2012 yılından bu yana her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı (Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde tek tek sıralanmış hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesi durumunda) Bireysel Başvuru Hakkı çerçevesinde Anayasa Mahkemesi’ne başvurabiliyor.
Anayasa Mahkemesi de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin tanıdığı bir iç hukuk yolu olarak bu başvuruları karara bağlıyor.
★★★
Hatay Milletvekili Can Atalay da bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak Bireysel Başvuru Hakkı çerçevesinde, İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki “adil yargılanma”, “özgürlük ve güvenlik” ve “seçilme” haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.
Anayasa Mahkemesi de Can Atalay’ın “özgürlük ve güvenlik” hakkıyla “seçilme” hakkının ihlal edildiğine hükmetti.
Bu, Atalay’ın tutuklu olmaması ve TBMM’ye gidip görevini yapması gerektiği anlamına geliyor.
AYM kararı çıktıktan sonra “derhal” yapılması gereken Atalay’ın tahliye edilmesi, yargılama sürecinin TBMM’de dokunulmazlığı kaldırılana ya da dönem sonuna (bir sonraki seçime) kadar durdurulmasıydı.
★★★
Zira Anayasa’nın 153. Maddesinde Anayasa Mahkemesi kararları konusunda iki önemli hüküm var:
1- KESİNDİR!
2- (Resmî Gazetede hemen yayımlandıktan sonra Yasama, yürütme ve yargı organları, idare makamları, gerçek ve tüzel kişiler açısından) BAĞLAYICIDIR!
Buna karşın yerel mahkeme ve Yargıtay AYM kararına “ping pong topu” muamelesi yapıyor ve Atalay’ın iki hakkı da ihlal edilmeye devam ediliyor.
Bu saatten sonra mesele Can Atalay meselesi olmaktan çıkıp “Anayasa Mahkemesi’nin İtibarı” meselesi olmuştur.
AYM Başkanı Zühtü Arslan ile yüksek mahkeme üyelerinin bu durumdan rahatsızlık duymaması, duruma açıktan tepki göstermemesi gerçekten tuhaf bir durumdur.
★★★
AYM yargıçları, hukuk devletinin sürekli tırtıklandığı, Anayasa’nın sürekli ihlal edildiği bugünlerde, oturdukları koltuğun taşıdığı sorumluluğun farkında olmalıdır. Bu demokrasimizin geleceği açısından çok önemlidir.
Bugün görüşecekleri TCK’nın 217/A maddesiyle ilgili kararlarını da aynı çerçevede değerlendirmek gerekir.
“Dezenformasyonla Mücadele Yasası” çerçevesinde TCK’ya eklenen bu maddenin nasıl suiistimal edilebileceğini meslektaşımız Tolga Şardan’ın tutuklanmasıyla sonuçlanan soruşturmada gördük.
“Halkı endişe ve paniğe sevk etme”, “iç ve dış güvenliği tehdit etme”, “genel sağlığı olumsuz bilgileri yayma” gibi hiçbir suç unsuru sübuta ermediği halde yargımız Tolga Şardan’ı 217/A’dan tutukladı.
AYM, 217/A’nın sansür amaçlı kullanıma çok uygun bir metin içerdiğini görmezse, “217/A” da (Gazeteci Hrant Dink’i hedef haline getiren ve katledilmesine neden olan) TCK’nın ünlü “301’inci” maddesi gibi yanlış kararlarla, antidemokratik soruşturmalarla tarihe geçecektir.
İptal sayesinde ise madde metni yeniden yazılabilir, ilgili soruşturmalarda (örneğin 301. maddede olduğu gibi) “bakan izni” yoluna gidilebilir.
AYM’nin bugün vereceği kararı bu tarihi sorumluluk bilinciyle almasını diliyorum.
İşkenceye tolerans mı başladı
Temel hak ve özgürlükler söz konusu olmuşken ürpertici bir gelişmeyi de dikkatinize getirmek isterim.
İstanbul’da Taksim Şehit Haşim Taştan Polis Karakolu’na götürülen Samet G. isimli vatandaş, gözaltı sırasında işkence gördüğü iddiasıyla mahkemeye başvurmuş. İddiasına göre H.K. isimli polis kendisini darp etmiş ve diziyle testislerine vurmuş. Bu darbe nedeniyle oluşan sağlık sorununa rağmen Samet G. hastaneye götürülmeyerek karakolda tutulmuş.
Neticede Samet G’nin darbe alan testisi ameliyatla alınmış. Sağlam girdiği karakoldan kendi tabiriyle “yarım” olarak çıkmış.
Mahkemeye sunulan karakol görüntüleri, H.K.’nın savunmasını değil Samet G.’nin iddialarını doğruluyor.
Haberi okurken polis memuru H.K’nın ne olduğunu merak ettim. Gördüm ki hala çalışıyor ve çocuk şubede görev yapıyor.
Meslektaşımız Tolga Şardan’ın bir yazı nedeniyle cezaevine konulduğu, Barış Pehlivan’ın bir yazı nedeniyle aylarca cezaevinde kaldığı bir ortamda, bir vatandaşa ağır işkence yapan polis memuru 6 yıla kadar hapis cezasıyla yargılanmasına karşın hiçbir yaptırımla muhatap olmuyor.
Yazımı İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’ya, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’a, İstanbul Valisi Davut Gül’e açık iki soruyla bitirmek istiyorum:
Döneminizde “işkenceye sıfır tolerans uygulaması” sona mı erdi?
Döneminizde “işkence” işkencecinin yanına kâr kalan bir eylem mi olacak?