19 yıl başbakanlık, 7 yıl Cumhurbaşkanlığı yaptı. Bu yıl onun 100. doğum yıldönümü. Bugün ise onun 9. ölüm yıldönümü. Bugün saat 11.00’de Isparta İslamköy’deki anıt mezarının başında anılacak, onunla ilgili anılar anlatılacak. Demirel’in yanında 20 yıldan fazla özel doktoru olarak görev yapan, haftanın 7 günü, yılın 12 ayı hep yanında olan Dr. Aylin Cesur, “Sayın Demirel’i çok özledim” diyor. Anılar canlanıyor. Çankaya Köşkü’nde Demirel ve eşi Nazmiye Hanım’la yürüyordu. O gün yorucu bir seyahatten dönmüşlerdi. Nazmiye Hanım’ın ayak bilekleri şişmiş… Araları açılmış parkede, hafif topuklu ayakkabısı ile parke aralarına takılmamak için çaba sarf eden Nazmiye Hanım, “Süleyman, şu parkeleri bir yaptırtsan mı artık!” dedi. Olayın tanığı Dr. Aylin Cesur sonrasını şöyle anlatıyor:

NAZMİYE HANIMA ŞUNU SÖYLEDİ

“Sayın Demirel’in tek bir defa bile sesini Nazmiye Hanım’a yükselttiğini duymamıştım. Cumhurbaşkanımız, hafif sert bir tonla ‘Nazmiye, Atatürk’ün yaptırdığı Çankaya Köşkü’nün parkeleri onlar. Tek bir çivi dahi çakılamaz’ dediğinde, Nazmiye Hanım’ın ‘Haklısın, şaka yaptım. Terlik giyer yürürüm ben, sen merak etme’ dedi. O gün görev yaptığım o tarihi binanın önemini daha iyi anladım. Parkesinden duvarlarına her detayı unutmamak üzere hafızama kazıdığım bir tanıklık idi bu. Ve ardından geçecek yıllar sonunda, Demirel’in görev süresi dolduktan sonraki bir dönemde Atatürk’ün yürüdüğü parkelerin üzerine rabıta döşendiğini, hatta Atatürk’ün kabul yaptığı alt kattaki resepsiyon salonunun da yüzme havuzuna dönüştürüldüğünü duyduğumda çok ama çok üzüldüğüm bir görevdi bu.”

VEFATINDAN 3 GÜN SONRA

Güniz Sokak’taki evi kimsenin geri çevrilmeden içeri alındığı bir çare müessesesiydi. Bunların içinde ‘deli’ dedikleri saf vatandaşlar da vardı. Bunlar, Güniz Sokak’ın müdavimleriydi. Onlar da geri çevrilmez, evin karşısında bulunan lokantada yemek yedirilmesi talimatı ile korumalara yemek parasını, yol parasını verir. Cebine de harçlık koyduğu kimseler vardı. Onları çok iyi karşılar, ağırlardık. Kendisi de mutlaka kabul eder, bizzat ilgilenirdi. Onlardan birisi de Adapazarı’ndan gelen Ümit’ti. Aylin Hanım, Ümit’in öyküsünü şöyle anlatıyor:

“Ümit, üstü başı dökük, yara bere içinde gelir, Demirel’e sarılır, ellerini öper, hal hatır sorar giderdi. Sağlıkla ilgili sorunu varsa hastaneye götürür, tedavi ettirirdik. Otobüse bindirip gönderirdi. Sayın Demirel, Ümit’in eve varıp varmadığını ailesini aratıp takip ederdi. Ümit’in, Sayın Cumhurbaşkanımızın vefatından sonra üç gün ağlayıp, sonra da vefat ettiğini duyduk. Öyle derinleşti ki üzüntüm, tarif edilmez bir şey bu.”

