ANALİZ

Bir eksiğimiz IŞİD’li vahşi teröristlerdi


Herhalde Türk kamuoyunda kimsenin haberi bile yoktu, Amerika’nın elinde batı ülkelerinden Suriye’ye gelen 800 IŞİD teröristi olduğundan.
Trump açıklamasa yine haberimiz olmayacaktı.
Amerika Başkanı; Almanya, İtalya, Fransa, İngiltere gibi Avrupa ülkelerine seslenerek, “Elimizdeki bu teröristleri alın yoksa serbest bırakma durumunda kalacağız” deyiverdi.
Bu 800 vahşi terörist Müslüman ülkelerden getirilen teröristler değil.
Avrupa ülkelerinde yaşayan, bir şekilde Müslümanlığa geçen ama teröristliği seçen meczuplar bunlar.
Avrupa muhtemelen bunları almak istemiyor.
Nedeni basit.
Bu ülkeler “hukuk devleti” ve yabancı topraklarda, yabancılara karşı işlenmiş suçları yargılama sistemleri yok.
Bu nedenle o vahşi teröristler teslim edilirse, bu ülkeler ne yapacaklarını tam olarak bilmiyorlar.
Örneğin Almanya, “Açacağımız rehabilitasyon merkezlerinde ıslah etmeye çalışabiliriz” dedi.
Buraya kadar bizi ilgilendiren bir durum yok gibi görünüyor.
Ama dünkü Hürriyet Gazetesi’nden öğreniyoruz ki, kamuoyunun bilmediği bu 800 batılı IŞİD teröristi konusu, daha önce Trump-Erdoğan görüşmelerinde defalarca ele alınmış.
Trump, “Bunları ne yapacağız, siz mi alsanız” deyince Erdoğan, “Merak etmeyin biz alırız. Hem onları nereye koyacağımızı da biliyoruz” demiş.
Ne demek şimdi bu?
Bize ne elin vahşi teröristinden.
Kendi ülkeleri bile bunları istemezken, biz niye hemen üstüne atlıyoruz?
Hürriyet’in haberine göre; Türkiye’nin himayesindeki Özgür Suriye Ordusu’nun elinde de IŞİD teröristleri varmış, onlar bir hapishanede tutuluyormuş. Amerika’nın vereceklerini de oraya koyabilirmişiz.
Sanki Özgür Suriye Ordusu denilenlerin IŞİD’den bir farkları varmış gibi, bir de onlara güven gösteriyoruz.
Amerika’nın yakaladığı ve elinde tutuğu vahşi teröristleri almak, elimize pimi çekilmiş el bombası almakla aynıdır.
Türkiye’nin sanki hiçbir sorunu yokmuş gibi bir de IŞİD teröristleri alması ülke güvenliğini de tehdit eder.
Yarın yurt dışında ve yurt içinde yapılacak bir terör eylemi sonucu “arkadaşlarımızı serbest bırakın” şantajıyla karşılaşma olasılığını düşünmek bile korkunç .
Ayrıca Avrupa’nın meczup teröristlerine niye bu halkın cebinden çıkan paralarla bakılsın ki?
Herkes kendi teröristini alsın, almıyorsa Amerika götürsün bu ülkelerin meydanlarına bıraksın, bize ne?

BUNU YAZMAK GEREK

Yabancılar söyleyince “küstahlık” diye savunuyoruz kendimizi


Türkiye’nin gerek Irak’ta, gerekse Suriye’de terör estiren İslamcı örgütlere karşı “pek şahin olmadığı” aslında bilinmeyen bir gerçek değil.
Hatta öyle ki kimi batılı ülkeler ayrıca Suriye, bu teröristlere Türkiye’nin açıkça destek verdiğini bile söylemekten çekinmiyor.
Aslına bakarsanız Suriye’de iç çatışmalar başladığı sırada 10 bin Taliban militanının Türkiye tarafından bölgeye getirildiğini yazmıştım. O sırada Vatan Gazetesi’nde yazıyordum, en küçük bir yalanlama bile gelmedi.
Aynı bilgi aşağı yukarı altı yıl sonra bir Hürriyet yazarı tarafından da dile getirilmişti.
O da, “Bu bilgi doğru mu?” diye sormuştu ama iş işten geçmişti zaten.
Son zamanlarda Türkiye’ye yönelik bu tür suçlamaların dozunun arttığını görüyorum.
Örneğin Suriye’deki görevi biten Amerikalı komutan, “Türkiye’nin bu teröristlerle ilişkisi olduğunu biliyoruz” demişti.
Biz bu tür açıklamalara karşı hemen “küstah açıklama, haddini bilmez Amerikalı” başlıklarını atmayı çok seviyoruz.
Tabii bunlar iç politikaya yönelik, yurt dışında hiçbir etkisi olmuyor.
Ayrıca dünya kamuoyu bizim açıklamamıza değil ama oradaki Amerikalı komutanın açıklamasına daha fazla itibar eder, bu gerçeği de bilelim.
Son olarak Mısır’ın başındaki Sisi de aynı suçlamayı yaptı.
Münih Güvenlik Konferansı’nda konuşan Sisi, “Suriye’de yabancı savaşçıların bulunmasının sorumlusunun Türkiye olduğunu” iddia etti.
Bizim tepkimiz yine “Küstah açıklama” şeklinde oldu.
Kızıyoruz ama sanki etrafımızdaki çemberi daraltıyorlar gibi geliyor bana.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

