Enflasyonda frenin patladığı, dar gelirlilerin mutlak anlamda fakirleştiği bir dönemde, Çanakkale Boğazı üzerine, Koreli mühendislerce dizayn edilip yine onların nezaretinde inşa edilen “dünyanın en uzun açıklıklı asma köprüsü” törenle hizmete girdi. Bu “ayranı yok içmeye taht-ı revanla gider def-i hacete” atasözüne tam uydu. Unutmayın! Hayatta her şeyin bir sebebi, her kararının bir gerekçesi vardır. Başkaları bunları geçersiz veya hatalı görülebilir. Ama alan açısından her karar, alındığı gün itibarıyla geçerli ve tutarlıdır. AKP “eşek ölür kalır semeri, insan ölür kalır eseri” ilkesine göre yatırım yapmakta ve şöyle demektedir: Biz, neyi niçin yaptığımızı biliyoruz. Bizi hafife almayın. Kamuya açıkladığımız yapılabilirlik hesapları doğru olmayabilir. Biz de bu gösterişli eserlerin halka yüklediği külfetin, sağladığı nimetten misliyle fazla olduğunu biliyoruz. Ama biz bunları, zaten iktisadi olduğu için değil, unutulmamak için inşa ettiriyoruz. Gelecek nesiller sadece eserleri görecek ve yaptıranlardan Allah razı olsun diyecektir. Dolmabahçe Sarayı, Osmanlı Devleti iflas ederken dış borçla inşa edilmiştir. Bugün burayı gezenlerin aklına hiç, bu saray uğruna Osmanlı halkının fukaralaştırıldığı hiç geliyor mu?

YAP-İŞLET-DEVRET

Hükümetin, (gayri iktisadi olup olmadığını bir yana bırakalım) köprü, tünel, otoyol, hastane, havalimanı vesaire inşa ettirmesi görevi icabıdır. Kaldı ki; altyapı yatırımlarının tek başına (stand alone) fizibil olması gerekmez. Bu kabil yatırımlar yaratacakları (eksi veya artı) “dışsal etkilerle” birlikte değerlendirilir. Hükümet, bir yatırım kararı alınca bunun uygulamasını ilgili bakanlığa bırakır. Her bakanlığın yatırımlardan sorumlu bir dairesi veya kurumu vardır. Mesela yapılacak iş, bir köprüyse, yetkili kurum Karayolları Genel Müdürlüğü’dür. Bu genel müdürlük, inşaat müteahhidi değildir. İşi, mesela Çanakkale Köprüsü’nün yapımını, en ekonomik teklifi veren bir müteahhide ihale eder. Açılışı yapılan köprü, bu yöntemle inşa edilseydi belki de ihaleyi, yine aynı “müteahhitler konsorsiyumu” kazanırdı. Yatırım için gerekli iç veya dış parayı bulmak ise “devlet”in (Hazine) işidir. Bunu da her müteahhitten daha ucuza yapar. Yap-İşlet-Devret gibi dolambaçlı yollara sapmaya gerek yoktu. Önce “halkın cebinden tek kuruş çıkmayacak” deyip sonra “bedeli devlet ödeyecektir” demek gibi bir çelişkiye düşülmezdi.

KİM, KİMİ KANDIRIYOR

Yasal, doğal veya teknolojik “tekel” oluşturan kamu yatırımları “Yap-İşlet-Devret” (YİD) yöntemiyle inşa edilmemelidir. Doğru olanı, birinci ve ikinci İstanbul Boğaziçi köprüleri ve bağlantı yollarının veya TEM’in inşasında kullanılan ihale yöntemidir. Peki; ortada denenmiş ve başarılı olmuş böyle bir yöntem varken, AKP niçin YİD’i tercih etmiştir? Benim anladığım, AKP propagandacısı akıllı bıdıklara göre, YİD’de borçlanmayı sureta müteahhitler yaptığı için, kamunun iç veya dış borcu artmış olmayacaktır. AKP de bunu halka “cebinizden tek bir kör kuruş çıkmadan eserlere eser kattık” diye yutturacaklardır. Mübarekler reklamcı değil, finans cambazı sanki. Peki, müteahhit iç ve dış borç bulsun diye Hazine tarafından verilen ödeme garantilerini yabancı kreditörler veya ratingci amcalar nasıl değerlendirdi acaba? Kuşku yok ki, Türkiye’nin “kamu borcu” olarak hesaba kattılar. Bu gerekçeyle notumuzu düşürüp, faize zam yaptılar.

Son söz: Yerli kanar, yabancı kanmaz.