Geçenlerde bir televizyon programında hükümet yanlısı bir yorumcu muhalefeti eleştirirken “İşleri güçleri kriz tellallığı yapmak. Hiçbir somut önerileri yok” dedi.

Program yorumcuları arasında CHP’den kimse yoktu.

Muhalefeti savunmak
biz gazetecilerin işi değil ama gerçekleri ortaya koymak gibi bir görevimiz var.

Söz bana geldiğinde bu bilginin doğru olmadığını söyleyerek muhalefet tarafından gündeme getirilen ve iktidar tarafından (tamamen ya da kısmen) hayata geçirilen bazı vaatleri sıraladım.

Örneğin CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2015’teki genel seçimlerden önce açıkladığı vaatler arasında “Devlet işverenin vergi ve prim yükünü hafifletecek, asgari ücret 1500 lira olacak” maddesi vardı. AK Parti iktidarı başta bu vaatle dalga geçmesine rağmen kısa süre sonra asgari ücreti bu rakama çıkarmıştı.

Örneğin aynı seçimlerde CHP’nin vaatlerinden
biri emeklilere iki dini bayramda birer maaş tutarında ikramiye vermekti. AK Parti iktidarı bu vaatle de “kaynak nerede” diye dalga geçmişti. Ancak
kısa süre sonra hükümet emeklilere iki bayramda biner lira ikramiye vermeye başlamıştı.

Benzer bir durum aile sigortası konusunda da yaşandı. Kaynak soran iktidar, yoksullara aile sigortasına benzeyen bir destek programı uygulamaya başladı.

Ben bunları sıralayınca, başta “somut önerileri yok” diyen yorumcu “ne güzel bak, yapıcı eleştiriler her zaman sonuç getiriyor” dedi.

Gülsem mi ağlasam mı bilemedim.

Muhalefetin iktidara gelmeden sorunları çözebilmesi demokrasinin en güzel taraflarından biridir.

Ben deniz de bir yazımda Kredi Yurtlar Kurumu’nun verdiği öğrenim kredilerinin geri ödemelerinin üç mislini bulduğuna dikkat çekip, bu sorunun çözülmesini istemiştim.

Kılıçdaroğlu da gençlere açık çağrı yapıp “faizleri ödemeyin, biz geldiğimizde sadece ana parayı alacağız” demişti.

İktidar yine “kaynak” bahanesine sığınınca gençler sosyal medyada “yandaş müteahhitlerinin affedilen vergileri daha fazla” görüşünü paylaşmıştı.

Neticede Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan çıkıp Kılıçdaroğlu’nun vaadini hayata geçireceklerini duyurdu. Bir kez daha muhalefetin dediği olunca gençler de “Teşekkürler Kılıçdaroğlu” diyerek sosyal medyayı salladılar.

Öğrencilerin KYK faizleri sorunu hallolunca, bizlere EYT’lilerin mesajı yağmaya başladı. Çok ilginçti, çoğu “Kemal Bey’e Meral Hanım’a baskı yapın. Onlar üstüne giderse hükümet yapar” görüşünü dile getirmişti.

Kılıçdaroğlu da önceki gece “EYT... Loading (yükleniyor)” mesajı paylaştı.

2023’te yapılacak seçimler öncesinde daha çok benzer durum yaşayacağız.

O nedenle bugünkü yazımın başlığını “EYT de olur Kemal Bey” olarak belirledim.

Israra devam, o da olur Kemal Bey!

Sağlığın bahanesi olmaz!


Aliağa’ya söküme gelecek uçak gemisi meselesi Türkiye’nin gündemine oturdu.

Hedefte Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, eleştirilerin odağında ise sökümden kazanılacak parayla insan sağlığını tehdit eden asbest maddesinin açığa çıkmasına göz yumulacağı gerçeği vardı.

Bu yüzden geçen Pazartesi günü çıkan yazıma “asbest kafası” başlığını atmıştım.

Yazım yayınlandıktan sonra Bakanlıktan bir bilgi notu aldım. Altı maddelik notta özetle şu bilgiler yer alıyordu:

- İzin talebi sonrası, bir kez yapılması gereken kontroller, uluslararası yeterliliği olan uzman isimler tarafından uluslararası kriterlere uygun biçimde tekrar tekrar yapılmış. Basel sözleşmesi uyarınca gemide tehlikeli, riskli herhangi bir durum tespit edilmemiş.

- Bu büyüklükteki bir geminin sökümü teknik açıdan dünyada sadece Türkiye ve Hindistan’da yapılabiliyor. İşi Türk firması aldığı için Aliağa öne çıktı.

-  Karar uluslararası hukuka göre alınmış. AB Gemi Geri Dönüşümü Tüzüğüne uygun bulunmuş ve tüm yükümlülükler yerine getirince izin vermeme seçeneği ortadan kalkmış.

- Gemi Türk karasularında bir kez daha uzmanların denetimine tabi tutulacak. Tehlikeli durum, risk bulunursa geri gönderilecek.

- Söküm işlemi AB lisanslı şirket tarafından titizlikle yapılacak.

- Gemide 9,6 ton asbest yükü var. Söküm sırasında asbestin havayla teması kesilecek. Atıklar uygun şekilde ambalajlanıp taşınıp bertaraf edilecek.

Bakanlığın izin talebini değerlendirirken titiz davranması takdire şayan.

Ancak, mesele çevre olduğunda, mesele insan sağlığı olduğunda daha ilkesel bir tavır almak gerekir. “Gerekli önlemleri aldık” demek yerine, “prensip gereği reddettik” demeleri bu ülkenin halkı için daha doğru ve ilkeli bir karar olurdu.

O ilke de şirketin çıkarlarını değil, halkın sağlığını ve çevreyi ön planda tutmak olurdu.

Ayrıca “İzin vermeme seçeneği ortadan kalktı” ne demek? Biz egemen bir ülke değil miyiz? AB Yönetmeliğine uygun diye böyle bir riski almak zorunda kalmak bağımsızlığımıza gölge düşürmez mi?