“Babası FETÖ’cü” deyince her şey hak oluyor


Sosyal medya Ankara’da polis tarafından gözaltına alınan bir kıza yönelik cinsel taciz olayı ile çalkalanıyor.
Türbanlı bir öğrenci Ankara’da katıldığı bir protesto eyleminden sonra gözaltına alınırken, polislerden biri hiç de hoş görünmeyen biçimde genç kızın bacak arasına elini sokuyor.
Bu görüntüler tepki yaratınca Ankara emniyeti bir açıklama yaptı.
Polisin davranışının hiç kınanmadığı açıklamada, “O kızın babası FETÖ’cü” deniyor.
“Tamam oldu o zaman, babası FETÖ’cüyse polisin arkadan bacak arasına elini sokmasının bir sakıncası yok, hatta az bile yapmış” mı diyeceğiz yani?
Her olayda “FETÖ’cü” tanımının kullanılması kabak tadı verdi artık.
Buradaki mantığı anlamak kolay.
Öncelikle “Biri eğer FETÖ’cü veya yakını ise her şeye müstehaktır” deniliyor.
İkincisi bu konuyu eleştirecek olanlar “Bakın bunlar FETÖ’cüyü koruyor, onların ağzıyla konuşuyor” denilerek etkisiz hale getirilmeye çalışılıyor.
İkisine de karşı çıkmak demokrasi ve hukuka inanan herkesin görevidir.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

BDDK bu tür bankacılığa göz yumamaz


Haberi hayretler içinde okudum.
Kuveyt Bank, hesapta İslami bankacılık yapan bir finans kuruluşu.
Ama bütün çalışma yöntemleri bankacılık kurallarına uygun.
Bankalar ne yapıyorsa Kuveyt Bank da onu yapıyor.
Kredi veriyor, yatırım yapıyor, mudilerine kredi kartı da veriyor.
Kendisine para yatıranlara “kâr payı” adı altındaki neredeyse diğer bankaların verdiği faizin aynısını veriyor.
Ancak bu bankanın kredi kartını kullanıyorsanız, içkili yerlerdeki harcamalarınızı ödeyemiyorsunuz.
Ya da kredi kartınızı içki, domuz eti gibi ürünleri almak için kullanamıyorsunuz.
Kuveyt Bank kredi kartına böyle bir sınırlama getirmiş.
Türkiye’nin geldiği noktaya bakar mısınız?
Banka yöneticileri bu iddiayı yalanlamayarak, “Evet böyle bir muamelemiz var” açıklaması yapmışlar.
Kredi kartına sınırlama getirilebilir mi?
Özellikle dini bir hassasiyet öne sürülerek bu tür kısıtlamalar yapılması sanıyorum laikliğe olduğu kadar hukuka da aykırıdır.
Bankaları denetleyen BDDK isimli bir kuruluş var.
BDDK’nın bu konuda bir açıklama yapması gerektiğini düşünüyorum.

DÜZELTME

Mehmet Bekaroğlu açıklama gönderdi; “Atatürk’e asla kefere demedim”


Önceki gün İçişleri Bakanı’nın talimatıyla tartaklanan HDP milletvekilleri için “Onlar HDP’li diye bu hukuksuzluğa karşı çıkmayacak mıyız?” diyen CHP’li Mehmet Bekaroğlu’nu yazmıştım hatırlarsanız.
Yazımda, aslında o yazının içeriği ile bir ilgisi olmamasına rağmen, Mehmet Bekaroğlu’nun CHP’de yönetim katında olmasını içime sindiremediğimi, Atatürk’e kefere diyen birinin Atatürk devrimlerini anlatmakla nasıl görevlendirildiğini anlayamadığımı, belirtmiştim.
Yazının yayınlanmasından sonra Mehmet Bekaroğlu aradı.
“Bari siz yapmayın Can Bey” dedi “Kim bilir kaç kez Atatürk’e kefere demediğimi açıkladım.”
Bekaroğlu ile geçmişe dayanan bir hukukumuz var.
Siyasetine saygı duyarım elbette, karşı çıktığım CHP’de çok üst düzey görev alması.
Bunu tekrar hatırlattım tabii, ama haklı olduğu taraf şu ki, “kefere sözünün kasıtlı olarak tekrarlanmasına” tepki göstermesi.
Neyse, medeni iki insan olarak konuştuk, ben de bir yanlış yapmamak için, “Açıklamanızı aynen yayınlarım” dedim.
Bekaroğlu şu açıklamayı gönderdi:
Sayın Can Ataklı;
18.02.2019 tarihli Korkusuz Gazetesi’ndeki köşenizde Atatürk’e kefere dediğimi iddia ediyorsunuz.
27 yıldır bir yalan tekrarlanıp duruluyor. Sayın Ataklı; daha önce bin defa ifade ettim; Atatürk’e kefere dediğim doğru değil, böyle bir şey yok, olmadı. Bu tamamen uydurmadır, yalandır, iftiradır. 27 yıl önce; üniversitedeki bir rektörlük seçimi öncesi icat edilen bu yalan, mahkeme kararlarına rağmen, hâlâ bana ve dostlarıma zarar vermek için kullanılıyor.
Sayın Ataklı; inanın ben bu konuda “böyle bir şey yok, bu, yalan ve iftiradır” demekten bıktım. Ama sizin gibi ciddiye aldığım ve önem verdiğim biri de böyle yazınca cevap verme ihtiyacı duydum.
Saygılarımla.
Mehmet Bekaroğlu