Türkiye’de geçen hafta 17 bakanlığa, 68 bakan yardımcısı atandı. İçlerinden biri, Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcısı Oruç Baba İnan. Bu isim, beni Anadolu’da 23 yıl önce gittiğim, duvarları toprak sıvalı kerpiç bir eve götürdü. Konya’nın Yunak ilçesine bağlı Çayırbaşı köyünde yaşayan 7 çocuklu çiftçi ailenin oğlu, üniversite sınavında Türkiye birincisi olmuştu. Ajanslar, “Tarladan şampiyon çıktı” başlığıyla haberi geçti. O tarihte çalıştığım gazetenin haber koordinatörü gazeteci-yazar Yılmaz Özdil ağabeyimdi. Bizim mahalle Bab-ı Ali’de, meslek büyüklerimize, ‘falanca bey, filanca hanım’ denilmez. Yılmaz ağabeyim, “Sultancığım, Konya’ya git, gerçek şampiyonu bul canım kardeşim” dedi.

AĞAÇLI TEK EV

İstanbul, Ankara, İzmir’deki kolejlerden birinci çıkması beklenirken, şampiyon Anadolu’da bir köyden çıkmıştı. Üniversiteden sınıf arkadaşım, ödüllü foto muhabirimiz Alper Yurtsever ile birlikte Atatürk Havalimanı’ndan, ilk uçakla Konya’ya uçup askeri havaalanına indik. Tüfekli askerler eşliğinde alandan çıkıp, şoförlü kiralık bir araçla yollara düştük. Uçsuz bucaksız Konya Ovası’nda, yol iz bilmeden, saatlerce bir ağaç bile görmeden gittik. Amerikan kovboy filmleri dışında, ilk kez bu kadar büyük, ıssız, kimsesiz bir toprak görmüştüm. Alper’le birbirimize bakıp, Anadolu’yu aslında hiç tanımadığımız gerçeğiyle yüzleştik. Git git bitmeyen uzun yolun sonunda, en yakın ilçeye 150 km uzaktaki Çayırbaşı köyü uzaktan göründü. Bozkırın ortasında bahçesi ağaçlı, yeşillikler içinde yalnız bir ev vardı.

GAPISINI ÇALDIK

İnan Ailesi bizi bekliyordu. Şampiyonun evini bir köylü amcaya sorduk. Konya’nın yerel şivesiyle, “Anaa Istanbullardan kimler gelmiş. İğreti gibi durmayın, buyurun, buyurun. Allah bu günlere gavışdurdu. Accık ötedeki şu ağaçlı evin gapısını çalın” dedi. Arabaya çağırdık, “Pantulum kirli” diyerek, binmedi. Etraftan bizim kim olduğumuzu soran köylülerine, “İstanbul’dan gasteciler gelmiş. Bizim Yılmaz’ın, şampuan çıkan oğlu Oruç Baba’yı soruyorlar” diyerek, gururlanıyordu. Şampuan değil ama şampiyonunun evine artık varmıştık. Baba Yılmaz İnan, anne Elif İnan ve çocukları Abdullah, Selime, Sibel, Hafize, Şahin, Oğuz ve Oruç Baba bizi sevgiyle karşıladı.

ŞAMPİYON BABA

Anadolu insanı evinin kapısını açtı. Gözlemeler pişmiş, ayranlar yapılmıştı. Yer sofrasına buyur edildik, oturduk. Ablalar ve ağabey, öğretmen çıkmıştı, oturuyordu. Türkiye şampiyonu da olsa Oruç Baba şımartılmayacak, servisi yapacaktı. Biz sorduk, babası anlattı. Karakol Onbaşısı Rahim İnan’ın oğluydu. 1940’ta Bulgaristan’dan, önce Çanakkale’ye, sonra Konya’ya gelmişlerdi. Yoksulluktan okuyamamak içine işlemişti. Kız-erkek ayırmadan çocuklarının hepsini okutmakta kararlıydı. Cumhuriyet rejimine, devlete güvense de yasalara uymadıklarını söylediği siyasilere tepkiliydi. Siyasetteki, “Temiz toplum” sözüne kızıp, “Toplum pis mi? Önce kendilerini temizlesinler” diyordu.

MİLLETİN EFENDİSİ

“Devleti yönetenler, zorunlu eğitimin devamını sağlayamıyor. Yoksul çocuklar harcanıyor. Kalkınmanın temeli eğitimdir” diye uyarıp, ÖSS şampiyonunun babası da olsa üniversite sınavının kaldırılmasını her çocuğun okumasını istiyordu. YÖK’ün daha birkaç yıl önce açtığı ihtisas üniversitelerini 23 yıl önce öngörüp, “Üniversiteler birbirinin aynı olmamalı. Bir alanda, en iyi eğitimi veren üniversiteler kurulmalı. Şehrin ortasında veterinerlik fakültesi olur mu? Çocuk, mezun olup köye geliyor. Öküzü görüp, inek sanıyor” dedi. Güldük. Belki biz de ayrıramazdık. Bize güvenmişti. Gizli odasının kapısını açtı. Nâzım Hikmet, Yaşar Kemal, Özdemir Asaf, Victor Hugo, Dostoyevski, Tolstoy gibi yüzlerce yazarın, binlerce kitabı vardı. Samanını satıp, kitap alıp okumuş, çocuklarına okutmuştu.

BABA VASİYETİ

Heyecanla anlatırken dönemin Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz, ev telefonundan aradı. Oruç Baba’nın, bir holdingin yeni kurduğu vakıf üniversitesini seçmesi için aracı olmuştu. Şaşırdık. Çiftçi Yılmaz İnan, kerpiç evin toprak zeminine kasketini fırlattı. “Benim çocuklarımı devlet yatılı okuttu. Devlet üniversitesinde okuyup, millete hizmet edecekler” diyerek kestirip attı. Sınavın gerçek şampiyonu babaydı. Oruç, Boğaziçi İşletme’ye girdi. “İstanbul’da bir sıkıntın olursa beni bul” diyerek kartımı vermiştim. Boğaziçi, “Ya 2 milyar lira ver ya başka yurda git” diyerek yurda almamıştı. Aradı, manşetten yazdık. Adı bende saklı bir iş insanı, Boğaziçi’nin tek kişilik odalı süper yurdunun parasını, kimselere duyurmadan tam burs verip ödedi. Şampiyon, koca şehir İstanbul’da yersiz yurtsuz kalmaktan kurtuldu. Mezun olup birçok şirkette üst düzey yöneticilik yaptı. Babaların babası rahmetli Yılmaz İnan göremese de şimdi oğul Oruç Baba İnan’ın, “Bakan Yardımcısı” sıfatıyla Türk milletine hizmet borcunu ödeme vakti geldi. Türkiye’nin, eğitimle ve bilimle kalkınması için baba vasiyetine uymak, devletin okuttuğu köy çocuğunun boynunun borcudur!