Türkiye, normalleşme, yumuşama gibi siyaset bilimine ait olmayan kavramlar üzerinden ‘seçim sonrası dönem’i tartışıyor. Sahada önemli araştırmalar yapan Siyaset Bilimci Doç. Dr. Onur Alp Yılmaz ile konuştuk. Yılmaz’a göre AKP’nin iktidarını sürdürmek için atabileceği en rasyonel adım parlamenter sisteme geçmek. Bu, kazananın her şeyi aldığı sıfır toplamlı oyunu bitireceği için siyasi partileri güçlendirecek ve böylece muhalif seçmen CHP haricindeki siyasi partilere de yönelecek.

Saha çalışmaları yapan Siyaset Bilimci Doç. Dr. Onur Alp Yılmaz, “AKP, kitle partisi olma niteliğini kaybediyor” diyor.

- Yerel seçimlerin üzerinden neredeyse 2 ay geçti. Bu süre içinde AKP-MHP bize “Değişiyoruz” mesajı verdi mi, yoksa “Bizde her şey aynı” mı dedi?

AKP ve MHP dediğimiz yapıları ayrı ayrı değerlendirmekte fayda var. Bunun ilk nedeni, bu seçim yenilgisinin iki parti için aynı şeyi ifade etmemesi. AKP, “doğuştan iktidar” olan ve harcadığı devasa bütçeyle beslediği trol ağlarından medya kuruluşlarına kadar kendisinin “yenilmez” olduğunu anlatmaya çalışan bir siyasi parti. Bu seçim sonuçları, harcanan bunca para ve mesaiye rağmen ortaya çıkardı ki AKP “yenilmez” değil… Diğer tarafta ise yüzde 10’luk oyuyla Türkiye’nin milli güvenlik siyasetini belirleyen, sorumluluğa ortak olmadan iktidar yetkisi kullanan bir MHP var… Dolayısıyla bu iki aktör için seçim sonuçlarının aynı şeyi ifade etmesi mümkün değil. Yine başka bir açıdan baktığımızda AKP, bir kitle partisi olma niteliğini kaybediyor. Artık İç Anadolu, Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu’ya sıkışan bir kimlik partisine dönüşüyor. MHP için ise bir kitle partisi olmak hiçbir zaman söz konusu olmadı. MHP, ideolojik bir yapı. Dolayısıyla MHP’nin bu açıdan da kaybettiği bir şey yokken AKP’nin kaybı büyük.

İşte burada sizin sorduğunuz soruyu yanıtlayabileceğimiz bir noktaya geliyoruz: Daha önce AKP’nin içinde yüksek sesle sorgulanamayan üç şey vardı.

- Neydi onlar?

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Erdoğan’ın siyasi hamleleri, MHP’yle ittifak. Bunun da birbiriyle bağlantılı üç nedeni vardı. Önceden öğrenme kapasitesi olan ve çeşitli grupları içinde barındıran AKP, 2011’den itibaren Erdoğan’ın başkanlık sistemine geçme amacının bir aracına dönüştü. Bunun sonucunda siyaset üreten bir yapıdan devlet zırhının arkasına saklanan, günden güne kitle partisi olmaktan uzaklaşan ve kurumsal kimliğini kaybeden bir yapıya evrildi. Önceden örgütüyle, nüfuzlu siyasi figürleriyle halkla bağ kuran AKP, günden güne toplumuyla tek bağı lideri ve onun ideolojik manipülasyon yeteneği olan bir niteliğe büründü. Artık Türkiye’nin sorunlarını tartışan değil, Türkiye’ye gündem dayatan bir parti vardı karşımızda. Örneğin “Türkiye başkanlık sistemine geçmeli midir?” diye bir tartışma yürütmek yerine “Türkiye başkanlık sistemine geçmelidir” yargısını tartışmaya kapalı bir biçimde topluma dayatan ve tek görevi liderini halka ve muhalefete karşı “korumak” olan bir parti…

