Dünyanın hemen her yerinde aşırı sağ popülist politikalar yükselirken, İngiltere İşçi Partisi’ni iktidara getirdi. Fransız seçmen ise aşırı sağ iktidarı ele geçirmesini beklerken stratejik oy kullandı. Yine de Fransa siyasetinin kendisini bir kaosun içinde bulması bekleniyor. Türkiye’deyse CHP’nin yerel seçimlerden birinci parti çıkması dünyanın gidişatıyla tezat oluşturdu. Peki, ne oluyor? Aşırı sağ neden yükseliyor, solun ne yapması gerekiyor? Seçimleri Fransa ve İngiltere’de yerinde izleyen Stanford Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Yaycıoğlu’na sordum.

Fransa’da ve İngiltere’de seçimleri izlediniz. Özellikle Avrupa’da aşırı sağ yükseliyor. İngiltere ve Türkiye’yi dışında tutuyorum, onları ayrı soracağım. Neden yükseliyor, buradan başlayalım?

Dünya’da radikal sağ fırtınası yaşıyoruz. Her ülkenin kendi özgün koşulları var. Genellemelerimizde dikkat etmeliyiz. Ama küresel bir analiz yaparsak, Soğuk Savaş sonucu özellikle ABD ve Avrupa’da kurulan iktisadi, politik ve kültürel düzene karşı olan hoşnutsuzluk kendini radikal-popülist sağda buluyor diyebiliriz. Sol bu hoşnutsuzluğa henüz cevap veremiyor. Ama belki verecek. 

Avrupa ve ABD’de toplumsal hoşnutsuzluğun sebebi ne? 

Birçok boyutu var. Son kırk yılda ekonomiler görülmedik şekilde büyürken, gelir eşitsizliği de tarihte olmadığı kadar arttı. 2008 kriziyle ekonomik güvensizlik derinleşti. Radikal sağ, orta ve alt gelirli memnuniyetsiz seçmeni soldan çalıyor. Temsili parlamenter sistemler toplum kesimlerinin beklentilerine cevap veremiyor. Geleneksel partilere ve siyasal elitlere karşı bir öfke birikiyor. Bu öfkeyi en iyi mobilize eden yine radikal-popülist sağ oldu. Başka bir konuysa bilime karşı bir güvensizlik. Bu da meşhur “hakikat ötesicilik” denen olgu. Günümüzde herkes inanmak istediği hakikati kuruyor ya da kurar gibi yapıyor. Sosyal medya alternatif hakikatlerin platformu oldu. Üniversitenin gerçeklik üzerindeki kontrolü eriyor. Sol, üniversite ve bilimle yakın ilişkili bir ideoloji. Radikal sağ ise özellikle 1960 sonrası şekillenen özerk akademiye mesafeliydi. Bugün elitizm ve toplumun değerlerinden uzaklaşmakla suçlanan akademi radikal sağın hedefinde.

Peki ya göç ve göçmen krizi?

Evet, radikal sağın yükselmesinde en güncel olgulardan biri göç olgusu. Küreselleşme sonucu ortaya çıkan göçe karşı gelişmiş ülkelerde artan bir hoşnutsuzluk görünüyor. Bunun iki boyutu var. Küreselleşme sayesinde ABD ve Avrupa’da çok uluslu kozmopolit bir teknokratik sınıf doğdu. Londra, Paris, Berlin, Amsterdam, New York gibi büyük şehirlerde ya da benim yaşadığım Silikon Vadisi diye adlandırılan San Francisco Körfezi’nde yaşayan bu finans, teknoloji ve üniversite elitine karşı Amerika ve Avrupa’nın taşrasında artan bir antipati var. Bu kozmopolit elitizme karşı bir taşralı antipati. İkincisi ve daha etkili olan Avrupa’ya Orta Doğu ve Afrika’dan, ABD’ye Orta ve Güney Amerika, Güney ve Uzak Asya’dan muazzam bir demografik hareketin olması. Güneyden kuzeye, doğudan batıya doğru adeta bir kavimler göçü yaşanıyor. Bu insanların çoğu eğitimli olmayan genç erkekler. İklim krizi ile de bu göç hareketi artacak. Radikal sağ bu demografik harekete karşı toplumların endişesini öfkeye çeviriyor. Göçle beraber oluşacak dejenerasyona karşı, ülkelerinin öz milli değerlerini koruduklarını iddia ediyor.

ALMAN VE FRANSIZ  MİLLİYETÇİLİKLERİNİN YENİ BİR GERİLİMİ

Ama Avrupa aşırı sağı homojen değil diyorsunuz siz.

