Tarafların, ekonominin canına okuyacak vaatlerle oy toplamaya çalıştığı seçimler sonuçlandı. Şimdi hesap zamanıdır. Erdoğan, hem mecliste çoğunluğu sağladı hem de tam yetkili başkanlık görevini 5 yıl daha sürdürmek üzere halktan vekalet aldı. Ülkemize ve ulusumuza hayırlı olsun. Eğer Kılıçdaroğlu aynı şekilde, yani hem cumhurbaşkanı seçilmiş hem de Millet İttifakı mecliste çoğunluğu ele geçirmiş olsaydı, “getireceği değil kendi ifadesine göre getirmiş olduğu” 300 milyar dolarla işe başlayacaktı. Harika! Bu da akut hale gelmiş döviz sıkıntısını bir anda ortadan kaldıracaktı. Döviz bollaşınca dolar fiyatı istikrara kavuşacak, dolar durunca ithal mal ve girdi fiyatları artmayacak hatta düşecek, böylece enflasyon da inecekti. Yani ekonomide 2002-2007 arasında olduğu gibi yeni bir “Lale Devri” yaşanacaktı. AKP’nin dışarıdan böylesi yüklü bir para getirdim iddiası yoktu. Bu yüzden Türkiye’nin döviz açığını nasıl kapatacağını herkes merak ediyordu. Uluslararası finansman dünyasını yakından tanıyan Mehmet Şimşek’in, Maliye Bakanı olacağı haberi buna cevap olarak mı gündemde tutuluyor? Yani AKP de biz de dışarıdan sıcak para getirir, döviz bitti korkusuna son veririz mi demek istiyor? Şimdiye kadar böyle bir şey duymadık. Tam aksine daha ilk günde Erdoğan “Faizi indirmeye devam edeceğim. Enflasyonu bu yolla düşüreceğim” diye faizi artırmak gerekir diyenlere meydan okudu. Üstelik gelirleri enflasyonun altında kalan kesimlerin maaşlarına zam yapacağız dedi. Yani iç talebi coşturarak milli gelir büyümesini sürdüreceğini söyledi.

KAPİTALİST SİSTEMİN İŞLEYİŞİ

Kapitalist sistem “fiyat mekanizması” tarafından yönetilir. Ekonomiyi yönetenlerin görevi fiyat mekanizmasının işini doğru yapmasını sağlayacak ortamı kurmaktır. Bunun iki bileşeni vardır. Birincisi “fiyat istikrarını”, ikincisi “adil rekabeti” sağlamaktır. Fiyat mekanizmasını YZ (yapay zekalı) bir elektronik beyin gibi tahayyül edin. Bu beynin içindeki en önemli “çip” paradır. Para bozulursa, fiyat mekanizması kendinden beklenen görevi yapamaz. Yani ülkenin sınırlı kaynaklarını milli geliri en yüksek hızda büyümesini sağlayacak şekilde tahsis ve tevzi edemez. Paranın bozulması onun satın alma gücünün düşmesi ve diğer paralar karşısında sürekli değer kaybetmesidir. Buna “enflasyon” denir. Enflasyon, paranın ölçü birimi ve tasarruf aracı olma niteliklerini ortadan kaldırır. Çelik metreyi lastik metre haline getirir. Ölçü birimi sakatlanınca fizibilite hesapları doğru yapılamaz. Ama hayat durmaz. Fiyat mekanizması kendine sağlam bir para arar. Bu da ABD doları veya Euro olabilir. Bu yüzden enflasyonu yüksek ülkelerde “çift paralı” (dual currency) bir finansal sistem oluşur. Finansal sistem çift paralı olunca tek paralı ekonomilerde geliştirilmiş yöntemler ters çalışır. Mesela TL faizinin yükseltilmesi, “işlevsel para” doların faizini düşürür. Enflasyon, ekonomiyi soğuduğu için değil, dolarla ithalat ve dolarla borçlanma ucuzladığı için düşer. TL’nin aşırı değerlenmesiyle bir sonraki devalüasyon krizinin tohumu atılmış olur. Buna yurdum iktisatçılarının kafası basmaz.

ÜCRET FİYAT SARMALI

Enflasyonu düşürmek ve düşük tutmak için (ülkemizde %5 düşük enflasyondur) kısa vadede “ücret-fiyat” sarmalının oluşmasına meydan vermemek gerekir. Uzun vadede ise tek yol “döviz gelirlerini, döviz giderlerinin üstüne çıkarmaktır”. Bu ekonomi politikaların ikisi de uygulanması siyaseten zor önlemler içerir. Siyasetçi için en güzeli bol “dış borç almaktır”. AKP’nin 20 yıllık ekonomi politikası da bu olmuştur ve bu olmaya devam edecektir. Haksızlık etmeyeyim, Kılıçdaroğlu’nun yani Millet İttifakı’nın önerdikleri ekonomi modeli bundan başka bir şey değildi.

SON SÖZ: Önder, halkın önde gideni değil; arkasından gidilenidir.