AKP’nin dönüşümü içinde partinin “özgül ağırlığı” olan nüfuzlu figürleri ya kendi istekleriyle ya da Erdoğan’ın iradesiyle sistemin dışına çıkınca parti kadroları sahip oldukları her şeyi Erdoğan’ın seçim kazanma yeteneğine borçlu olan bir hale geldi. Dolayısıyla böyle bir durumda ne Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini ne de Erdoğan’ın siyasi hamlelerini tartışmak mümkün değildi. Üstüne Erdoğan’ın rüyası olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi MHP’nin desteğine borçlu olunduğu ve bu sisteme geçildikten sonra AKP’nin oyuyla Erdoğan’ın oyu arasındaki uçurumun MHP tarafından kapatıldığı için bu ittifaka ses çıkarmak da imkânsızdı.

- Peki, ne zamana kadar?

AKP’nin ve Erdoğan’ın “kaybetmezlik” büyüsü bozulana kadar… Büyü bozulduğu andan itibaren bu üç konunun hiçbiri AKP açısından tartışılmaz değil. Önceden bazı AKP içi aktörlere ters gelse de bildiğini okuyup iktidarını korumaya başlayan Erdoğan, ilk defa bildiğini okurken kaybetti. Bu da hemen seçim sonrasındaki tartışmaları başlattı. Elbette tartışmalar doğrudan Erdoğan’ı hedef almıyor, MHP’yle yapılan ittifaka yöneliyordu. Ancak MHP’yle yapılan ittifakın varlığını sorgulamak, yukarıda açıkladığım bağlantı düşünüldüğünde hem Erdoğan’ın siyasi hamlelerini hem de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini sorgulamak anlamına geliyor. Erdoğan’ın “yumuşama” siyasetiyle beraber, diğer yandan Kobani davası gibi örneklerde görüldüğü gibi sertliği de elden bırakmaması, yani iki zıt görüşün çatışmasına destur vermesi AKP’nin seçmenin beklentisinin hangi yönde olduğunu ölçme çabası olarak yorumlanabilir. Sonuçta AKP, sandık yoluyla iktidarını korumaya devam edebilmek için bir şeylerin yanlış gittiğinin farkında…

- Buna karşılık MHP lideri ne söylüyor?

“Türkiye sandıkla kurulmamıştır, herkes aklını başına alsın” diyor… Yani neredeyse açıkça sandığı devirmekle tehdit ediyor. İşte bu ikiliğin nedeni yukarıda ifade ettiğim şey: AKP, hem iktidar yetkisini kullanıyor hem de sorumluluk alıyor; MHP ise yetkiyi kullanırken sorumluluktan muaf. Dolayısıyla sistem içindeki gücünü oy oranından ziyade Türkiye’nin “beka” sorunlarını belirleyen milli güvenlik siyasetinin, yani milliyetçilik ve korku üzerinden yaratılan kutuplaşmanın gücünden alıyor. Çünkü bu güç, 2018 ve 2023’te Erdoğan’a Cumhurbaşkanlığını getirdi. Ancak artık AKP’yi zorluyor. Erdoğan bir çıkış ararken, Bahçeli ise adeta “Biz beraber gerekirse sandığı bile devirir yine iktidarımızı koruruz. Yeter ki beraber olalım” diyor. Dolayısıyla MHP cephesinde yumuşamaya dair bir emare olmadığı açık.

Evet, AKP yukarıda da açıkladığım gibi utangaç da olsa bir sorgulama içinde ancak bu da yanlış hatta ilerliyor. Çünkü AKP için en az zarar görerek ve iktidarını koruyarak bu süreçten çıkmanın yolu parlamenter sisteme dönüş. Şu açık ki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişle beraber siyaset sahnesi yüzde 50+1 oy alanın, yani 1 oy da olsa fazla alanın her şeye sahip olduğu sıfır toplamlı bir oyuna dönüşünce siyasi partiler de güç kaybetti. Herkesin +1 oy için kendi kutbunun en güçlü partisine yöneldiği bu düzen, ekonomin kötü olduğu ve ekonomik popülizm yapılamayan yerel seçimlerde ilk kez AKP aleyhine işledi. İşte bu yüzden AKP’nin iktidarını sürdürmek için atabileceği en rasyonel adım parlamenter sisteme geçmektir. Çünkü bu, kazananın her şeyi aldığı sıfır toplamlı oyunu bitireceği için siyasi partileri güçlendirecek ve böylece muhalif seçmen CHP haricindeki siyasi partilere de yönelecektir.

