Şöyle bir bakıyorum da... Ülke yangın yeri gibi... Perişan, umutsuz, çaresiz bir görünüm içindeyiz...

Koronavirüs, depremden beter çıktı!

En şiddetli bir deprem bile olsa, şimdiye kadar yaraları çoktan sarmıştık... Fakat bu melun virüs, tüm dünya gibi ülkemizi de temelinden sarstı, âdeta esir aldı!

Böyle hazin bir tablo içinde Türkiye’de yeni partiler doğmak üzere...

Bunlardan biri de Rifat Serdaroğlu’nun partisi... “Çoban Ateşi Hareketi”nin eli kulağında...

Koronavirüs salgını parti çalışmalarını frenledi ama durduramadı...

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerlerine, Atatürk ilkelerine sahip çıkmaya şeref sözü veren bir parti bu... Bazılarının verdiği fasulyeden şeref sözü değil, gerçek şeref sözü!

Harekete, Cumhuriyetçi, Atatürkçü ve milliyetçi camialardan çok sayıda siyasetçinin destek vermesi olumlu bir durum yaratıyor.

Salgın bittikten sonra yaşanacak zor günlerde, dilerim ülkemize bir umut olur.

★★★

“Çoban Ateşi Hareketi”nin öncüsü olan eski bakanlardan Rifat Serdaroğlu,

“Dedelerimizin yaptıkları gibi vatan ve devlet uğruna geride bıraktıklarını, canlarını, servetlerini düşünmeden, sevdiğine koşar gibi ölüme koşabilir miyiz?” diye soruyor ve bu soruya kendisi şöyle cevap veriyor:

“Bence çoğumuz yapamayız, yapmayız!

Çünkü, Atatürk’ün gönlündeki ‘Türk Milleti’ olmayı başaramadık!

Ortak duygularımızı, vatan sevgimizi ve Allah korkusunu kaybettik!

Ancak birlik olursak, Cumhuriyet’in kurucu değerlerine ve çağdaş demokrasiye sahip çıkarsak bu coğrafyada bağımsız ve özgürce yaşayabilecek bir millet olabileceğimizi unuttuk!

Kimimiz “Benim param var, gerekirse yurt dışında yaşarım” dedi, kimimiz “Konuşursam beni vergi denetçileri ile, polisle ezerler” dedi, en garibanlarımız ise “Benim kaybedecek neyim var ki, hiç olmazsa makarnam, kömürüm geliyor” diye kendini dünyaya kapattı.

★★★

Sizce bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Vatanı;

Anayasa ve yasalara uygun yönetilen çağdaş bir ‘Hukuk devleti’ mi?

Lâiklik ilkesinin, Atatürk Milliyetçiliğinin geçerli olduğu tam bağımsız bir ülke mi?

Dedelerimizin canı pahasına savaştığı küresel çeteler gitmiş, yerine “Kurtuluş Savaşı’nı Keşke Yunan Kazansaydı” , “Keşke Çanakkale Geçilseydi”, Atatürk’e “Kefere Kemal- Beton Kemal-Deccal” diyenleri, devletimizin sofrasında ağırlamaktan çekinmeyenler gelmiş! Gelmemiş mi?

★★★

Peki, Türk Milletini içinde bulunduğu bu badireden çıkarması beklenen mevcut Siyasi Partilerimiz var mı?

Türkiye’de demokratik rejim çatır-çatır yıkılırken, bir tane olsun büyük miting yapabildi mi? Türk Milletini inandırıp ayağa kaldırabildi mi? Herhangi bir eylem koyabildi mi?

Ne yapıyorlar?

Salı günleri Genel Başkan konuşuyor, diğer günler AKP’ye laf sokmayı siyaset sanan üç kişi sırayla konuşuyor! Kim dinliyor? Hiç kimse!

★★★

Nasıl muhalefet yapılır ve nasıl sonuç alınır, size Çoban Ateşi Hareketi olarak bizler göstereceğiz.

Bizler, Türk Milletinin-Türk Devletinin-Türk Demokrasisinin-Atatürk’ün gönüllü savunucularıyız. Allah’tan başka kimseden korkumuz yoktur. Tek güvencemiz, dayanağımız Türk Milleti’dir.

Herkesle, anlayacağı dilden konuşmasını, anayasa-yasa tanımayanları, hukuk yoluna getirmesini iyi biliriz!

Yürekli ve namuslu insanların yapması gerekenlere bir örnek verelim;

Hapisteki gazeteciler, Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu, avukatları aracılığıyla şu duyuruyu yaptılar:

“Artık tahliye talebimiz olmayacaktır. İddianamemizi hazırlayın yeter!”

Yani, tahliyeniz batsın, istemiyoruz. Korkmuyoruz, yılmayacağız!

Siyaset, ülke yönetimi, bilgi-beceri-sevgi-yürek ister. Siyaset korkakların işi değildir!”

TEBESSÜM

“Gözüme kuş girdi!”


Gazeteci-yazar arkadaşım Ünal Sakman’ın “Babıâli Hatıraları” adlı ilginç bir kitabı var...

Ünal Sakman bu kitabın 87’nci sayfasında (artık Amiral Gemisi sıfatını kaybetmiş olan) Hürriyet Gazetesi’ne ait ilginç bir bölüm anlatıyor. Olayı o tarihte Hürriyet’in Yazı İşleri Müdürü olan Yüksel Baştunç’tan dinlemiş...

Yüksel Baştunç şöyle anlatıyor:

“İsmet İnönü’nün uzaktan akrabası olan ünlü mizah yazarı Şinasi Nahit Berker bir gün Hürriyet Gazetesi’nin Cağaloğlu’ndaki, şimdi halıcı olan binasına geldi. Gözünde kocaman bir pamuk ve sargı bezleri vardı... Hemen içeri aldık:

“Hayrola Şinasi Nahit, gözüne ne oldu?”

“Gözüme kuş girdi!”

Hoppalaa, olacak iş değil!

Şinasi Nahit’in anlattığına göre:

Alçaktan uçan bir saka kuşu, yönünü şaşırmış, gözüne çarpmış. Hem öyle şiddetli bir çarpma imiş ki gözünden kan fışkırmış ve zavallı kuşcağız da oracıkta can vermiş!

Muhabir ve foto muhabirlerini çağırıp röportaj yaptırdık. Ertesi gün “Ünlü yazar Şinasi Nahit’in gözüne kuş girdi” diye Hürriyet’in birinci sayfasında bir haber yayınlandı... Hem de resimli... Bu haberin çıktığının ertesi günü de Ankara’da yayınlanan Ulus Gazetesi’nde bir haber:

“Hürriyet Gazetesi’ni nasıl aldattım?” İmza: Şinasi Nahit Berker.

Hürriyet’in tahkik etmeden haber kullandığını ispat için Şinasi Nahit bu oyuna başvurmuş!

Şinasi Nahit Berker “Başkasına verirler talkını, kendileri yutar salkımı!” diyordu.

GÜNÜN SÖZÜ


Fikir ve düşünce özgürlüğüne karşı çıkan kim olursa olsun uygarlık öncesine ait fosildir!