KORUMALAR ENDİŞELENİYORDU

“Kocaelili İsmail vardı. O biraz agresif hareketler yapıyor diye polisler endişe etmiş, benden rica ettiler ki görüşürken yanında olalım diye! İsmail polisleri görüp de ‘Çıksınlar dışarı’ deyince, ‘Çıkın’ dedi Cumhurbaşkanımız. Çıktık ama koruma müdürünün içi rahat etmedi, kapıyı az araladı. Baktık ki ayaktalar, Cumhurbaşkanımız elini İsmail’in omzuna koymuş, kulağına doğru konuşuyor. İsmail sakinleşmiş, gazetelerden kestiği Demirel resimlerini kırık bir çerçeveye koymuş, hediye de getirmiş kendince. Onu müzeye koyma talimatı aldık. Karnı doyuruldu, aynı şekilde Ümit gibi yaşadığı şehre, Kocaeli’ne gideceği otobüse kadar eşlik edildi ve uğurlandı. İsmail’i uğurlayınca, dedim ki ‘Efendim koruma müdürü çok tedirgin oldu, Ümit falan tamam ama ‘bilmediğimiz yabancı akli melekelerinden yoksun bu şahısları içeri alınca, eşlik edelim müsaade ederlerse’ diyorlar.

Bana ‘otur’ dedi, oturdum. Elini dizime koydu, ‘Bak kızım’ dedi, bu meczuplar var ya, iradesi yok, kendisini bilmiyor. Cenabı Allah onlara böyle bir ömür takdir etmiş. Bu durumda bizlerde yardımcı olmaz, sevgiyle yaklaşmaz, yardım etmezsek, Allah’ın bize verdiği kalple aklı kullanmamış oluruz. Kim gelirse gelsin çevrilmeyecek’ dedi ve şöyle devam etti: ‘Kadınlar, yaşlılar, kimsesizler, hastalar ve de çocuklar. Bunlar gelir de sizden yardım isterse, asla geri çevirmeyecek, ilgileneceksiniz. Onlar bizim için ne olursa olsun, saat kaç olursa olsun yardım isteğinde geri çeviremeyeceğimiz vatandaşlarımız içinde özel öneme sahip! Sorumluluğumuz var ve sizlerin de olmalı bir ömür.”

ÖĞRENCİLER İÇİN MASRAFLARI KISTI

Demirel, Dr. Aylin Hanım’a, “Senden personelle konuşup tasarruf yapılmasını ve bu masrafın azalması için tedbir alınmasını rica ediyorum.  Sorumluluk al ve gereğini yap” dedi. O zamanın parası ile 15 bin TL tutan ofis, elektrik, su vb. giderleri sonraki ay 9 bin TL’ye düşürüldü. Aylin Hanım, olayı şöyle anlatıyor:

“Ben ‘masraflar azaldı’ diye memnun olacaklarını düşünmüştüm. Bana dedi ki; ‘Şimdi bize gelen mektuplardan ve başvurulardan kız öğrencilerden en ihtiyacı olanları tespit et. Verdiğimiz diğer öğrenci bursu ne kadarsa, bu parayla o kadar daha öğrenciye burs verelim.’ O zamanın burs ücreti aylık 500 TL idi. 12 kız öğrenciye daha burs vermeye başladık.”

9 yıl önce Demirel’in vefat haberini duyururken Demirel’i sevenler de gözyaşlarına boğulmuştu. O gün Aylin Hanım şunları söylemişti:

ATATÜRK TÜRKİYESİ’NE BAĞLIYDI

“Kendi ifadesiyle ‘İslamköy’lü bir köylü çocuğu, devletin en yüce makamına seçilebilmiştir. Bu, cumhuriyet ve demokrasi sayesinde olmuştur.’ Köydeki çeşmede, elektrik direğinde, tüten bacada, çalışan fabrikada, susuz toprakların hasretini gideren kanalda, ovaları-dağları-karlı dağları aşıp giden yollarda, okulda-üniversitede, Türk köylüsünün alın terinin değerlendirilmesinde, Türk işçisinin refahında, Türk esnafının hizmetinde, din ve vicdan hürriyetine hizmetinde kuşkusuz Süleyman Demirel ve onun bir ömür adadığı merkez sağ misyon vardır. Evet, büyük hizmetler yapmıştır bu misyon. Dev eserlerle donatmıştır ülkenin her yanını. Bunu, Atatürk’ün kurduğu Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün vasıflarının titizlikle korunmasını, Türkiye’nin birliği ve bütünlüğünün muhafazasını, kalkınmanın demokratik niteliğinin mutlak mevcudiyetinin esaslarına büyük sadakatle yapmıştır. Bu misyon; Atatürkçü, laik, demokrat, milliyetçi, muhafazakar, hürriyetçidir. Hak ve hukuktan yanadır.

