“Her yerde kar vardı.  

Diz boyu yağan kar, çocuğun yüreğinde sevinçli bir heyecan yaratmış, kahvaltıyı yapar yapmaz bahçeye koşmuştu... 

Dört ayaklı dostu yanında olsun, sevinçle kuyruğunu sallasın, karların içinde koştursun, onunla bembeyaz örtünün üzerinde yuvarlansın istiyordu. 

Çocuğun ne bir kardeşi, ne de birlikte oynayacağı bir arkadaşı vardı. 

Tek dostu bu sokak köpeğiydi. 

İsmini ‘Panter’ koymuştu...

★★★

Gerçekten de dört ayaklı dostu bir panter kadar heybetliydi.

Sarı, siyah benekli tüyleri vardı. 

Diğer sokaklardan haylaz çocuklar, bazen gelir oyununu bozarlar, karşı çıkınca da, üç dört çocuk onu dövmeye çalışırlardı. İşte o anda dört ayaklı dostu, adeta pantere dönüşür, haylazların hepsini sokağın dışına kadar şakacıktan kovalar, böylece onu korurdu. Oysa normal zamanlarda gelene geçene sevinçle kuyruk sallayacak kadar uysaldı ve saldırganlık huyu hiç yoktu. 

Panter çok hisli bir köpekti, kötüyü ve iyiyi çok çabuk ayırt ederdi.

★★★

O da çocuğa iyice alışmıştı, evin sahipli köpeğiymiş gibi kapının kıyısında kıvrılıp yatıyor, ara sıra etrafı kolaçan ediyor, gelen geçene sevinçle kuyruk sallıyor, çocuk önüne ne koyarsa onu yiyordu. 

Çocuğu öylesine seviyordu ki; sesini duyar duymaz gelir, yumuşacık patileriyle ona sarılırdı.

Çocuk için, Panter ile sarmaş dolaş olması kadar onu mutlu eden başka bir şey yoktu. 

★★★

Çocukluğun verdiği masum sevgiden mi, yoksa köpeklerin insanların en yakın dostları olduğunu bilip öğrendiğinden mi, bu sokak köpeğiyle dostluğu çok farklı boyuttaydı. Sadık dostunu çöplüklere muhtaç etmemek için gider, tanıdık kasaplardan onun için torba dolusu kemik alırdı. Panter, yediği kadar kemiği yer, geri kalanı da daha sonrası için götürür bir yere gömerdi.

★★★

Yine diz boyu karın yağdığı bir gün çocuk, sevgili dostunu evin yanında göremeyince seslendi. 

Panter onun çağırdığını duyunca hemen gelirdi yanına. 

Defalarca “Panter... panter...panter...” diye var gücüyle bağırdı, ama Panter yoktu.

Endişeyle sağa sola bakındı, göremedi. 

Birden ilerdeki çöp konteynerinin arkasından gelen bir inilti duydu. 

Koştu oraya...Panter karların üzerine uzanmış, ağzından köpükler saçarak kıvranıp duruyordu. 

Çocuğu görünce son bir gayretle kuyruğunu salladı. 

Çocuk çaresizdi, üzgündü, bilinçsizdi ne yapacağını bilmiyordu. Sadece dört ayaklı dostuna sarılıp hıçkırarak ağlamaya başladı. 

Belediye görevlilerinin zehirlediği Panter, en yakın dostu olan küçük çocuğun kucağında kıvranarak, ağzından köpükler saçarak can vermişti. 

★★★

Çocuk büyüdü, onu ve zehirlendiği gün yaşadığı travmayı hiç unutamadı. Ne zaman Panter’e benzeyen bir köpek görse sevgiyle başını okşadı, sarıldı, gözyaşlarını tutamadı. 

Yüreğinde hiç gitmeyen o kırgınlıkla, bu sadık dostuna yapılan ölümcül kötülüğe dair acı sözler çıktı ağzından. 

Panter’i zehirleyenler, sadece asırlardır insana dost olmuş, korumuş, malına davarına bekçilik etmiş bir köpeği değil, bir çocuğa mutluluk ve
yaşam sevinci veren, onu koruyan en iyi dostunun canını almışlardı o gün...”

★★★

Değerli okurum Hasan Kara’nın çocukluğunda yaşadığı ve kendisinde derin izler bırakan bu olayı günümüzdeki tartışmaya bağlamak istiyorum.

Yapılan anketler gösterdi ki insanımız sokak köpeklerinin ister “uyutma” ister “ötenazi”, ne ad altında olursa olsun itlafına kesinlikle karşı...

Tabii ki sokaklarda sahipsiz köpekler kesinlikle olmamalı.

Onlar için ne yapılması, hangi önlemlerin alınması gerektiğini, Pazar günü bu köşede, Avrupa’nın en iyi mevzuatına sahip Hollanda’yı örnek göstererek ayrıntılı biçimde yazdım.

Gerisi karar vericilerin yüreklerindeki canlı sevgisiyle, onların yaşam hakkına duydukları saygıya kalıyor!..