- “Ülkenin yüzde 80’i böyle yaşamak istemiyorum” dedi… Yerel seçim sonuçlarını böyle okumak mümkün mü?

Açıkçası bu meselenin birkaç boyutu var. Bir kere şunu ifade etmek gerekir: Yerel seçimlere siyaset bilimi literatüründe ikinci derece seçimler denir. Yani seçmen, iktidar değişikliği anlamına gelmediği için bu seçimlerde daha rahat tepkisini gösterir. Dünyada da pek çok örneği vardır bunun. Türkiye’de de ANAP’ın ve AKP’nin ilk yerel seçimleri haricinde 12 Eylül’ün ardından yerel seçimlerde oyu düşmeyen iktidar partisi hiç olmamış… Unutmayalım, iktidar 2008 krizinin etkisinin sürdüğü 2009 yerel seçimlerinde 38 oy alırken, 2 yıl sonra yapılan genel seçimlerde ise yüzde 50 oy almıştı. Bu ilk tespit. İkinci mesele şu: Kutuplaşma ortadan kalktı mı? Hayır, değil mi? Dolayısıyla seçmen, gerçek manada “böyle yaşamak istemiyorum” diyecekse önce kutuplaşmanın yerine müzakereyi koyacak. Muhalifini münafık görme anlayışından vazgeçecek. Bu olmadıkça iktidarın düşmanlaştırma siyaseti otoriterleşmeye, otoriterleşme adaletsizliğe, adaletsizlik ekonomik bozulmaya, ekonomik bozulma da yoksullaşmaya neden oluyor…

- Peki seçmen bu seçimde ne dedi?

AKP’ye “Ben sen ne yaparsan yap sana oy vermeye devam edecek kadar kolay lokma değilim, aklını başına al” dedi… CHP’ye “Madem ülkeyi yönetmeye adaysın, eh Allah için 2019’da aldığın yerleri de fena yönetmedin, buyur bana rüştünü ispatla” dedi… 2017 Referandumuyla ortadan kalkan denge ve denetlemeden doğan iktidar-muhalefet arasındaki güç asimetrisini dengeledi.

Üçüncüyle bağlantılı olarak demokratik rekabeti güçlendirip, rekabetin kendisinin sorunlarının çözülmesi için partiler arasında bir yarış başlatacağını düşündü.

TÜRKİYE’NİN YAPICI AKTÖRÜ

- ‘Yumuşama’ ve ‘Normalleşme’, siyaset bilimi literatüründeki anlamıyla mı idrak ettik bunu bilmiyorum, adı her neyse inanılmaz bir beklenti yarattı. Bu beklenti sanki ‘Özgür Özel isteyecek, Erdoğan yapacak’ şeklinde de algılandı. Sonrasında da kısa sürede Kobani ve Gezi kararıyla hüsrana uğrayan bir kesim gördük. Ne anlamalıydık?

Siyaset bilimi literatüründe böyle bir kavrama denk gelmedim. Ersin Kalaycıoğlu’yla yaptığınız röportajda Ersin Hoca da aynı şeyi söylemiş zaten. Ama normalleşme eğer kutuplaşmayı aşmaksa örneğin bunun için kullandığımız bir kavram var: Uzlaşma ve gruplar arası bağışlama (intergroup forgiveness) gibi. Kılıçdaroğlu’nun Helalleşme çağrısı buraya oturuyor mesela…

Ya da ortak değerlerimizi arttırma çabasıysa bu, Elinor Ostrom’un “Ortaklar Trajedisi”ne alternatif olarak ortaya attığı “Müşterekleşme” kavramını örnek verebiliriz… Ama şüphesiz iktidarın amacı bunlardan hiçbiri değil. Ayrıca, Özgür Özel ne derse Erdoğan yapacak gibi bir düşünceye sebep olduysa bu düşünce siyasetin doğasıyla da çatışma içinde… Özel ne derse Erdoğan yapacaksa CHP’nin iktidara gelmesinin ya da tersinden baktığımızda Erdoğan’ın iktidarda kalmasının tabanları açısından ne anlamı kalır?

