Bir devletin kendi ülkesinin sınırları dışında egemenlik kurarak yönettiği ekonomik veya siyasal çıkarlar sağladığı ülke, sömürülen ülke; müstemleke, koloni” diye tanımlıyor Türk Dil Kurumu “sömürge” kelimesini.

  1. yüzyıl sonrası için tarif böyleydi belki ama geçen zamanda sömürü biçim değiştirdi.

“Yeni Sömürgecilik” girdi lügatımıza.

Bu sömürü biçiminde zengin ülkeler yoksul ve güçsüz olanları askeri güçle doğrudan kontrol altında tutmuyor.

Ülkeler dolaylı yoldan “yağmalanıyor”. Ayrıcalıklı bir kesim de iş birliği, ortaklık adı altında payına düşeni alıyor.

★★★

Peki bu “yağma” nasıl olabilir?

Farklı farklı formları mevcut elbette.

Ama biraz örnekler üzerinden tartışalım.

Mesela kendi ülkende yasak olmasına rağmen, yasal düzenlemeleri daha az/esnek ve düşük maliyetli diye bir başka ülkeye gelmek, onların topraklarına, havasına, suyuna zehir bulaştırmak pahasına değerli maden aramak modern sömürü olabilir mi?

Kendi ülkende adını bile ansan ceza yiyeceğin vahşi yöntemlerle bir başka ülkenin doğasını talan etmek?

Maden sahasıyla bir köyü ortadan kaldırmak, meraları kazmak, bölgedeki hayvancılığı bitirmek?

Kapasite artıra artıra genişlemek, köyün mezarlığını dahi maden alanının içinde bırakmak?

Tüm bunlar bir sömürü, yağma formu olabilir mi acaba?

Köy sakinlerine ikişer katlı, bahçeli villalar verip, dava açmamaları karşılığında 130’ar bin lira dağıtmak, okuma yazması olmayan insanlara taahhütnameler imzalatmak?

Gazetecileri, muhtarları ABD’ye götürüp gezdirmek, karşılığında sessiz kalmalarını sağlamak?

Ya da patlayan bir boruyla ülkenin en önemli su kaynaklarından birine siyanür bulaştırmak, ama kesilen cezanın kat be katını vergi affı olarak diğer cebe indirmek?

Soru çok, yanıtlar tartışılır.

★★★

Tüm bunları anlamak için biraz geriye, 2004 yılına gitmek gerekiyor aslında.

Türkiye’nin kaderini belirleyen Madencilik Yasası’nın değiştiği tarihe…

Bu “gevşek” mevzuat sayesinde tarım arazileri, ormanlar, meralar, akarsu çevrelerini de içeren birçok alanda maden aramanın önü açıldı.

Maden işletmeleri için ÇED raporu zorunluluğu “gevşetildi”.

Değişiklikle doğayı ve toplumsal yaşamı, madenciliğin yıkıcı tahribatından koruyacak bir yasal mevzuat neredeyse kalmadı.

Akbelen’de zeytinliklerimiz, Kazdağları’nda akciğerlerimiz madenlere ve madencilere açıldı böylece.

TEMA Vakfı’nın raporuna göre bugün Kazdağları’nın yüzde 79’u maden ruhsatları ile kaplı.

AK Parti iktidara gelene kadar 1923-2002 yılları arasında, 79 yılda, bin 186 maden ruhsatı verilmişken, 2008-2023 yılları arasındaki 15 yılda 386 bin madene ruhsat çıktı.

2022’de 8 bin 406 hektar (11 bin 773 futbol sahası) ormanlık alan, son 10 yılda ise 109 bin 884 hektar (153 bin 899 futbol sahası) ormanlık alan madencilik faaliyetlerine açıldı.

Hollanda’dan Cayman Adaları’na, Almanya’dan İsviçre’ye birçok farklı ülkeye ait maden şirketi bu sahalarda bugün arama yapıyor.

Tüm bunlar bu sömürü düzeninin bir parçası olabilir mi acaba?

Üstelik sonu gelmeyecek, yağma daha da büyüyecek gibi görünüyor.

Çünkü bu yasada yeni bir değişiklik daha gündemde.

Tam da İliç’teki faciadan bir gün sonra TBMM’ye gelecekti, gelemedi.

Şimdilik…

O düzenleme yapılırsa maden aramak “kamu yararına faaliyet” sayılacak.

Bu da tarım ve orman alanlarında maden aramanın önündeki engeli kaldıracak.

Akbelen’de büyük bir acıyla tecrübe ettik…

Maden bulunan bir yer kamulaştırılabiliyor.

Bu düzenleme yasalaşırsa maden aranırken dahi “fayda” olduğu için kamulaştırma yapılabilecek.

ÇED raporu ve izin almak kolaylaşacak, süreçler hızlanacak.

★★★

Bu konudaki mücadelesiyle bilinen Avukat İsmail Hakkı Atal’a göre Türkiye uzun süredir bir “ekokırım” yaşıyor.

Sadece maden konusunda değil.

Sömürüldüğümüz, “kırım”a uğradığımız bir konu daha var.

İngiltere’de GPS takılan çöp poşetlerinin Adana’da çıkması mesela…

Avrupa’nın çöp kutusu haline gelmek de bir istismar örneği olabilir mi?

Yanıt bence net.

Malum Çin yasakladıktan sonra Türkiye bu alandaki zirveyi kimseye kaptırmıyor.

AB’nin çöpü yıllardır Türkiye’ye akıyor.

2022’de Avrupa’nın atığının ya da hiç kibarca ifade etmeye gerek yok “pis çöpünün” üçte birinden fazlası yine Türkiye’ye gönderildi.

Türkiye’yi bunun 3 katından az bir miktarla Hindistan izledi.

Bu mesela bir örnek olabilir mi?

El alemin çevresinin bizimkinden daha kıymetli olması?

Bu plastik atıkların yasa dışı olarak getirildiği Adana’da açıkta yakıldığını ortaya çıkartmıştı daha sonrasında Greenpeace.

Alınan tüm numunelerde yanma sırasında açığa çıkan zehirli kimyasallar bulundu.

Tüm bunların erken doğum tehlikesi yarattığı, kalıtsal hastalıklar ve kansere sebep olduğu, bölgede yem fabrikaları, sulama kanalları, fıstık ve mısır tarlaları olduğu için tükettiğimiz gıdaları dahi zehirlediğine dair rapor hazırlandı.

Anlayacağınız, ayrıcalıklı bir kesimin refahı, içimizden birilerinin mezarlarının üzerinde yükseliyor.