satranç oyuncusunun her biri en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş hamlelerine benzer.

SAKLI CUMHURİYET

Atatürk -kendi ifadesiyle- 19 Mayıs 1919’da Anadolu’ya geçerken “millet egemenliğine dayanan tam bağımsız yeni bir Türk devleti kurmayı” düşünüyordu. Nutuk’taki ifadesiyle “Padişahsız, halifesiz kurtuluşa inanan hiç kimsenin olmadığı” bir ortamda zamanı gelinceye kadar cumhuriyetten değil, sultanı/ halifeyi kurtarmaktan söz etmişti.
Örneğin, Sivas Kongresi’ne verilen gizli bir önergede “Anadolu’da yepyeni bir cumhuriyet mahiyetinde bir Türk devleti kurmaktan” söz edilmesi üzerine Atatürk, önergenin altına, “sırası gelecektir, şimdi okunmasın” diye bir not düşmüştü.
Ankara’ya giderken onu Hacı Bektaş’ta karşılayan Çelebi Cemalettin Efendi’nin -5 saat süren görüşme sırasında- cumhuriyetten söz etmesi üzerine Atatürk, henüz zamanı olmadığını belirterek konuyu kapatmıştı.
Kısacası, Milli Mücadele yıllarında açıkça cumhuriyetten hiç söz etmeden, ettirmeden “millet egemenliğine” vurgu yaparak cumhuriyetin altyapısını hazırlamıştı.
Ancak yine de Atatürk’ün “milli egemenlik” yolunda attığı güçlü adımlarla Türkiye’yi cumhuriyete götürdüğünü sezenler vardı.
Örneğin, Erzurum Kongresi günlerinde Erzurum’da bulunan İngiliz Yarbay Rawlinson, Kemalistlerin cumhuriyet ilan edeceklerinden kuşkulanmıştı. Londra’ya döndüğünde bu konuyu Lord Curzon’a açmıştı. 1919 sonlarında Anadolu’ya ikinci gelişinde Erzurum’da Kazım Karabekir Paşa’ya cumhuriyeti düşünüp düşünmediklerini sormuş, cumhuriyeti düşünmeyen Kazım Karabekir Paşa da “Bizde cumhuriyet olmaz, çünkü geleneksel padişahlığa karşı hürmet ve muhabbet çoktur” demişti.
İngiliz Yüksek Komiseri Robeck, Sivas Kongresi sonrasında, 17 Eylül 1919’da Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderdiği bir telgrafta, “Atatürk’ün önderliğindeki milliyetçiler, Anadolu’da özerk bir cumhuriyet kurma yolundadır” demişti. (Erol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, s. 190)
İngiliz Times Gazetesi de 22 Eylül 1919 tarihli sayısında Sivas Kongresi’nden “Sivas’taki Anadolu Cumhuriyeti” diye söz etmişti.
Anadolu direnişinin cumhuriyete doğru gittiğini sezenler arasında Padişah Vahdettin ve İstanbul Hükümeti’nin bazı üyeleri de vardı: Vahdettin, 1922 Şubat’ında Avrupa’ya giderken İstanbul’a uğrayıp kendisiyle görüşen Yusuf Kemal’den (Tengirşek), TBMM’nin cumhuriyetçi olup olmadığını öğrenmeye çalışmıştı.
O günlerde Sadrazam Ali Rıza Paşa da “Cumhuriyet yapacaklar cumhuriyet!” diye yakınmıştı.
Padişah ve onun hükümeti, TBMM’nin açılmasını ve sonrasında alınan kararları -çok isabetli olarak- cumhuriyete gidiş olarak yorumlamışlardı. Padişah Vahdettin’in özellikle TBMM açıldıktan sonra Milli Mücadele’ye her bakımdan savaş açmasının temel nedenini burada aramak gerekir. Milli Mücadele sırasında Padişah Vahdettin ile Atatürk arasındaki savaş, cumhuriyet ile mutlakiyet savaşıdır. Sonunda kazanan Atatürk ve cumhuriyet olmuştur.
Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Hoca Raif (Dinç) Efendi, TBMM’nin Teşkilatı Esasiye Kanunu’nu (1921 Anayasası’nı) kabulünden sonra Erzurum’a dönmüş, saltanatı ve hilafeti savunmak için Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti’ni kurmuş, bir daha da Ankara’ya dönmemişti. Kazım Karabekir Paşa, kendisine “neden böyle davrandığını” sorduğunda Ankara’da cumhuriyete doğru gidildiğini söylemişti.
Karabekir Paşa da cumhuriyete karşıydı. Atatürk’e, Hoca Raif Efendi’nin kaygılarında haklı olup olmadığını sordu. Cumhuriyeti vicdanında milli bir sır olarak saklayan Atatürk, Karabekir Paşa’ya “Bu kanunda cumhuriyeti ifade eden bir şey yoktur...” diye cevap vermek zorunda kalmıştı.