- Peki Özel ne düşündü?

Bunun da çeşitli nedenleri var elbette. Şöyle özetlemek mümkün: Seçimlerde elde ettiği başarıyla beraber, Özel dönemini geçici ya da istisnai bir dönem olarak gördüğünü farklı şekillerde ifade eden Erdoğan ve Bahçeli’ye kendi meşruiyetini kabul ettirip, “liderler” ligindeki kalıcı yerini alabilmek. AKP’nin birinci parti olduğundaki muhalefeti şeytanlaştırıcı tavrına karşı CHP’nin birinci parti olduğunda diyalog kanallarını açık tuttuğunu göstermek. Türkiye’nin sorunlarını Erdoğan’ın masasına bizzat bırakıp “Erdoğan iyi, çevresi kötü” stereotipini aştırmak. Kılıçdaroğlu döneminden beri kullanılan sevgi dilini seçim başarısının getirdiği meşruiyetle de harmanlayıp “Türkiye’nin yapıcı aktörü” rolünü üstlenmek.

GÜVENİLİR CHP’Lİ FİGÜRLER

- Ana muhalefet partisinden beklentisi ne seçmenin? Tabii bunu ayırmak lazım. Öncelikle AKP’nin hâkim olduğu yerlerde CHP’nin kazandığı başarılar var, birkaç örnekle, tercihini değiştiren seçmen ne istiyor, onu duyalım?

Şüphesiz, tercihini değiştiren seçmen homojen bir şey değil… Ancak ben 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra bir saha araştırmasına çıkmıştım. Burada, AKP/MHP’den CHP’ye doğrudan oy geçişi olduğunu gözlemlediğim ilçeleri seçmiştim ve bu ilçelerin neredeyse tamamının belediyesi de AKP/MHP’den CHP’ye geçti… Bu saha araştırmasında AKP’den CHP’ye geçen seçmenlerin ilk vurgularından biri bölgedeki güvenilir CHP’li figürlerdi… Bu araştırmanın ilk sonucunu verdi: CHP, yerelin itibarlı figürleriyle işbirliği yapmalı. Bunu CHP kurultayının ardından yeni CHP yönetimine sundum. Dikkate alındığını görmek de mutlu edici… Bu faktörün etkisi o kadar önemli ki… Bunu başka bir şekilde şöyle ifade edeyim: 81 ilin 48’inde CHP’nin gösterdiği adaylar partisinden yüksek oy almış… Böylesine kutuplaşmış toplumlarda kutuplaşmayı aşmakta liderlerin ve adayların toplumla kurduğu duygu bağının önemini yadsıyamayız.

İkinci mesele ekonomi… Bunun birkaç boyutu var: Birincisi yaşanan bu derin yoksulluk içinde CHP’li belediyelerin toplumun yaşam maliyetlerini düşüren icraatlar yapmasını (kent lokantası, kreş vb.) beklerken, diğer yandan da standart belediyecilik faaliyetlerini aksatmamasını bekliyor yurttaş. İyi yönetim bekliyor yani. Rüştünü ispatla diyor…

Üçüncü olarak, “benimle yeniden kavgaya tutuşacak mısın bakalım?” diyor. CHP tabanından parti yönetimine hiç kimsenin “Çok şükür seçmen bizim temsil ettiğimiz yüksek değerleri, muazzam ideolojimizi anladı ve bu sefer bize oy verdi” düşüncesine kapılmaması gerekir. Aksine, CHP’nin bu başarısı kutuplaşmanın diğer tarafını temsil eden çizgisinden Kılıçdaroğlu döneminden beri sıyrılma ve toplumsal diyalog arama çabasının bir ürünü. Kılıçdaroğlu gitse de CHP’nin bu arayışından vazgeçmediğini görmek partiyi seçmen açısından oy verilebilir bir hale getirdi. Bunu da unutmamak gerek.

