Genelkurmay eski Başkanı Org. İlker Başbuğ uzun zamandır Atatürk üzerine araştırıyor ve kitaplar yazıyor. Başbuğ, “Atatürk ile yolculuğum üç yıldan fazla sürdü. Yolculuğa, onunla birlikte Çanakkale Savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele dönemini yaşadığımız ‘Savaş ve Barış’ kitabıyla başladım. Yolculuk, Türk Devrimi’nin gerçekleştirildiği dönemi yaşadığımız ‘İdealim: Çağdaş Türkiye’ kitabıyla devam etti. Ve bu yolculuğum şu an elinizde tutmakta olduğunuz ‘Biz Türk Milliyetçisiyiz’ isimli kitaba son noktayı koyduğum an, 21 Ocak 20224 tarihinde saat 22.45’te sona erdi” dedi.

Evet; Başbuğ’la son kitabını konuştum.

“ATATÜRK DAR KALIPLARA HAPSEDİLEMEZ”

Son kitabınız “Atatürk Anlatıyor; Biz Türk Milliyetçisiyiz” isimli kitabınızla bugüne kadar Atatürk ve Atatürk dönemine ilişkin 1774 sayfa yazı kalem aldınız. Neden Atatürk?

İLKER BAŞBUĞ: Yetersizliklerin ve sıradanlığın her yerde sergilendiği ve kabul gördüğü bir dünyada; 21. yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna yaklaştığımız bu günlerde geçmişte ve bugünlerde yaşananların sizin geleceğe pek iyimser gözle bakmanızı engellediği bir dünyada; kendinizi yapayalnız bir halde buluyorsunuz. İşte bu durumdan bir çıkış yolu arıyorsunuz, size birilerinin ışık tutmasını istiyorsunuz, birilerinin size ümit aşılamasını bekliyorsunuz. Ben kendime tek çıkar yol olarak, Atatürk’ü buldum. Onu yazmanın bir kurtuluş yolu olabileceğini gördüm. Ama bir şartla. Onu daha iyi anlayabilmek için de onun düşünce dünyasının derinliğine inmek şartıyla. İşte bu düşünceden hareketle ortaya bir üçleme çıktı. Üç kitap: Savaş ve Barış, İdealim Çağdaş Türkiye ve Biz Türk Milliyetçisiyiz. Son yıllara ilişkin bir gözlemim var. Özellikle gençlerin Atatürk’ü daha iyi anlayabilmek için çok ilgili olduklarını izliyorum. Onlara kaynakça lazım. Umarım bu kitap üçlemesi bu amaca hizmet eder. Yıllarca belki de Atatürk’e yapılan bazı haksızlıkları ve kötülükleri, Atatürk’ün derin düşünce dünyasından bilerek veya bilmeyerek kaçarak, Atatürk’ü sadece birkaç cümle veya paragrafa hapsederek, sık sık sadece o çok bilinen cümlelerini tekrarlayarak, kendince bir şey yaptıklarını zannedenler gerçekleştirdi. Atatürk, birkaç cümle veya dar kalıplara hapsedilemeyecek kadar, çok büyük bir lider. Önemli olan onun düşünce dünyasının içine girebilmek. O zaman onun büyüklüğü karşısında, ona olan sevgi ve özellikle saygınız inanılmaz boyutta artıyor.

“OLAYLARI BİZZAT ATATÜRK ANLATTI”

Atatürk’ü anlatırken nasıl bir yol izlediniz?

BAŞBUĞ: Üç ana prensibe bağlı kalınmaya çalışıldı.

Birincisi; Atatürk’ü birinci kaynaklara dayanarak anlamaya çalışmak ve anlatmak. Birinci kaynaklar onun günlük notları, kendi yazdığı ve yazdırdığı hatıraları, söylev ve demeçleri, yazdığı mektuplar, yazdığı kitaplar, yazdığı resmi yazı ve raporlar, okuduğu kitaplar ve kitaplar üzerine aldığı notlardır.

İkincisi; birinci kaynakların bütününe bakılmaya çalışıldı. Eğer bir kaynağın içinden bir iki paragraf veya bir iki cümle alarak işe devam ederseniz, onun düşünce dünyasının derinliğine giremezsiniz. Kaynağın bütününü yansıtmaya çalışırsanız, işte o zaman derinliği yakalıyorsunuz. Üçüncüsü; üç kitapta da okuyucu ile Gazi Mustafa Kemal Atatürk konuşuyor. Yani siz olayları bizzat ondan dinliyorsunuz. Bu yeni bir uygulama oldu. Kitaplarda zaten onun anlatımlarını farklı bir fonda görüyorsunuz.

“DOĞRUDAN DOĞRUYA ‘MİLLETSEVERİZ’ DİYOR”

Atatürk yolculuğuna çıktınız. Son olarak “Biz Türk Milliyetçisiyiz” kitabını yazdınız. Kitabın içinde başka başlıklar da var. Ama siz neden “Biz Türk Milliyetçisiyiz” bölümünü öne çıkardınız? Ve kitaba neden bu ismi verdiniz?