HER YERDE DEMİREL’İN İZLERİ

Ben de bir kadın olarak Atatürk’ün kurduğu cumhuriyete ve biz kadınlara verdiği haklara sahip çıkmalıyım ve katkım olmalı diye görev bilerek siyasete girdim ve milletvekili olarak gittiğim her yerde, hemen her ilçede, köylerde, şehirlerde Demirel’in izlerini gördüm. İnsanlar unutmuyor ve ‘baba’yı özlüyor. Türk köylüsü unutmuyor. Türk çiftçisi Demirel’in çiftçinin satamadığını sübvanse edip Toprak Mahsulleri Ofisi’nde topladığını unutmuyor ve onu özlüyor. 1 kilo buğdaya 1 kilo mazot aldığını da dara düşünce dağ gibi devleti arkasında hissettiğini de unutmuyor.

Türk insanı, Suriye Cumhurbaşkanı da dahil herkese gösterdiği ve kararlı tutumu sonrası, teröristbaşının Suriye’yi terk etmek zorunda kaldığını, 12 Ekim 1998’de Suriye’nin pes edip Türkiye’nin isteklerine boyun eğdiği günleri ve daha sonraki gelişmelerle nasıl Türkiye’ye getirildiğini de ve 2000 yılında terörün neredeyse sıfıra indiğini biliyor ve unutmuyor.

Yaşlılık aylığı bağlananlar da unutmuyor Demirel’i. Suyu götürdüğü Gagavuzya’daki Türkler de unutmuyor. ‘Kardeşim’ dediği Haydar Aliyev Bey’le olan yakınlığını, bağımsızlık ilan edildiği dönemde gönderdiği buğdayı da Azerbaycan’daki kardeşlerimiz de unutmuyor. Türk dünyasına olan gönül bağı ve Türki Cumhuriyetler’le olan ilişkilerimize, Kıbrıs Davası’nın kahramanı Rauf Denktaş’la dostluğunu ve katkılarını da AB Birliği masasına oturmamız için geçen 50 senedeki gayretlerine tanıklık edenler de unutmuyor ve özlüyor.

NAZMİYE HANIM’IN TUTTUĞU ŞEKER

Demokrasi arayanlar, enflasyona çare arayanlar, devlette ve siyasette hoşgörüye susayanlar unutmuyor Demirel’i. Hakkında en ağır karikatürleri çizen sanatçının kitabına yazdığı önsözde, ağır yazılara rağmen dava etmediği gazetecilerin hikayelerinde buluyor ve özlüyor. Bayram sabahı en şık kıyafetleri giyip vatandaşa açtıkları Güniz Sokak’taki evlerinde Nazmiye Hanım’ın tuttuğu şekeri yemiş olanların ya da sımsıcak havada saatlerdir görev yapan genç bir muhabirin içtiği soğuk elma suyunu anlattığı köşe yazasında buluyor o sıcaklığı ve özlüyor Demirel’i. Türkiye, birliği, beraberliği, nükteli eleştiriyi, aslında hoşgörüyü ve huzuru arıyor ve özlüyor BABA’yı…”Vatandaşlarımız, umut veren siyasetçiyi özlüyor. Aylin Hanım, Demirel’li günlerini şöyle anlatıyor: “Sayın Cumhurbaşkanı’mızla seçim sabahı oy kullanmaya giderken heyecanını paylaşırdık. Dönerken de işte ‘Filanca defa Türkiye, hür ve serbest seçimlerini yapabilmiştir’ derdi. Bunun değerini bugün daha iyi anlıyorum. Bu ülkede herkese demokrasi,  hürriyet lazım. Ben de babamızı rahmetle anıyor ve bunun altını çiziyorum. Bugün umutsuzluk, varabileceğimiz en kötü yerdir. Demirel’in hep altını çizdiği gibi (umutsuzluğa yer yoktur.) Cumhuriyetçi, milliyetçi, demokratların ve manevi değerlere bağlı olanların daha güzel bir Türkiye’yi inşa etmeleri, yılgınlıktan, çaresizlikten vazgeçmeleri ve Atatürk’ün kurduğu bu güzel ülkede bunu başarabileceğimize inanmaları lazım.

BERABERLİĞİMİZİ DEVAM ETTİRMELİYİZ

Varlığını demokratik rejime borçlu olan bütün kurum ve kuruluşlar, partileriyle, parlamentosuyla, bağımsız yargı organlarıyla, üniversiteleriyle, hür basını ve hür sendikalarıyla, hür olmanın, haysiyetli olmanın yüksek değerini ve önemini takdir eden bütün herkesin; cumhuriyeti, demokrasiyi, meşruiyeti müdafaa etmekte kayıtsız şartsız birleşmesiyle olacak. Huzur, güven, dirlik, düzenlik içinde olan bir Türkiye. Büyük Türkiye! Demirel’in bir ömür koştuğu o hedefe varacağımıza ben inanıyorum.”

