Değerli okurlarım,

Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatının son dönemlerinde yaşadığı sağlık sorunları ve hastalığı konusunda çok çeşitli iddialar gündeme getirildi ve değişik yorumlarda bulunuldu. Ancak tüm araştırmacılar, ölüm nedeninin “karaciğer sirozu” olduğunda görüş birliğine vardılar. Görüş farklılıkları, karaciğer sirozunun nedeni konusunda oldu.

Bugünden itibaren sizlere, Kasımpaşa Deniz Hastanesi eski Başhekimi, emekli Amiral Dr. Vehbi Alpman’ın imzasını taşıyan bilimsel araştırma ile “Atatürk’ün alkole bağlı sirozdan ölmediğini” anlatacağım.

Emekli Amiral Dr. Vehbi Alpman


★★★

“1930’lu yıllardaki bilgi eksikliği, tanı ve tedavi yöntemlerindeki yetersizlik, biyopsi ve otopsi yapılmaması, konunun günümüzde hala tartışılıyor olmasının asıl nedenleridir. Günümüzden o günlere bakarak suçlamalarda bulunmak, gerçekçilikten ve etik davranışlardan uzak durmaktır, geçmişe haksızlıktır.

O günlerdeki tıbbi teknoloji ve bilgi birikiminin yetersizliği nedeniyle değerlendirmenin; yakınmalar, hastalığın belirtileri, klinik bulgular ve muayenede saptananları göz önüne alarak yapılmasının, dönemin şartlarının gerektirdiği doğru bir yöntem olduğunu düşünüyorum.

Yaptığım incelemede özellikle ayırıcı tanıda göz önüne alınması gereken üç bulguyu önemsedim.

ATATÜRK’ÜN HASTALIĞINA SİROZ TANISI NASIL KONULDU

Birincisi; hastalığın başından beri oluşan ve bazı karaciğer sirozlarında daha belirgin olarak gözlenen ve ön plana çıkan kaşıntılardır.

İkincisi; karaciğerin tanının ilk konulduğu günde de, hastalığın son zamanlarında da büyük oluşudur. Atatürk’e yapılan muayenelerde karaciğer, siroz tanısının konulduğu ilk günden son güne kadar hep büyük bulunmuştur ve hiç küçülmemiştir.

Üçüncüsü ise; özellikle son yıllarında sıtmaya ilişkin klinik tablonun gözlenmemesidir. Bu üç bulguya yönelik tespitleri sunmaya çalışacağım.

1938 yılının başında Atatürk’ün sağlık sorunlarına, halsizlik ve iştahsızlığına ek olarak burun kanamaları ve kaşıntı eklenmiştir. Kaşıntı vücudunun çeşitli yerlerinde oluyor ve çok rahatsız ediyordu. Kaşınan bölgelerde yer yer kabarmalar meydana geliyordu.

ATATÜRK HASTALIĞIN BELİRTİLERİNDEN KURTULMAK İÇİN YALOVA KAPLICALARINA GİDİYOR

Kaşıntının Dolmabahçe Sarayı’ndaki karıncaların ısırmasından kaynaklandığı söylendi. Çare olarak sarayın ilaçlanması ve karıncalardan kurtulmak için Atatürk’ün  Yalova’ya kaplıcalara gitmesi uygun görüldü. 

O günlerdeki en çok rahatsızlık veren ve ön plana çıkan yakınma kaşıntılar olarak beliriyordu. Atatürk, Yalova’da da kurtulamadığı kaşıntıları için kaplıcanın kurucu müdürü Dr. Nihat Reşat Belger’den yardım istiyor. Dr. Belger karaciğerden kuşkulanıp, karaciğerdeki büyümeyi saptıyor, kaşıntıların karıncalardan kaynaklanmadığını söylüyor. Muayenede karaciğerin büyüdüğü, kaburga kemiğini 3 parmak aştığı ve sertleştiği tespit ediliyor. Tüm bunların karaciğer sirozunun başlangıç belirtileri olduğuna karar veriliyor. (22 Ocak 1938 ).

Dr. Nihat Reşat Belger


Uygulanan tedavi sonucu kaşıntılar azalıyor ve iştah artışı oluyor.

ATATÜRK YAŞAMINDA İKİ KEZ SITMAYA YAKALANDI

Atatürk yaşamı boyunca iki kez sıtma hastalığına yakalanmıştır. İlk kez çocukluğunda sıtma olmuştur, ikinci kez 1919 yılı mayıs ayında Samsun’da hastalanmıştır. Son kez yakalandığı sıtma hastalığı 1919 yılındadır ve bundan 19 yıl sonra oluşan karaciğer sirozunun sıtmaya bağlı geliştiğini söylemek çok güçtür.

Sıtma, bilindiği gibi üşüme ve titremelerle özellenen ve ateşin 40-41 dereceye kadar yükseldiği, 3-4 saat sonra terlemeyle birlikte hızla düştüğü nöbetlerle seyreder. Yapabildiğim araştırmalarda son bir yılda Atatürk’ün böyle bir tablo yaşamadığını söyleyebilirim.