ataturk2

KAVRAMA SINIRLARI BİTENLER

Atatürk, bir taraftan aldığı cesur kararlarla cumhuriyete doğru yürürken, diğer taraftan zamanı gelinceye kadar cumhuriyeti saklamak, açığa vurmamak zorundaydı.
Çünkü emperyalizme karşı bağımsızlık savaşında Atatürk’ü destekleyenler, saraya/sultana karşı cumhuriyet savaşında Atatürk’ü desteklemiyorlardı. Askeri cephelerde Atatürk’ün yanında duran Rauf Bey, Refet Bey, Kazım Karabekir gibi silah ve dava arkadaşları, cumhuriyet cephesinde Atatürk’ün yanında değillerdi. Atatürk, cumhuriyet cephesinde yapayalnızdı.
Nutuk’taki Atatürk’e kulak verelim:
Milli Mücadele’de başarıya yaklaştıkça safha safha bugünkü döneme kadar milli egemenlik rejiminin bütün ilke ve gereklerini yerine getirmek doğal ve kaçınılmaz bir tarihi akış idi. Bu kaçınılmaz tarihi akışı, gelenekten gelen alışkanlığı ile hemen sezmiş olan hükümdar ailesi, ilk andan başlayarak Milli Mücadele’nin amansız düşmanı kesildi. Bu kaçınılmaz tarihi akışı daha başlangıçta ben de görmüş ve sezmiştim. Ancak sonuna kadar devam etmiş olan bu sezgimizi başlangıçta bütün yönleri ile açığa vurup ifade etmedik... Başarı için pratik ve güvenilir yol, her safhayı zamanı geldikçe uygulamaktı. Milletin gelişmesini ve yükselmesini sağlayacak doğru yol buydu. Ben de bu yolda yürüdüm.”
Atatürk, bu yolun “cumhuriyet yolu” olduğunu anlayan yakın arkadaşlarının kendisinden yavaş yavaş ayrıldıklarını da şöyle ifade ediyor:
Milli Mücadele’ye beraber başlayan yolculardan bazıları, milli hayatın bugünkü cumhuriyet ve cumhuriyet kanunlarına kadar uzanan gelişmelerinde kendi fikir ve ruh yeteneklerinin kavrayış sınırı bittikçe bana karşı direnişe ve muhalefete geçmişlerdir.
Atatürk, “fikir ve ruh yeteneklerinin kavrama sınırları bitenlerin” tüm direnişine rağmen cumhuriyeti ilan etmeyi başarmıştı. Cumhuriyet hiç kimsenin değil, Atatürk’ün eseridir.
Atatürk, Milli Mücadele kazanılıncaya kadar cumhuriyeti “vicdanında milli bir sır” olarak sakladı. Nutuk’taki ifadeleriyle, “Ben, milletin vicdanında ve geleceğinde hissettiğim büyük gelişme yeteneğini, bir milli sır gibi vicdanımda taşıyarak yavaş yavaş bütün bir topluma uygulatmak zorunluluğunda idim.”

CUMHURiYET SATRANCI


Atatürk cumhuriyeti ilan edebilmek için adeta usta bir satranç oyuncusu gibi birbirini tamamlayan hamleler yaptı.

Birinci hamle: 23 Nisan 1920’de Ankara’da milletin temsilcilerinden oluşan Büyük Millet Meclisi’ni açtı. Atatürk’ün hazırladığı ve bu meclisin kabul ettiği bildirideki kararlardan birinde “Meclisin üstünde hiçbir güç ve kuvvet yoktur” deniliyor, diğerinde “Meclise bir padişah vekili atamanın gereksiz olduğu” belirtiliyordu. Bu kararlar cumhuriyet kokuyordu.