BAŞBUĞ: Bunun birkaç nedeni var: Birincisi Gazi Mustafa Kemal 1926’da Türk Ocakları Delegeleri’ne yaptığı konuşmada: “Biz doğrudan doğruya milletseveriz ve Türk milliyetçisiyiz” der. İkincisi Medeni Bilgiler Kitabı’nda milliyetçilik prensibinin incelenmesi “Türk Milliyetçiliği”nin tanımı ile bitiyor. Atatürk birçok konuşmasında da Türk milliyetçiliği ismini kullanıyor. Ayrıca, 1961 Anayasası’nın başlangıç kısmında “Türk Milliyetçiliği” isminin kullanıldığını görüyorsunuz. Nedense bu isim 1982 Anayasası’nın başlangıç kısmına “Atatürk Milliyetçiliği” olarak giriyor.

“MİLLİYETÇİLİK TAM BAĞIMSIZLIKTIR”

Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı tam olarak neydi?

BAŞBUĞ:Bence burada esas almamız gereken tanım; Medeni Bilgiler Kitabı’nda yer alan tanımdır: “Türk milliyetçiliği ilerleme ve gelişme yolunda ve uluslararası temas ve ilişkilerde, bütün çağdaş milletlere paralel ve onlarla ahenkte yürümekle beraber Türk sosyal topluluğunun özel karakterini ve başlı başına bağımsız kimliğini korumaktır.” Şimdi bu tanımlamada öne çıkan noktaları şöyle sıralayabiliriz: Birincisi, Türk milliyetçiliği her şeyden önce Türk milletinin tam bağımsızlığının korunmasıdır. İkincisi; Türk milliyetçiliği Türk milletinin ilerleme ve gelişmesi için çalışmaktadır. Üçüncüsü; Türk milliyetçiliği çağdaş milletlerle paralel ve onlarla ahenkli olarak hareket etmektir. Dördüncüsü ise; Türk milliyetçiliği Türk sosyal topluluğunun özel karakterini korumaktır. Atatürk’ün Türk sosyal topluluğunun özel karakteri diye tanımladığı nokta aslında “milli karakter”dir. Milli karakterin içinde ise “milli ahlak” önemli bir yer tutmaktadır. Aslında Atatürk’e göre milli ahlak en kısa, öz anlamda “vatanseverlik”tir. Şimdi burada herkes şu soruyu sormalıdır: Biz Atatürk’ün tanımladığı şekilde milli ahlak duygusunu; eğitimin ilk başladığı aile içerisinde çocuklarımıza ve daha sonra da okullarda geleceğimizin emanetçisi ve bekçisi olan genç nesillere ne kadar verebiliyoruz?

“EKONOMİK MİLLİYETÇİLİK” VURGUSU

Milliyetçilik tanımı yaparken Atatürk’ün tam bağımsızlık vurgusu öne çıkıyor. Ekonomide bağımsızlık olmadan olmaz. Bunu açar mısınız? Aslında Atatürk ulus-devleti savunurken “ekonomik milliyetçilik” yapmıyor mu?

BAŞBUĞ:Atatürk tam bağımsızlığı Nutuk’ta şu şekilde tanımlamaktadır: “Tam bağımsızlık denildiği zaman elbette siyasi, mali, ekonomik, adli, askeri, kültürel ve benzeri her konuda tam bağımsızlık ve serbestlik demektir. Bu saydıklarımdan herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet (yoksunluk) millet ve memleketin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlıktan mahrumiyeti demektir.” Atatürk bağımsızlığa, tüm (bütün) alanlarda bağımsız olma açısıyla bakıyordu. Atatürk’ün tam bağımsızlık tanımında maliye ve ekonomiyi ayırt etmiş olması da dikkatlerden kaçmamalıdır. Atatürk, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü bizzat yaşamıştır, şahitlik etmiştir. Bu tecrübeden de hareketle bir milletin yaşamında iktisadın en önemli etken olduğunu şu sözleriyle ifade etmiştir: “Tarihi olayların etkenleri başlıca siyasi, askeri, toplumsal ve iktisadi olabilir. Çoğunlukla bu etkenler karışık olarak tesirlerini gösterir. Şüphesiz bu etkenler çok önemlidir. Fakat bence bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselmesiyle, düşkünlüğü ile ilgili olan en büyük etken milletin iktisadiyatıdır. Türk tarihi incelenirse, birçok sebeplerin başında bütün yükselme ve çökme sebebinin iktisat meselesinden başka bir şey olmadığı anlaşılır.” Atatürk döneminde izlenen iktisat politikalarına bakılırsa, bağımsızlığa zarar verebilecek uygulamalardan mutlak bir şekilde kaçınıldığı görülecektir.

Atatürk olayların akışını değiştiren bir lider

Olaylar mı liderleri çıkarır yoksa liderler mi olayları oluşturur?

- Bu zor bir soru. Bu konuda farklı görüşler vardır. Bir görüş insanların kendi tarihlerini yaptığını düşünürken, diğer bir görüş bunu tamamen reddediyor. Tarihi olayların insanların kontrolü altında olmadığını söylüyor.

