Sevgili okurlarım, hastanede geçen birkaç haftalık süre boyunca yanı başımda çok ilginç olaylara tanık oldum.

Bazıları mutluluk verici idi...

Bazıları ise hüzün verici.

Türkiye’nin uzun yıllar yaşadığı, günümüzde bile yaşamakta olduğu PKK terörünün somut sonuçları.

Neredeyse gün geçmiyor, medyadan haberleri alıyoruz...

Dün iki şehit verdik...

Dün dört şehidimiz oldu...

Resmi açıklamalarda bu rakamların saklanması ve gizlenmesi mümkün değil.

Neyse ki bunu yapamıyorlar.

Ancak hemen her açıklama sonrasında haberde birkaç cümle daha geçiyor:

“Şehitlerimizin kanı yerde kalmamış, teröristler etkisiz duruma getirilmiştir.”

★★★

Haftalar boyunca gidip geldiğim hastaneyi 15 Temmuz sonrasında Sağlık Bakanlığına devretmişler.

Bu hastane geçmiş yıllarda GATA idi.

Darbe girişimi sonrasında GATA’nın konumunu değiştirdiler.

Kapatıp sivil hastaneye dönüştürdüler.

Oysa dünyanın özellikle savaş cerrahisi konusundaki en deneyimli ve en kapsamlı hastanelerinden biri idi.

Uzman askeri doktorlardan oluşan deneyimli hekimlerin hepsi olmasa bile çoğunu tasfiye ettiler.

Şimdiki hastanenin adı Gaziler Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Eğitim Araştırma Hastanesi. 

Gidip gelirken ve tedavi edilirken çok sayıda doktorunu, fizik tedavi uzmanını ve diğer personelini tanıma fırsatını buldum.

Ama bende özellikle iz bırakan bir kesim oldu:

Organlarını yitiren gazi askerler.

★★★

Çoğu 20-25 yaşlarında.

Yan yana yataklarda, aynı aletlerde tedavi görüyorduk.

Onların durumu farklıydı.

Kiminin elleri kolları kopmuş, kiminin bacakları diz kapağından kesilmişti. Doğrusunu isterseniz o içler acısı süreçte onlarla “Gazetecilik” yapmak, yaralarını bir kez daha deşmek içimden gelmedi ve yapmadım.

Gide gele onlar da beni tanımıştı.

Gazeteci olduğumu biliyorlardı.

Ben hiçbir şey sormadım, onlar da kulağıma eğilip bazı konuları fısıldamadı.

Kısa konuşmalarla yetindik.

 -Geçmiş olsun arkadaşım, nerede oldu senin bu olay?

Çoğu Suriye veya Kuzey Irak diyordu.

Bazı özel konuları konuştuk ama onları yazmak gerekmez. 

Bir tek şey söyleyeyim...

Personel gibi onlar da hastanede çıkan yemeklerden şikayetçi idi.

Kalitesiz yemeklerden yakınıyorlardı.

Birinin sözünü unutamam.

“Biz buraya, kolumuzu bacağımızı oralarda bırakıp gelmişiz ama doğru dürüst yemek vermiyorlar.”

★★★

Buna karşın hiçbirinden başka somut yakınmalar duymadım.

Bir düşünün, iki metre ötedeki yatakta yan yana yatıyorsunuz ama yanınızdaki genç adam her şeyi kanıksamış, bedensel eksikliğini biraz olsun giderebilmek için egzersiz yapıyor ya da yaptırılıyor.

Onları izledikçe kafam başka yerlere takılıyor, bana egzersiz yaptıran fizik tedavi uzmanı Hayriye Hoca sesleniyor...

“Emin Bey dikkatiniz dağıldı, kafanız yine başka yerlere kaydı. Biraz toparlanın lütfen.”

Kafam onları gördükçe dağılıyordu.

★★★

Şehit haberlerini her zaman alıyoruz. 

Nerede kaç şehit verdiğimizi öğreniyoruz ama gazilerimizi tanımıyoruz, kaç askerimizin kolsuz bacaksız kaldığını, başka yaralar aldığını, kurşunla vurulduğunu bilmiyoruz.

O rakamlar gizli, milletten gizleniyor.

Söylediklerine göre çoğunun başına iş, mayınlardan gelmiş. 

O aslan gibi genç askerleri yandaki yataktan izlerken aklıma hep aynı soru takılıyor:

“Bu olanlarda acaba birilerinin hatası var mı, ihmali var mı? Varsa onlar hakkında soruşturma yapılmış mı, yapılıyor mu?”

Acaba gazi olan kaç askerimiz hastanelerde tedavi edildi, ediliyor?

Kaçı ömür boyu engelli kaldı?

Bilmiyoruz, bilinmiyor çünkü olanları hastane dışında bilen, duyan ve gören yok!...

Olsa bile rakamları açıklayan yok. 

Ama ben hastane sürecinde kıyısından köşesinden, sadece bir ucundan bile olsa gördüm ve anlamaya çalıştım.

Onları gördükçe, onları tanıdıkça, başlarına gelenlere tanık oldukça içim kan ağladı.

Anladığım kadarıyla gazilerimizin başına gelenler ve onların durumu kamuoyunu pek irdelemiyor.

Daha başka önemli konularımız var!

Allah hepsine sabır versin.