İkinci hamle: Atatürk, 13 Eylül 1920’de TBMM’ye bir “Halkçılık Beyannamesi” sundu. 18 Kasım 1920’de TBMM’de kabul edilen bu Halkçılık Beyannamesi’nde geçen “Türkiye halkını (...) irade ve hâkimiyetinin sahibi kılmak” ifadesi 1921 Anayasası’nın (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) 1. Maddesi’ne “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” şeklinde yansıyacaktı. Yani 1921 Anayasası’nın içine koca bir cumhuriyeti gizleyen bizzat Atatürk’tü.

Üçüncü hamle: 20 Ocak 1921’de Teşkilatı-ı Esasiye Kanunu (1921 Anayasası) kabul edildi. 1. Maddesi aynen şöyleydi: “Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir. Yönetim usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır”.

Eğitimci Kazım Nami Duru’nun ifadesiyle 1921 Anayasası’nın ilk iki maddesi “başlı başına yeni bir âlem icat etmişti.” İşte Kazım Nami Bey’in o günlerde “yeni bir âlem” diye tanımladığı şey cumhuriyetti.

Nitekim Atatürk, bu gerçeği 23 Eylül 1923’te New Free Press muhabirine verdiği demeçte şöyle itiraf edecekti: “Yeni Türkiye, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun ilk maddelerini size tekrar edeceğim: Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Yürütme kudreti, yasama yetkisi, milletin biricik gerçek temsilcisi olan Meclis’te belirmiş ve toplanmıştır. Bu iki cümleyi bir kelimede özetlemek mümkündür: Cumhuriyet.”

ATATÜRK’ÜN MİLLİ EGEMENLİK VURGUSU Atatürk, 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması nedeniyle mecliste yapacağı konuşmanın el yazısı notlarının bir yerinde “milli egemenliğe” şöyle vurgu yapıyordu: “... Millet mukedderatını (kaderini) doğrudan doğruya eline aldı ve milli saltanat ve hakimiyetini bir şahısla değil bütün efradı (ferleri) tarafından müntehab (seçilen) ve vekillerden terekküb (oluşan)bir meclis-i alide (yüce mecliste) temsil etti. İşte o meclis, meclis-i alinizdir. Milletin saltanat ve hakimiyet makamı yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir ve bu makamı hakimiyetin (egemenlik makamının) hükümetine Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti denir.” ATATÜRK’ÜN MİLLİ EGEMENLİK VURGUSU
Atatürk, 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması nedeniyle mecliste yapacağı konuşmanın el yazısı notlarının bir yerinde “milli egemenliğe” şöyle vurgu yapıyordu: “... Millet mukedderatını (kaderini) doğrudan doğruya eline aldı ve milli saltanat ve hakimiyetini bir şahısla değil bütün efradı (ferleri) tarafından müntehab (seçilen) ve vekillerden terekküb (oluşan)bir meclis-i alide (yüce mecliste) temsil etti. İşte o meclis, meclis-i alinizdir. Milletin saltanat ve hakimiyet makamı yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir ve bu makamı hakimiyetin (egemenlik makamının) hükümetine Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti denir.”


