Gece lisesine devam edip çalışırken tanıdığım biri vardı İzmir’de. Karabağlar, Menemen, Kemalpaşa, Ödemiş pazarlarına gider iyi de para kazanırdı...

Bir cumartesi günü iki arkadaş haftalıkları cebimize koyup kazanma hevesiyle takıldık peşine. Daha doğrusu o izin verdiği için birlikte üreticilerin de mal sattığı Karabağlar pazarına gittik. Bizim atölye haftasonu 13:30’a kadar açık olduğuna göre, temizlen giyin çık iki otobüsle Karabağlar’a gel, saat nereden baksan 14:30 falan.

O önde biz arkada başladık pazarı dolaşmaya. Aniden duruyor, yaz olduğu için mesela biberlerin yığılı durduğu bir tezgaha yöneliyordu. Bir karpuzcuya, bir kavuncuya, bir dolmalık biberciye uğrayıp durduk.

Zaman geçiyor, bir şey almıyorduk. Bu saatten sonra alsak hangi ara satacaktık?

Sonra ilk uğradığımız bibercinin önünden beşinci defa falan geçerken adam seslendi bizimkine. Tezgahın arkasına geçti, biz de arkasındayız. Adam, ‘senin dediğin çok düşük’ diyerek bir rakam söyledi, ‘ver, mal senindir’ dedi. Bizimki rakamın altında bir şey dedi. Adam düşündü, ‘tamam’ dedi!

Haftalıkları birleştirip ona verdik, o da kendi payını katıp adamın eline saydı. Biberler bizimdi. Saat 19:30’a kadar satış yaptık, kalan kısmı da toptan alan birine sattı. Pazardan ayrılırken haftalıkları geri aldığımız gibi kazancımız iki haftalığa bedeldi. Malı bize satan üretici, işgaliye parası alan belediye, o zamanlar alınabiliyordu kilo kilo biber alan müşteriler ve biz, yani herkes kazanmıştı!

Bir daha bizi pazara götürmedi ama o gün otobüs durağının oradaki çay ocağında çay içerken ders verdi: Çocuklar alırken kazanacaksınız, yoksa daha o dakika kaybedersiniz!

Peki memlekette çok kullanılan bu alırken kazanmak lafı doğru mu?

Günümüzde üniversitelerde ders olarak okutuluyor konu. Yüzde yüz doğru demiyor profesörler, doğru yanları olsa da eksik diyor. Alırken kazanmanın pazarı iyi tanıyıp bütün dinamikleri dikkate almak, profesyonel uzmanlık, danışma ve doğru ekipleşme ile mümkün olabileceği anlatılıyor. Alırken kazanmak yüklü indirim değildir, aslında ilkelerinizi ustalıkla karşı tarafa benimsetmektir deniyor.

***

Dün geceden beri herkes soruyor şimdi.

Hani birinci turda bitiyordu cumhurbaşkanlığı seçimi, Bay Kemal kazanıyor, Millet İttifakı silip süpürüyordu... Niye böyle oldu?

Bu soru üzerine aklıma pazardaki ‘alırken kazanma’ dersi geldi!

Seçim boyunca Millet İttifakı’nın en önemli kozu yüksek asgari ücret, 300 milyar doları ülkeye getirmek, çiftçiye bedava mazot, gençlere ve ev kadınlarına maaş, her emekliye 15 bin lira bayram harçlığı, depremde evleri yıkılanlara bedava ev sözü müydü... Neydi?

Yoksa, yıllar yıllar sonra iktidarın elinden İstanbul’u, Ankara’yı alan İmamoğlu ve Yavaş’a toplumun duyduğu güven miydi!

Bu ikili en güçlü koz olmasa, memleketin dört bir köşesinde 6 lider onlarla ortak mitingler yapmazdı herhalde.

Bu ikiliye çok güvenilmese genel başkan gibi tek başlarına şehir şehir, televizyon televizyon gezdirilip, öteki adayın karşısına rakip olarak çıkarılmazdı herhalde.

İmamoğlu ve Yavaş’a 14 Mayıs’ta sabaha kadar ‘ekran yüzü’ gibi kamuoyu bilgilendirmesi yaptırılmazdı herhalde.

E be kardeşim madem toplumun çok güvendiği, hatta sizin bile güvendiğiniz iki isim vardı yanınızda, kamuoyu yoklamalarında da hep onların adı çıkıyordu... Üstelik adınız bile millet ittifakı, niye milletin sesine tıkadınız kulaklarınızı?