Tekerlekli bir yürüteç almamız gerekiyordu.

Eşimle birlikte sağlık kurumlarının yoğun olduğu Sıhhiye bölgesine gittik.

Ankara’nın Sıhhıye semti, hastaneler gibi eczanelerin ve medikal ürün satıcılarının da yoğun olduğu bir bölge.

- İlk girdiğimiz dükkânın sahibi, “Bu ithal model, bin 300 lira” dedi.

Cümleyi duyar duymaz, üzerindeki yazıya odaklandım. Etiketinde üretim yeri olarak “İvedik/Yenimahalle” yazıyordu. Yalan söylediğini düşünerek kendisinden soğudum ve “Biz biraz daha bakalım” dedim. Oradan hızlıca uzaklaştık.

- İkinci girdiğimiz dükkânda söylenen fiyat bin 250 liraydı, ancak tek bir ürün kalmıştı ve onun da tekerleği dönmüyordu.

- O nedenle üçüncü bir dükkâna baktık. Oradaki tezgahtar kadın, aynı ürün için “bin 700 lira” dediğinde doğrudan çıkış kapısına yöneldik.

- Sıra dördüncü dükkandaydı. Aynı ürüne farklı farklı fiyatlar duymaktan sıkılıyor insan.

Bu nedenle pazarlık falan yapmadan bin 250 liralık yürüteci aldık. O sırada satıcı bana yıllarca çalışıp 10 bin 500 gün prim yatırıp, buna karşın 13 bin lira maaş aldığından dert yanıyor ve kendisi gibi olanların derdini televizyonda anlatmamı istiyordu.

★★★

“Aynı ürüne nasıl bu kadar farklı farklı fiyatlar isterler” diye söylene söylene pazar yerine varmıştık.

“Nasıl olsa elimizdeki yürüteç nedeniyle taksiye bineceğiz, pazara da uğrayalım” dedim.

Pazarda ilk dikkatimizi çeken fiyatlar oldu. Manavdan farklı değildi. Tezgahlar da eski pazarlarda olduğu gibi dolu dolu değildi.

Sivaslı olduğunu söyleyen pazarcı, artık çok insan gelmediği için çok ürün getirmediklerini anlattı.

Tezgahların arasında dolaşırken yanıma gelen vatandaşlar da pahalılıktan ve emekli maaşlarının düşüklüğünden yakındı.

★★★

Alışverişi bitirdikten sonra, elimizdekilere baktım. Bin liraya yakın harcamıştık ama sadece üç-beş parçaydı. Haliyle yürütecin fiyatı meyve sebze fiyatlarının yanında çok da abartılı gelmedi.

Sıhhıye Köprüsü’nün altından taksiye binmek için Abdi İpekçi Parkı’na yöneldik.

Yol kenarındaki bankların üzeri insanlarla doluydu. Çoğunun emekli ve işsiz insanlar olduğu her hallerinden anlaşılıyordu.

“Şehrin göbeğinde insanların gelip oturabileceği yeşil alanların olması ne kadar önemli. Bir pastaneye, kahveye dahi gidemiyor, buralarda zaman geçiriyorlar” dedim eşime.

Tam o sırada ikimizin de gözü aynı manzaraya takıldı.

★★★

Yürüme yolunun sol tarafında bir aile oturmuştu.

Baba, 30’larında ya var ya yok. Ancak kavruk teni, zayıf bedeni, griye çalmış saçları daha yaşlı gösteriyordu. Vücuduna göre daha iri ve güçlü, biraz da nasırlı ellerinden işçi olduğu belliydi.

Tesettürlü anne daha da gençti. Belki de 20’li yaşlarının ikinci yarısında. Nedense o da eşi gibi, olduğundan daha yaşlı gösteriyor.

Bir çocukları bebek arabasında. Diğer çocuk yeni ayaklanmış, çimlerin üzerinde yürümeye çalışıyor.

Belki de bütün günlerini o iki çocukla evde geçirdiğinden, kocasının izin gününde bir değişiklik olsun diye şehre inmek için ısrar etmişti.

★★★

Anne yürümeye çalışan çocukla ilgilenirken, baba bağdaş kurup bacaklarının arasında tuttuğu 1 litrelik vişne suyunun vidalı kapağını tek hamlede açtı.

Şeffaf plastik bardağa özenle doldurduğu vişne suyunu ayaktaki çocuğa uzattı.

Yerde bir de janjanlı ambalajıyla patates cipsi var.

Anne, bir eliyle yürümeye çalışan çocuğunu tutup, diğer eliyle cips paketini zar zor açmayı başardı. Elini daldırıp aldığı bir iki cipsi çocuğun ağzına götürdü.

Baba o sırada kendileri için ayırdığı iki bardağı doldurmaya başlamıştı.

★★★

Gayri ihtiyari olduğumuz yerde kalıp, bir litre vişne suyu ve bir paket cipsle Abdi İpekçi Parkı’nın çimlerine oturmuş vakit geçiren o aileyi izlemeye başlamıştık.

Biraz önce kahveye ya da pastaneye gidemedikleri için parka geldiklerini düşündüğüm emeklilerden farkları yoktu.

Kavruk tenli genç işçi, imkânı olsa eşini ve çocuklarını bir pastaneye ya da lokantaya götürüp masada oturup yemek yemeği tercih etmez miydi?

Onları izlerken aklıma Nazım Hikmet’in şiirleri geldi...

“Memleketimden insan manzaraları...”

“Ceviz ağacı...”

Sonra kendi kendime Cem Karaca şarkısı gibi mırıldanmaya başladım.

“Ben yoksul bir işçiyim Abdi İpekçi Parkı’nda...

Ne sen bunun farkındasın ne de Mehmet Şimşek farkında...”

Ne de devlet farkında!

★★★

AK Parti Keçiören İlçe teşkilatında görevli taksi şoförümüz, “Abi bizi eleştiriyorsun ama yine de seni beğeniyorum, objektif adamsın” derken ben kendisine “Mehmet Şimşek’in sadece aylık maaş zammının 49 bin lira olduğu bir ülkede, bir asgari ücretli 2025 Ocak ayına kadar 17 bin 2 liraya ailesini geçindirmek zorunda olduğunu anlatmak muhaliflik değildir. Gerçekleri söylemektir” diyordum.

Sohbetin sonunda gördüm ki kendisi de benim gibi düşünüyor.

“İşte bu yüzden Keçiören gibi bir kaleyi kaybettik” dedi ve ekledi: “Bugün seçim olsa yine kaybederiz.”

★★★

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan için artık öyle bir ihtimal yok ama Mehmet Şimşek bunu yapabilir.

(Bisikletle ya da yaya fark etmez) Ara ara insan içine çıksa, her şeyin tahrif edilmiş piyasa rakamlarından ibaret olmadığını görse, dışarıda kendilerinin farkında dahi olmadığı yoksul insanların, işçilerin, emeklilerin nasıl bir yaşam mücadelesi verdiğini fark etse nasıl olur?