Sanırım 1980’lerin başıydı ve Ramazan ayıydı. Bazılarımız tek haneli yaşların sonunda, bazılarımız 10’lu yaşların başındaydık.

Mahallenin çocukları (üst kattaki gülsuyunu bitirdiğimiz ve birbirimize ayak gıdıklama gibi şakalar yaptığımız için kovulduğumuz günleri saymazsak) Ramazan boyunca her akşam Teravih için camide toplanırdık.

O gece teravih sonrası harmana patos gelecekti.

Rençberlik başlı başına zordu ama patos en zoruydu. Bir tarafta samanın tozu, diğer tarafta motor (traktör) ile patosun gürültüsü, insanın sinirlerini bozardı.

★★★

Biz çocukların patosa sap atmasına izin verilmezdi. Zira çocuklar için çok tehlikeliydi. Kayış atabilirdi, dirgen elimizden çıkıp sapla birlikte patosun içine düşebilirdi, kayışın bağlandığı kasnağa çarpabilirdik, ayarında sap atamayıp kayışın atmasına neden olabilirdik.

O yüzden bizim yaşlarımızdaki çocuklara patos sırasında üç iş düşerdi:

- Tayayı (yığını) sapları patosa atan kişinin önüne indirmek,

- Elekten geçip kovaya dolan buğdayı ya da arpayı harman yerindeki çuvallara taşımak,

- Samanı samanlığa düzgün bir şekilde yaymak.

Tayayı boşaltmak daha az gürültülü ve tozsuz olduğu için tercih edilebilirdi ama beş altı saat boyunca kesintisiz yapılan bir iş olduğu için çok yorucuydu.

Kovaya dolan buğdayı taşımak görece daha kolaydı ama elek samanın çıktığı bölümün altında olduğu için tozdan geçilmezdi.

Samanlığı düzeltmek en pis işti ama genelde patos sonrasına kaldığından hiçbir çocuk bu işten kaçamazdı.

★★★

Ben bunları düşünürken cemaat dua aşamasına gelinmişti. Bizim çocuklardan biri Şavşat göçmeni dindar arkadaşımıza “duada ne diyeceğiz” diye sordu. O da “ne olmasını istiyorsanız onu söyleyin” karşılığını verdi.

Taylan Özgür sapsarı bir çocuktu ve kaşları belli olmuyordu. Koyu çıksın diye defalarca kaşlarını tıraş etmiştik. İlk dua ondan geldi: “Allah’ım sen bana kaş ver.”

Hepimiz birden gülmeye başladık. Ardından onun sağındaki Mahir Ulaş’ın duası geldi: “Allah’ım sen bizim Başak’ı koru.”

(Ulaş’ın sözünü ettiği Başak’tan 29 Temmuz 2019 günü yazdığım “Traktör” başlıklı yazıda söz etmiştim. Başak 12, Zirai Donanım Kurumu tarafından üretilen küçük bir bahçe traktörüydü.)

Taylan Özgür ve Mahir Ulaş’ın dualarını tekrarlayarak gülüşürken çok gürültü yapmıştık.

Bu yetmiyormuş gibi ayaklarını gıdıkladığımız Turan ayağa kalktı ve dedelerimize seslenerek “Eye Kor Ali Rıza, eye Mansur kişi, bu yehdilerinize sahip çıkın” dedi. “Yehdi” sözcüğü yaramaz çocuklar için kullanılırdı.

Bütün cemaat bizim bulunduğumuz yere bakmaya başlamıştı ve en sevdiğimiz tesbih çekme bölümüne kalamadan camiden ayrılmak zorunda kalmıştık.

★★★

Eve vardıktan bir süre sonra patos geldi. Traktör hizalandı, patos samanlığa yönelik bir şekilde sabitlendi, kayışın gerginliği ayarlandı. Herkes yerini aldı.

Ben buğdayı elekten alıp çuvallara taşıyacaktım. Patosun parası saatlik ödenirdi, saate bakıldı “bereketli olsun” denilerek motor çalıştırıldı. Evde sapı patosa atacak kimse olmadığı için bir ırgat tutulmuştu.

Uzun süre çalışan ırgat çok yorulmuştu ve ara vermek istedi. Buğday dolu kovayı anneme verip, “ben atabilir miyim” diye atıldım. Hemen dirgeni uzattı.

“Dirgeni sıkı tut atarken elinden çıkmasın. Azar azar sık sık at, boş kalmasın ama çok dolup boğulmasın da... Atmadan önce de salla ki içinde taş varsa düşsün” dedi.

En çok taştan korkuyordum. Zira patosa taş atılınca, korkunç bir gürültü çıkıyordu.

Artık patosun arkasındaydım. Bu işin bende yarattığı “büyüme” hissini anlatamam.

Başta ritmi tutturmuştum, iyi gidiyordu. Farkına varmadan sık sık ama fazla fazla sap atmaya başlamışım. Patos boğulmaya, daha fazla sallanmaya başladı. Bir süre sonra kayış attı. Artık sadece traktörün ve yerde boş dönen kayışın sesi geliyordu.

★★★

Kayışın yeniden takılması, patosun yeniden çalışması 10 dakikayı buldu. Camideki olay nedeniyle zaten sinirli olan dedemden iyi bir azar işittim. Döndü “çoluk çocuğa bırakılır mı bu iş” diye ırgata da kızdı. Çok utanmıştım ama iyi bir ders almıştım:

Bir iş için yeterli değilseniz, yaptığınız işte kayış attırma ihtimaliniz yüksektir.

Hayat pahalılığının kayış attığı şu günlerde, kameralar karşısında gülücükler dağıtan Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’yi ne zaman görsem, o koca patosa kayış attıran ve dedesine sevimli görünmek için gülücükler saçan o mahcup çocuğu anımsıyorum.