Dördüncü hamle: 1922 sonlarında Milli Mücadele kazanıldı, Anadolu düşmandan temizlendi. İtilaf devletleri Lozan’da toplanacak barış konferansına hem İstanbul’daki hem Ankara’daki hükümeti çağırdılar. Bu ikili çağrı Atatürk’e aradığı fırsatı verdi. Lozan öncesi bu ikiliğe son vermek gerekçesiyle saltanatı kaldıracaktı.
Tartışmalar uzayınca bir sıranın üzerine çıkıp şu konuşmayı yaptı: “Hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye ilim gereğidir diye görüşmeyle tartışmayla verilmez. Hâkimiyet, saltanat kuvvetle güçle, zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hâkimiyeti ve saltanatına el koymuşlardır. Bu zorbalıklarını 600 yıldan beri sürdürmüşlerdir. Şimdi de Türk milleti bu saldırganlara isyan ederek hâkimiyet ve saltanatını fiilen kendi eline almış bulunuyor...
1 Kasım 1922’de saltanat kaldırıldı.
Beşinci hamle: Ancak bir sorun vardı: 1876 Kanunu Esasi’ye II. Abdülhamit tarafından eklenen, “Osmanlı saltanatı hilafeti de içerir” cümlesi nedeniyle saltanat kalktığında otomatik olarak hilafet de düşecekti. Ancak saltanatla birlikte halifeliğin de kaldırılması o sırada büyük sorunlar yaratabilirdi. Bu nedenle saltanatla halifelik birbirinden ayrılıp saltanat kaldırıldı, ama halifeliğe dokunulmadı. İki yıl daha dokunulmayacaktı. 17 Kasım 1922’de Halife Vahdettin İngilizlere sığınıp kaçınca, TBMM, Osmanlı soyundan Abdülmecit Efendi’yi halife seçti.
Saltanat kaldırıldıktan sonra, eski rejim yandaşları halifenin etrafında toplanmaya başladılar: “Halife meclisindir, meclis halifenindir” formülüyle ortaya çıktılar. Örneğin Eşref Edip (Fergan), Afyon Mebusu İsmail Şükrü Efendi’nin imzasıyla yayımladığı “Hilafeti İslamiye ve Büyük Millet Meclisi” adlı kitabında halifeyi devlet başkanı gibi gösteriyordu. “Halife meclisin, meclis halifenindir” demek aslında saltanatın geri dönmesi demekti. Bu nedenle artık cumhuriyetin önündeki en büyük engel halifelikti.
Altıncı hamle: İşte o günlerde Atatürk seçimleri yenilemeye karar verdi. Böylece daha devrimci bir meclis oluşturup o meclisle hem cumhuriyeti ilan edebilecek hem halifeliği kaldırabilecekti.
1 Nisan 1923’te seçim kararı çıktı.
Yedinci hamle: Atatürk 8 Nisan 1923’te “9 Umde/İlke” aldı seçim bildirgesini yayımladı. Bu ilkeler Atatürk’ün kurmayı planladığı Halk Partisi’nin de ilk programı gibiydi. Birinci ilkede, her konuda “milli egemenliğe” uygun hareket edileceği; ikinci ilkede, “saltanatla hilafeti ayıran ve saltanatı kaldıran 1 Kasım 1922 tarihli yasanın değiştirilemeyeceği” belirtilmişti.
Sekizinci hamle: 15 Nisan 1923’te Hıyaneti Vataniye Kanunu’nda bir değişiklik yapıldı. Daha önce “Hilafeti, saltanatı ve Osmanlı ülkesini yabancıların elinden kurtarmak amacıyla kurulmuş olan Büyük Millet Meclisi’ni eleştirmek vatana ihanet suçudur” biçimindeki cümle, “Büyük Millet Meclisi’ni eleştirmek vatana ihanet suçudur” biçiminde kısaltıldı. Ayrıca kanuna “1 Kasım 1922’de alınan kararı eleştirmek vatana ihanet suçudur” şeklinde bir madde eklendi. (Ahmet Kuyaş, 1919-1923 Cumhuriyet Kuruluş Öyküsü, s. 42). Böylece meclis korunmaya devam edildi, hilafet savunmasız bırakıldı, ayrıca saltanatçılar susturuldu.
Dokuzuncu hamle: 11 Ağustos 1923’te II. TBMM açıldı. 14 Ağustos’ta Ankara Milletvekili Atatürk yeniden TBMM Başkanı seçildi.
9 Eylül 1922’de Halk Fırkası kuruldu. (10 Kasım 1924’te Cumhuriyet Halk Fırkası oldu.) Genel Başkan Atatürk, Genel Sekreter Recep Peker, Başkanvekili de İsmet Paşa oldu.
13 Ekim 1923’te Ankara başkent ilan edildi. Avrupa, bu kararı şaşkınlıkla karşıladı. Yeni başkenti tanımamak için bir hayli direndiler.
Avrupa, asıl büyük şaşkınlığı, 16 gün sonra, cumhuriyet ilan edildiğinde yaşayacaktı!
Atatürk “şah ve mat” demek üzereydi.
Cumhuriyet satrancının kazananı milletti.
Böylece millet, yüzyıllar sonra, kendi egemenliğine sahip oldu, sarayın kulu olmaktan kurtulup cumhuriyetin özgür bireyleri haline geldi.

YARIN: GÜN GÜN, SAAT SAAT, DAKİKA DAKİKA CUMHURİYETİN İLANI...