Benim kuşağımın çocukluğunda, birini itibarsızlaştırmanın, suçlu ilan etmenin en kullanışlı yollarından biri onu “anarşist” ilan etmekti. (Dili dönmeyen “anarşik” derdi.)  Birine uluorta ya da siyah beyaz Tv ekranlarından “anarşist” dendiğini duyduğumuzda, anlardık ki bahsi geçen kişi, kısa adı MC olan Milliyetçi Cephe iktidarı politikalarına karşı durmakta, baskılara itiraz etmektedir.

★★★

Artık “anarşik”, nostaljik bir hatıra. Ama sağ iktidarların  “kullanışlı”  kavramlarla halkı sindirme geleneği olanca zindeliğiyle sürüyor. Bugün dayatılan biat kültürüne itiraz eden bir yurttaşı suçlamanın itibarsızlaştırmanın konjonktüre uygun “korkutma” kavramı daha “kapsayıcı”: Terörist. Günümüzde  AKP’li olmamak, AKP’yi desteklememek, AKP’yi eleştirmek  potansiyel “terörist” ilan edilmek bakımından risk unsurudur.  AKP’li olmayan her ölümlünün eşit olarak istifade ettiği bir risk.
İktidar mensupları, ona biat edenler ve besleme medyası, kasetçalarların eski “pause” tuşu gibi hazırda tutar “terörist” yaftasını. Üstelik bir tek terör örgütüyle anılmaz düzene karşı çıkan. Gülünç olma, ya da eşyanın tabiatına aykırılık pahasına “PKK, FETÖ, DHKP-C” diye yan yana sıralanışı hiç de şaşırtıcı değildir. Dahası iddianamelere dahi aktarılır bu toplu suçlama. Biri tutmazsa diğerinin tutacağı mı düşünülür artık bilinmez.
Mamafih, büsbütün haksız da sayılmazlar. Daha birkaç gün önce Türk-İş Genel Başkanı Ergun Atalay’ın, açık mikrofondan duyulan sözlerini eleştirenleri “teröristlik”le itham ettiğini görünce, bu uğurda gösterilen çabalar ve yatırımda (!) ne büyük mesafe alındığını anladık.
31 Mart’ta HDP’li adayların kazandığı Diyarbakır, Mardin ve Van büyükşehir belediye başkanlarının görevden alınmasına gerekçe olarak haklarındaki terör soruşturmaları gösterildi. Ancak  seçilmiş üç büyükşehir belediyesi başkanın (Selçuk Mızraklı, Ahmet Türk ve Bedia Özgökçe Ertan ) da haklarında kesinleşmiş yargı kararı  bulunmuyor.
Bu yanıyla görevden almalar seçmen iradesini gaspın yanı sıra masumiyet karinesini de açık ihlal niteliği taşıyor. Gerçekten de iktidar medyasında ilan edildiği gibi terör örgütü PKK’ya, “Kandil’e” kaynak aktarımı söz konusuysa, bu çok önemli iddialara kanıtların somut delillerle, hatta bir iddianame ile daha güçlü ortaya konulması gerekiyor.
(Kayyıma “başkanvekili” demek, halkın vergileriyle yapılan fıstıklı kadayıf,  banyo harcamalarına dair hafızayı ortadan kaldırmıyor.)
Diğer taraftan bu operasyonun CHP-İYİ Parti’li adayların yönettiği belediyelere de gözdağı amacı gütmediğini kim söyleyebilir?  Son yerel seçimin AKP’ye karşı seçmen tabanında bir ittifaka vesile olduğunu, CHP-İYİ Parti ortak adayına HDP seçmeninin destek verdiğini hatırlarsak,  son operasyonların CHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi ile seçmenlerine “mesaj” olduğunu anlamak zor olmayacaktır. Nihayetinde bu operasyona dayanak oluşturan KHK ve yasa sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri için kurgulanmadı.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu  “Hukukun ve demokrasinin en temel görevinin, milletin verdiği temiz oyları teröre istismar ettirmemek olduğunu” söyledi dün. En çok dillerinden milli iradeyi düşürmeyen, sandık/namus denklemi kuranların, “sandık”ı neredeyse fetişizme dönüştürenlerin anlaması beklenir oysa, oyların temiz-kirli diye tasnife tabi tutulamayacağını beklemiyoruz. Ama şu notu düşüyoruz: Hiçbir hukuk devletinde ve hiçbir demokraside oyların “kirli, az kirli, temiz çok temiz” diye tasnif edildiği görülmemiştir. Yapılan bir seçimde ülkenin her sandığında oy kullanan bütün yurttaşların oyu eşittir. Bütün oylar aynı saygıyı hak etmektedir.
HDP’li üç büyükşehir belediye başkanını görevden alıp kayyım atayan iktidar ile 31 Mart sonrası İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanlığına seçilen Ekrem İmamoğlu’nun elinden mazbatayı alıp kayyım atayan iktidar aynı iktidardır.