Ateş yüksekliğine yönelik belirgin tespitler şöyledir: 21 Kasım 1937 sabahı ateşi 39 derece bulundu, zatürre tanısıyla tedavi ve istirahat uygulandı. 17 Ekim 1938 - 10 Kasım 1938 tarihleri arasında koltuk altından yapılan ölçümlerde ateşi sadece bir kez 38 derece, iki kez 37.6 derece bulunmuş, defalarca yinelenen ölçümlerde ise 36.9 dereceyi geçmemiştir. 10 Kasım gecesi sabaha karşı koltuk altından alınan ateşleri 36.8 derece, 38 derece ve 37.7 derece bulunmuştur.

ATATÜRK’ÜN YAKALANDIĞI KARACİĞER SİROZUNUN NEDENİ ALKOL DEĞİLDİ

Atatürk’ün ölümünün karaciğer sirozundan olduğu, ancak siroz nedeninin alkol olmadığı konusunda gündeme getirilen bilimselliğine güvenilir ve günümüz tıbbına uyan yorumları sizlerle paylaşmak istiyorum.

“Güncel Gastroenteroloji” dergisinin 1997 yılı Ekim sayısında Prof. Dr. Sait Kapıcıoğlu Atatürk’ün alkole bağlı siroz olamayacağını belirtiyor ve şöyle diyor “Alkol içmeye bağlı siroz olma riski, en az 10 - 15 yıl, günde rakı biriminde 3 bardak ve her gün içilmesi koşulu ile olabilir. Oysa Atatürk bu sıklıkla ve bu sürede içmiyordu. Ülkemizde çok daha fazla alkol tüketilmekle birlikte alkole bağlı siroz, hemen hemen sıfıra yakındır.”

GATA Halk Sağlığı Kürsüsü Başkanı Prof. Dr. Necip Berksan’ın konuya ilişkin yorumu ise şöyle: “Atatürk, Kurtuluş Savaşı yıllarında hiç içki içmemiştir. Bu, kendisinin ne kadar ciddi bir devlet adamı olduğunu gösterir. İçki içtiği zaman bile hareketleri ile konuşma düzeni hiç bozulmamış, fikir ve düşüncelerini gayet sağlıklı bir biçimde ortaya koymuştur. Bu gözlemler, bırakınız Atatürk’ün siroz olacak kadar içmesini, sarhoş olacak kadar bile içki içmediğini gösterir. Yani Atatürk’ün alkolden kaynaklanan sirozdan öldüğü hususu, Atatürk’e uygun olmayan bir yakıştırmadır.”

3 Ağustos 1938 tarihinde Dr. Bergaman, Dr. Epinger, Dr. Neşet Ömer İrdelp, Dr. Nihat Reşat, Dr. M. Kemal Öke, Dr. Mehmet Kamil, Dr. Süreyya Hidayet, Dr. Abramaya ve Dr. Akil Muhtar’ın katılımıyla Atatürk’e konsültasyon yapılmıştır. Konsültasyon sonucu aşağıdaki rapor hazırlanmıştır:

1 – Atatürk’te asit yapmış, subikter meydana getirmiş bir “siroz” halinin bulunduğunu,

2 – Bunun nedeninin “alkol” olabileceği gibi, evvelce iki defa geçirdiği “malarya”nın (sıtma) etkisinin ve payının olmadığının söylenemeyeceği,

3 – “Vena Porta’da Flebit ” (karaciğer toplardamarında iltihap) olmasının da imkan dahilinde bulunduğu,

4 – Hastada ateşin yükseldiği ve karaciğerin kosta kenarlarını geçtiği ve dalağın büyük olduğu, ateşin yüksekliğinin aynı hastalığın varlığı ile izah edilebileceği belirtilmiş ve aşağıdaki tedavinin uygulanması kararlaştırılmıştır.

A – Karındaki asit “Salyrgan” şırıngaları ile giderilmeye (alınmaya) çalışılacaktır.

B – 2 ve 3 defadan sonra “ponksiyon” yapılacaktır.

C – Ateş için 0.90 santigram “Piramidon” verilecektir.

D – “Kinin” tedavisi yapılabilecektir.

E – Gerektiğinde hafif “müsekkin” ilaçlar verilecektir.

Prof. Dr. Noel Fiessinger


FRANSIZ PROF. DR FİESSİNGER HASTALIĞIN İÇKİDEN MEYDANA GELDİĞİ GÖRÜŞÜNE KARŞI ÇIKIYOR

Atatürk’ün muayene ve tedavisi için dört kez Türkiye’ye gelen Fransız Prof. Dr. Noel Fiessinger’in yorumu göz ardı edilmemelidir:

“Bu hastalığın sırf içkiden geldiği yolundaki düşünce doğru değildir. Benim, Fas, Tunus ve Cezayir’den gelen bir çok Müslüman hastalarım var ki ömürlerinde ağızlarına herhangi ispirtolu bir içki koymamışlardır. Dolayısıyla hastalığın daha başka ve önemli sebepleri olduğunu kabul etmek lazımdır. Bence bunlar arasında özellikle dengesiz beslenme tarzı ve devamlı kabızlık gibi sebepler başlı başına yer tutmaktadırlar.”

Fransa’dan çağrılan Prof. Dr. Fiessinger (28 Mart 1938) Atatürk’ü muayene eder ve tanının karaciğer sirozu olduğunu saptar. Aynı zamanda karnında bir miktar su biriktiğini, karaciğerinin büyüdüğünü ve alt kaburgayı 4 parmak aştığını belirtir.

DEVAM EDECEK...