Hayır değil. Yektan Türkyılmaz ile geçen hafta Yeni Arayış sitesi için yazdığımız makalede bu konuyu ayrıntısıyla inceledik. Radikal sağın ortak olduğu yönler var. Göçmen ve Müslüman karşıtlığı, Covid önlemleri karşısında tutumu, akademiye karşı tepkileri, özcü-milliyetçi duruşları, benim ihyacılık dediğim muhayyel bir geçmişi yeniden kurma iddiası... Ama onları ayrıştıran da çok unsur var. Fransa’da Le Pen liderliğindeki Rassemblement National (RN) ve Almanya’daki AfD arasında son dönemde Nazi dönemi hakkında ciddi tartışmalar oldu. Burada Alman ve Fransız milliyetçiliklerinin yeni bir gerilimi ile karşılaşıyoruz. Bununla beraber, radikal sağ hareketleri birbirinden ayrıştıran etkenlerin başında Rusya ve Çin konusundaki jeopolitik konumlanmaları geliyor. RN açık bir şekilde Putin’e yakın. İtalyan Meloni ise bugün Rusya karşıtı bloğun sözcüsü gibi. Ama aynı Meloni, İtalya ve Çin arasında güçlü bir ticari ve siyasi iş birliği istiyor. AfD gerek Putin’e gerek Xi Jinping’e göz kırpıyor. Bu hareketlerde seküler milliyetçi unsurlar ağır basarken, Macar Orban Doğu Avrupalı müttefikleriyle Avrupa’nın Hristiyan değerlerini öne çıkartıyor. Bu farklılıklar sonucu Avrupa Parlamentosunda dört farklı aşırı sağ grup kurulacak gibi.

Aşırı sağ yükseliyor ama sol da gücünü artırıyor. Burada kim kaybediyor?

Sol Danimarka, Finlandiya ve İsveç’te gücünü kısmen arttırıyor. Fransa’da pazar günü sol ittifak RN’yi bloke etmeyi bildi ve birinci grup olmayı başardı. Bu sürpriz bir gelişme. Fransa’da stratejik oy kullanıldı. Bu sayede ilk turda birinci çıkan RN ikinci turda üçüncü parti oldu. Ama ‘bu sonuç Fransa’da solun zaferi’ demek için erken. Yine de aşırı sağın yükselişi solu da güçlendiriyor diyebiliriz. Avrupa’da sağ yükselirken solun yükseldiği iki önemli örnek var: İngiltere ve Türkiye. İngiltere’de İşçi Partisi yüzde 34 ile tarihi bir zafer kazandı. Yüzde olarak çok büyük bir oy patlaması değil bu ama aşırı sağcı Reform hareketi Tori’lerden büyük bir oy koparınca İşçi Partisi parlamentoda çoğunluk elde etti. Türkiye’de ise 2024 yerel seçimlerinde CHP adeta yerel iktidara yerleşti. CHP, DEM ve TİP’in toplam oyu yüzde 45’e dayandı.

CHP’nin sadece seçim kazanması yetmiyor

Türkiye ve İngiltere’de solun güçlenmesi aynı dinamiklere mi dayanıyor?

Kısmen benziyor. İngiltere’de 14 yıllık bir sağ iktidar vardı. Sağ, Brexit’ten başlayarak kökten bazı siyasal adımlar attı ama çok başarısız. Kamu borçlanması arttı. Ekonomi uzun süredir büyüyemiyor. Muhafazakâr partideki skandallar ve drama bitmiyor. İnsanlar bıkmış durumda. Aslında değişim beş sene önce olabilirdi. Sol 2019 seçimine sosyalist Corbyn liderliğinde girdi, seçimden tarihi bir yenilgi ile çıktı. Sonra Starmer başkanlığında parti ileri sol fraksiyonu tasfiye etti ve birçok konuda merkeze yaklaştı. Kimi yorumcuya göre başarının nedeni partideki bu değişim. Kimisine göre İşçi Partisi kazanmadı, Toriler kaybetti. Bu görüşe göre solun zaferi bir illüzyon. Asıl kazanan çok az vekil çıkarsa da oy olarak üçüncü olan radikal sağcı Reform hareketi.


Peki ya Türkiye?

Türkiye’de de 22 yıllık bir Erdoğan iktidarı var. Erdoğan yılları İngiltere’ye göre tabii çok daha hareketli geçti. Devlet içinde yaşanan iç savaşlar, darbe teşebbüsü, kamu idaresinin krizi, basının alt üst oluşu ve büyük servet transferi. 2016’da Türkiye’de stabil olamasa da yeni bir rejim kuruldu. Bu rejim Türkiye’ye büyük bir ekonomik çöküş yaşattı. Adalet kurumu ve laiklik çökertildi. Eşit vatandaşlık yerine üstüncü bir Türk-Sünni kimliği anlayış hakim oldu. Bunun sonucu toplumda ekonomik adalet, toplumsal adalet ve sekülerlik konusunda bir beklenti oluştu. 2023 seçimlerinde aslında iktidar el değiştirebilirdi ama birçok nedenden dolayı bu olmadı. CHP içinde bir değişim yaşandı. CHP kendini benim devletçi-milliyetçi-muhafazakâr vesayet dediğim İYİ Parti ve İslamcı partilerin vesayetinden kurtardı. Bunun sonunda 2024 yerel seçimlerinde yukarıda söylediğim beklentiler toplumun önemli bir kısmını başta CHP, sola yöneltti.  