Son olarak, elbette enerjisini parti içi çekişmelere, 2019-23 arasında olduğu gibi aday tartışmalarına değil, ülkenin ve yerelin sorunlarına harcayan, ülkeyi yönetebilecek bir güçlü yapı görüntüsü bekliyor…

- Peki ya muhalefet seçmeni… Burada tek bir seçmen tipinden bahsetmiyoruz sanırım. Şuraya da bağlayayım, siz tümünü kapsayacak bir cevap verirsiniz. Örneğin muhalefet içinde Özgür Özel ve Erdoğan’ın görüşmesinden heyecanlananlar olduğu gibi, bu görüşmenin asla olmaması gerektiğini düşünenler var.

Elbette. Nasıl AKP’den başka partilere yönelen seçmen homojen değilse muhalefet seçmeni de homojen değil… Ancak şunu unutmamak gerekir, Türkiye’yi demokratikleştireceksek bunu daha fazla Kürtçülük, Türkçülük, sosyal demokratlık, sosyalistlik, muhafazakârlık… yaparak yapamayız. Asgari müştereklerde buluşarak yapabiliriz. Nedir bunlar? Hukuk devleti ve demokrasi… Demokratik rekabeti başlatmak için önce demokrasiyi inşa etmemiz gerekli. Homojenleşelim demiyorum. Bizi homojenleştirmeye çalışan bir iktidara karşı asgari müştereklerde buluşalım diyorum. Ki CHP de büyük ölçüde bunu yapıyor.

ERDOĞAN’IN EN BÜYÜK AÇMAZI

 - Erdoğan neyi düzeltirse seçmeni ona geri döner?

Bu, Erdoğan’ın en büyük açmazı. AKP aynı anda CHP’ye kaybetti, DEM’e kaybetti, YRP’ye kaybetti, BBP’ye bile kaybetti. Yani farklı hassasiyetleri olan birçok seçmen grubunda oy kaybı yaşadı. Şüphesiz bu mesele başlı başına bir tartışma konusu ve biz de çok yoğun bir seçim analizini bitirdik. Bu sorunun yanıtını vermek için AKP’nin hangi ekonomik gruplarda oy kaybı yaşadığından bahsetmek lazım örneğin. Söyleyeyim, en yoksul gruplardan… Nereden anlıyoruz bunu peki? Sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyine göre yapılan sınıflandırmada hem sandığa gitmeme eğilimi hem de AKP’den kaçışın en yüksek seviyelere ulaştığını görüyoruz. Yani yoksulluk ve AKP’den kaçış arasında doğru orantı var. O yüzden ilk olarak ekonominin düzelmesi diyebiliriz.

- Yeter mi?

Zor… Mesela MHP’yle ittifak sürdükçe kaçan Kürt seçmen nasıl ikna edilecek? Bitti mi? Yıllarca ideolojik zeminini güçlendirdiği İsrail karşıtlığının sadece lafta olduğu teşhir olmuş ve seçmeni YRP’ye yönelmişken bu bağı yeniden tesis edebilir mi? Son olarak, Erdoğan’ın seçmenle bağ kurabilecek, özgül ağırlığı olan figürlerin partide olmasına tahammülü var mı?

Tüm bu soruları daha net cevaplamak için yakında yapacağımız bir lansmandan da bahsetmek isterim. Benim liderliğimde genç ve nitelikli bir ekiple bir think tank kuruyoruz. Onun ilk işi de yerel seçim sonuçlarının detaylı analizi olacak. Sizi de şimdiden davet etmiş olayım.