Geçen hafta internette, şimdilerde muhalefet safında yer alan, bir zamanların AKP ekonomi santrforu Ali Babacan ile yine geçmişte “milliyetçi muhafazakâr” kanadın düşüncelerine tercüman olan gazeteci Taha Akyol’un iktisat sohbetini izledim. Babacan, 2023’te 560 milyar lirayı aşacak kamunun faiz ödemelerini göstererek, AKP’nin bu yolla “yoksuldan varsıla” gelir aktardığını anlatıyordu. Zımnen, tekrar ekonominin başına geçerse, bu faizi ortadan kaldıracağını ve elde edilen tasarrufla fakir halkın konut meselesinin devlet tarafından çözülebileceğini söylüyordu. Düşünmeye başladım: Bu faizin ne kadarı reeldi? Yoksa ortada enflasyonun sebep olduğu bir şişkinlik mi vardı? Eğer faizin büyük kısmı reel ise bütçeye binen bu yüksek faiz yükü, TL borcundan mı, döviz borcundan mı kaynaklanıyordu? Bu dövizli borçlar niçin alınmıştı? Dövizli borç azaltılmadan, faizden ne kadar tasarruf edilebilirdi? Dövizli borç azaltılabilir miydi?  Faizden tasarruf edilemiyorsa, fakirlere konut inşaası için para nereden bulunacaktı?

AKP, YÜKSEK FAİZCİ Mİ?

AKP, özellikle son bir yıldır TL için “sürrealist” bir düşük faiz politikası uyguluyor. Ama dövizli borçlara söz geçiremiyor. AKP, 2002-2008 arasında TL’li kamu borçlarına yüksek reel faiz ödemişti. Bu yıllar hariç, son 99 yıl içinde, bırakın AKP iktidarını hiçbir hükümet, kamunun TL cinsinden aldığı borçlara “reel” faiz ödememiştir. (Yani ex-ante nominal faiz, aynı dönemdeki ex-post enflasyondan yüksek olmamıştır.) Dünya’da da devletler, kamu borcuna kural olarak reel faiz ödemez. Halbuki AKP iktidarı zamanında enflasyondan arındırılmış %10 faizli tahvil ihraç edilmişti ki; işte o gerçekten bir “yoksuldan-varsıla” reel gelir aktarımıydı. Devletin yurt içinde TL cinsinden borçlanarak yurt dışına gelir aktardığı yıllar, TL’nin dolar karşısında değer kazandığı dönemlerdir. O dönemde, yabancı portföy yatırımcıları, dövizlerini TL’ye çevirip yüksek faizli Hazine kağıtlarına yatırarak, dönem sonunda tekrar dövize döndüklerinde dolarlarına yıllık %30-%40 getiri (faiz artı kur farkı) elde etmişlerdi. Bazılarının “nerede o eski güzel günler, asgari ücret dolar cinsinden tavan yapmıştı” diye hasretle yad ettiği seneler, aslında soyulup soğana çevrildiğimiz o “Lale Devri” günleridir. Eğer son yıllarda fahiş faizle döviz borcu almak zorundaysak bunun esas sebebi, o günlerde izlenen “yüksek faiz-düşük kur” politikasıdır.

GERÇEK (REEL) FAİZ YÜKÜNDEN KURTULMAK

Devletin, kabaca 210 milyar dolarlık (iç artı dış) borcu var. Bunun 140 milyarı döviz, 70 milyar dolara tekabül eden kısmı TL cinsindendir. TL borçların sadece üçte biri sabit faizlidir. Kalanı enflasyona endeksli veya değişken faizlidir. TL’li borçlara enflasyondan daha yüksek faiz ödenmemektedir. Eğer herhangi bir yılın devalüasyon oranı, o yılın enflasyon oranına eşit veya daha yüksekse, o yıl dövizli borçlara ödenen faizin tamamı reeldir. Ama tersinin varit olduğu yıllarda (mesela 2002-2008 arası) dövizli borçlara ödenen döviz faizinin TL karşılığı bütçede reel gider oluşturmuyordu. “Yani dövizle borçlanma, TL ile borçlanmadan ucuza geliyordu.” Bu yüzden gerek kamu kesimi gerek özel sektör firmaları, dövizle borçlanmaktan ve Hazine de döviz borcu alan kamu müteahhitlerine kefil olmaktan hiç çekinmemiştir. Üstelik AKP, bu sayede kamu borcunun, milli gelire oranını düşürdük diye de böbürlenmiştir. Türkiye ekonomisinin yapısal bozukluğu “dış-borç-kolik” olmasındadır. Bu bağlamda kamu veya özel ayırımı yapmak anlamsızdır. Türkiye tek bir bütündür. Muhalefet, bu yapısal bozukluğu nasıl onaracağını planlamalıdır.

Son söz: Kumda oynamayı bırak, soğuk denize gir.