Bu gerçekten sola yönelme mi, yoksa var olan iktidarlara tepki mi? İşçi Partisi’nin merkeze yaklaştığını söylüyorsunuz? Toplumda sola yönelme olsa parti neden merkeze yaklaşsın?

İngiltere ve Türkiye’de uzun yıllar ülkeyi yönetmiş sağ iktidarlara karşı bir bıkkınlık var. Burada doğal olarak bu iktidarların alternatifi olan sola yönelme normal diye düşünülebilir. Diğer yandan sağın alternatifi olan sağ partiler de var. Mesela İngiltere’de Farage liderliğindeki Reform hareketi. Türkiye’de merkez sağ AKP tarafından yutuldu. Sağ’da Yeniden Refah AKP’ye, Zafer Partisi ise MHP’nin alternatifleri gibi gözüküyor. İYİ Parti ise belli ki bir tezgaha alet oldu ve belki de tarihe karışacak. Diğer sağ oluşumlar da bir varlık göstermediler. İngiltere’de İşçi Partisi bildik sol siyaset yerinde yeni bir senteze gitmeye çalışıyor. Göç, sınır güvenliği ve İsrail-Filistin çatışması konusunda Corybn yönetiminden çok farklı. Ama Starmer’in ekonomi siyaseti de regülasyoncu bir sağ siyaset olmayacak. Bazıları  İşçi Parti’sindeki bu değişimi sağcılaşma olarak görüyor. Bu tabi bazı ezberlere dayanıyor. Ben bu kanaatte değilim. Ama daha az doktriner bir parti olacağı belli. CHP için ise durum daha farklı. Partide bir liderlik değişimi başarıldı ama program değişikliği süreci henüz başlamadı. CHP Türkiye’ye ne önerecek henüz net değil. Tabi zorluk şu: CHP’nin sadece seçim kazanması ve iktidar olmayı hedeflemesi yetmiyor. 

Neden yetmiyor? 

Çünkü CHP’nin 2016’da kurulan bu amorf olağanlaşmış olağanüstü hal rejimini de değiştirmesi gerekiyor. CHP tarihi bir imkan elde etti. Bunu iyi kullanırsa bu rejimi değiştirmek ve Türkiye’nin demokratik akıl, yeni bir kurumsal inşa, kamu ahlakı, ekonomik adalet ve toplumsal barış doğrultusunda dönüşümüne liderlik 
edebilir. Lakin rejimin farklı bileşenleri devletin güvenlik kadrolarını, yargıyı ve yeraltı örgütlerini muhalefeti sindirmek hatta tasfiye etmek için kullanabiliyor. CHP’nin rejimin tuzaklarından kurtulup bir ulusal dönüşüme liderlik yapması için soldan sağa, milliyetçilerden İslamcılara çok geniş bir toplumsal destek alması gerekiyor. Ama bunu taktik siyasal ittifaklarla ya normalleşme hamleleriyle değil, toplumsal kesimlerle kuracağı samimi ve gerçek ilişkilerle yürütmek zorunda. Aynı zamanda yerelden merkeze meydanlarda ve sokaklarda cesurca toplumu mobilize etmesi şart gibi gözüküyor.

Biden’ın Trump’ı mağlup etmesi mümkün gözükmüyor

- Şimdi gözümüz kulağımız ABD seçimlerinde. Kasım ayında ya Donald Trump kazanırsa bu dalga neye evrilir?

ABD’de çok ilginç şeyler yaşanıyor. Biden’ın Trump’ı mağlup etmesi mümkün gözükmüyor. Özellikle üç-dört ayda Biden yaşlılığa bağlı nedenlerle zihni ve fiziki bir düşüş yaşıyor. Yalnız daha ilginç bir olay var. Anayasa mahkemesi geçen hafta Trump’ın başvurusu sonucu oy çoğunlukla ABD başkanının ofisi ile ilgili konularda cezai sorumluluğu olmadığına dair bir karar aldı. Bu çok dramatik bir gelişme. Bazı yorumlara göre başkan bu kararla mutlak monarşilerde olduğu gibi hukukun üzerine çıkıyor. Muhalif üyeler kararı protesto ettiler. Bu kararın ileride, özellikle Trump’ın başkanlığında ne tür sonuçlar üretebileceğini düşündükçe ürküyorum.