Demirel’e “Baba” denilirdi. Onu 9 yıl önce ebediyete uğurladık. Halen onu sevenler, her yıl kabrinde buluşuyor, Edirne’den, Van’dan, Mardin’den, Malatya’dan, İzmir’den geliyorlar, çok duygulu anlar yaşanıyor, anılar paylaşılıyor.  Cumhuriyetten 1 yaş küçük Süleyman Demirel’in bu yıl 100. doğum yıldönümü. Biz de Demirel’i saygıyla anıyoruz.

Aramızda baba kız ilişkisi vardı

Aylin Hanım, Özel Doktoru daha sonra Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı görevinde bulundu. Demirel’i şöyle anlatıyor:

“Bu onur duyduğum yıllarda tarihe tanıklık ederken, doktoru olarak da çok zor anların yanı sıra, çok hoş anlar da yaşadım. Görebileceğiniz bir doktoru rahatlatacak en hoşgörülü ve entelektüel hasta idi. Bu görevleri yapmaktan büyük onur duydum ve benim için kendi uzmanlık alanımda yaptığım doktora dışında, Türkiye ve dünya meseleleri konusunda bir ikinci doktora hatta üzerinde bir eğitim dönemi idi bu aslında. Her sabah günlük gazeteleri beraberce okuma ve değerlendirme ile başlayan günlerin birbirinden kıymetli her anını çok özlüyorum Saygı Bey.”

Doktoru olarak başladığı bu görevde, özellikle Demirel’in vefatından sonra yaptığı açıklamadan sonra Aylin Hanım’a Türk halkı, “Süleyman Demirel’in manevi kızı unvanını” verdi. Aylin Cesur da, “Gerçekten de yakınlığımız bir baba-kız yakınlığı idi. Kendisine bir ömür şükran borcum var” diyor.

Hiç aşk mektubu aldı mı?

Demirel, sanatçılara karşı da çok hassastı. Örneğin 1971’de tiyatrosu kapanmak üzereyken o zaman başbakan olan Demirel’den Yıldız Kenter Hanım randevu istiyor. Demirel, “Yıldız Hanım’ın randevuya ihtiyacı yoktur. İstediği zaman gelsin görüşelim” demiş ve kendisine yardımcı olup tiyatrosunu kapanmaktan kurtarmış. Rahmetli Yıldız Hanım bu olayı şöyle anlatmıştı:

“Tiyatromuzu kurarken merhum Kazım Taşkent 350 bin lira verdi, faiziyle ödemek üzere. Taksitlerle ödüyorduk. Kazım Bey vefat edince işler karıştı. Baktım, gazetede ilan, bizim tiyatro icra yoluyla satışa çıkarılmış. Öyle panikledim ki… Süleyman Demirel o dönemde Başbakandı. Ona telefon ettim. Hemen randevu verdi. Derdimi ona anlattım, ‘Üzülmeyin Yıldız Hanım, hallederiz’ dedi. Tiyatromu Demirel sayesinde kurtardım.

Aradan yıllar geçti, devir değişti, 12 Eylül oldu. O iyiliğini hiç unutmadım. Bir röportajını okudum. ‘Hiç aşk mektubu almadım’ demiş. İçim burkuldu. Hemen oturup ‘Bu bir aşk mektubudur’ diyerek yazmaya başladım. ‘Siz hiç aşk mektubu almadınız ama büyük bir aşkla bağlı olduğum tiyatromun icra yoluyla satışını engellediniz, bana geri verdiniz. Dolayısıyla bu sonsuz tiyatro aşkımın içinde o günden beri siz de oldunuz hep’ diyerek yazdım ve yolladım.”

Yıldız Hanım daha sonra ne zaman Ankara’ya gelse, rahatsızlık vermemek adına her seferinde randevu istemek yerine, kapıdan geçer, kapıdaki koruma görevlilerine zarif bir çiçek bırakır, “Bunu Nazmiye Hanım’a iletin” der ve giderdi. Nazmiye Hanım ve Sayın Cumhurbaşkanımız da o çiçeği salonlarının tam ortasındaki masaya koyardı.