Olayların liderleri çıkarttığı düşüncesi sanki daha güçlü gibi. Ama burada asıl önemli olan nokta, liderlerin olayların akışına etki edip edemediği ile ilgili. Olayların akışını etkileyen, değiştiren liderler radikal dönüşümü gerçekleştiren (transforming) lider olarak karşımıza çıkıyor. Atatürk bu sınıftan. Olayların akışını etkileyemeyen, olaylara uyan liderler ise (transactional) liderden ziyade yönetici olarak tarihe isimlerini yazdırıyorlar.

Amacı Türk tarihini öne çıkarmaktı

Avrupa yörüngeli tarih anlayışından çıkma konusunu Atatürk nasıl başardı?

- Meşrutiyet ve Cumhuriyet’in inkılapçı nesli, tarihi Ali Reşad’ın eserlerinden öğrenmişti. Ali Reşad ise kendisine kaynakça olarak Charles Seignobos’un eserlerini ön plana almıştı.

İdadi (lise) mekteplerinin son sınıflarında okutulan Asr-ı Hâzır Tarihi isimli kitap 726 sayfaydı. İşin ilginç yönü bu kitabın 263 sayfası Fransa’ya ve 250 sayfası ise diğer Avrupa ülkelerine ve dünya tarihine ayrılmıştı. Peki Osmanlı tarihine kaç sayfa kalmıştı? 213 sayfa.

Atatürk tarih ders kitaplarının sil baştan ele alınmasını istedi. Bu kitaplarda Avrupa tarihine sınırlı ölçüde yer verilecekti. Atatürk, tarihi binlerce yıl geriye, tarih öncesine çekmeyi hedeflemişti. Amaç Orta Asya kökenli “Türk tarihi”ni öne çıkarmaktı.

Bunun ilk sonucu ise “Türk Tarihinin Ana Hatları” kitabının hazırlanması oldu.

Kitabın önsözünde şunlar yazılmıştı:

“Bu kitapta hedeflenen asıl gaye, bugün bütün dünyada gerçek mevkiini yeniden kazanan ve bu şuurla yaşayan milletimiz için zavallı olan hataların düzeltilmesine çalışmaktır.”

“Atatürk’ün Meclis’e büyük saygısı vardı”

Atatürk bir diktatör müydü? Kitabınızın bu soruya verdiği cevap nedir?

BAŞBUĞ: Diktatörlükte güç bir kişinin elindedir. O kişi de ne topluma ne de parlamento ile yargı sistemine karşı sorumludur. Atatürk’ün her şeyden önce topluma ve özellikle Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne karşı büyük bir saygısı vardı. Her fırsatta toplum ve halk ile beraber olmaya çalışmıştır. Toplumun geneli tarafından kabul edilme, yani meşru sayılma ve toplumun desteğini kazanma Atatürk için birinci öncelikli bir konuydu. 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a çıkar çıkmaz idari ve askeri makamlara yayımladığı ilk emir mevcut kanunlara titizlikle uyulmasıydı. Aralık 1919’da Ankara’ya geldiğinde tartışılan en önemli konu; meclisin açılmasına mı yoksa düzenli ordunun kurulmasına mı öncelik verilmesiydi. Atatürk bu konuda kararını şöyle açıklamıştı: “Bir devre yetiştik ki onda her şey meşru olmalıdır. Millet işlerinde meşruiyet ancak milli kararlara dayandıkça, milletin genel eğilimine tercüman oldukça meydana gelir. Evvela meclis, sonra ordu.”

“Vatandaşlığa dayalı millet tanımında Rousseau’dan etkilendiğini görüyoruz”

Atatürk’ün millet tanımında vatandaşlığa bağlı millet tanımına vurgu yaptığını görüyoruz. Bu tanımlamada nereden etkilenmiş?

BAŞBUĞ: Vatandaşlık tanımı ilk defa Cumhuriyet döneminde 1924 Anayasası’nda yer aldı. Anayasa’nın 88. maddesi şöyle yazılmıştı: “Türkiye ahalisi, din ve ırk farkı ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından Türk ıtlak (kabul) olunur.” Bu maddede, din ve ırk farkının dikkate alınmadığının açık olarak yazılmış olması çok doğru olmuştur. Atatürk’ün vatandaşlığa dayalı millet tanımında Jean Jacques Rousseau’dan etkilendiği açıktır. Rousseau bu fikri savunuyordu. Rousseau’ya göre toplumsal yaşamın doğurabileceği en büyük tehlike, bir grubun diğer bir grubu egemenliği altına almasıydı. Bunu önlemenin yolu ise genel iradeye teslim olmaktı. Bu ise ancak bireylerin “vatandaş” olmasıyla sağlanabilirdi. Vatandaşlık; karşılıklı hak ve yükümlülüklerin varlığı ile birlikte sosyal bir bağlılık olgusunu, gerçekten mevcut bir menfaat ve duygu bağlantısını temel alan bir hukuki bağ olarak belirlenmektedir. Vatandaşlık kavramında mutlak bir eşitlik vardır.