Erdoğan, Almanya Başbakanı Olaf Scholz ile Berlin’deki basın toplantısında, Batı hükümetlerinin İsrail katliamlarına tepkisiz kalmasını, “Bakın ben rahat konuşuyorum. Çünkü bizim İsrail’e borcumuz yok. Borçlu olsak bu kadar rahat konuşamayız. Ama borçlu olanlar rahat konuşamıyorlar” diye yorumladı...
Erdoğan’ın “borçtan” kastettiği Nazi Almanyasının Yahudilere soykırım/ holokost yapmasıydı. Aynı fikirde değilim:
Batı sorununun daha derinde olduğunu düşünüyorum. Ki yaşanan bu ağır kriz bence salt İsrail ile sınırlı değil. Açayım:
Erdoğan’ın Almanya ziyareti sırasında elimde bir kitap vardı: “Heidegger & Cassirer/Avrupa Düşüncesinde Bölünme”
Harvard Üniversitesi felsefe bölümü öğretim üyesi/ düşünce tarihçisi Prof. Peter E. Gordon, iki büyük Alman düşünürünün 1929 yılında Davos’ta yaptığı “İnsan Nedir” odaklı felsefi tartışmasını kitabının merkezine koydu.
Zamanlama tesadüf değildi:
Batı kapitalizminde sadece 1929 büyük ekonomik krizi yoktu. Kitabın isminden de anlaşıldığı gibi Gordon, 20’nci yüzyıl başındaki Avrupa düşünce hayatındaki büyük kırılmaya dikkat çekti...
Batı’da yeni inşa/ “yeni insan” (liberalizm, faşizm, sosyalizm veya hümanizm anti hümanizm, aydınlanma karşı aydınlanma gibi) ne üzerinde yükselecekti?
★★★
Prof. Gordon’a göre, 20’nci yüzyıl başında -dinden devlete, siyasetten sanata, eğitimden edebiyata- Avrupa düşünce hayatında entelektüel kriz vardı. Referans kaynakları; Rudolf Pannwitz’in 1917’de yazdığı “Avrupa Kültürünün Krizi”, Rosa Luxemburg’un 1919’da yazdığı “Sosyal Demokrasinin Krizi”, Paul Valery’in 1919’da yazdığı “Aklın Krizi” gibi kitaplardı...
Heidegger’e göre, radikal krizler gelecekteki değişimler için ön koşuldur.
Cassirer’e göre ise krizler büyük ahlâki çöküşün, hoşgörüsüzlüğün sebebi olacaktı.
Sonuçta, İkinci Dünya Savaşı çıktı; Heidegger Nazileri selamdı, Cassirer Almanya’dan kaçmak zorunda kaldı!
Kriz, Avrupa burjuva uygarlığının yıkımına/ harabeye dönmesine sebep oldu. Kaybeden aydınlanma idi.
Almanya’dan kaçmak zorunda kalan Hannah Arendt, eski hocası (ve eski sevgilisi) Heidegger’e sanki yanıt verir gibi “Totalitarizmin Kökenleri” kitabını yazdı:
Aydınlar dahil toplum nasıl cinnet halinde (antisemitizm gibi) radikal kötülüğün “ortağı” olmuştu?
Yani, 20’nci yüzyıl başındaki düşünsel krizler insanlığın büyük yıkımına sebep olmuştu.
Peki:
Heidegger’i “en etkili hocam” diye öven Alman felsefeci Habermas’ın geçtiğimiz gün İsrail’i destekleyen bildiriye imza atmasını nasıl değerlendireceğiz?
Konunun bam teline geldi:
★★★
Sosyal Demokrat Başbakan Olaf Scholz’un tavrını anlamak zor değil.
Filozof Habermas’ın tavrını anlamak da zor değil.
100 yıl sonra... 21’inci yüzyılın başında Batı düşüncesi yine krizde.
Görmüyor musunuz: Borges’in, Cortazar’ın, Che’nin, Maradona’nın memleketi Arjantin, bu Pazar günü aşırı sağcı Javier Milei’yi başkan seçti! Almanya dâhil Batı’da faşist partilerin yükselişi geçmesi tesadüf değil; 20’nci yüzyıl başı krizi hortladı.
İsrail katliamlarına ses çıkarmamaları bunun göstergesi; anti hümanizm, irrasyonellik güçleniyor...
Bugünlerde döne döne Samir Amin’i okumak gerek... Son otuz yılda kibirli önyargılı Avrupa merkezciliği ideolojisi yine kendini bitirme yolunda ilerliyor...
İnsanlar, “en iyiye kavuşmak” için Batı’yı takip etmekten bu nedenle hızla vazgeçiyor.
Erdoğan’ın “haçlı-hilal çatışması” tepkisini böyle analiz etmek gerekiyor. Akıl kalmadı artık Batı’da! Marks’ı “gömmek” dâhil eleştirisel her kuramdan-bakıştan uzaklaştılar. Böylece Almanya’da koalisyon ortakları; Sosyal Demokratlar, Yeşiller, Liberaller hızla çöküşe gitti/ gidiyor...
Erdoğan’ın “İsrail’e borçları var” dediği; bana göre holokost değil, Batı’nın tek değer yargısı haline gelen, kağıttır...