Erken yaşta aramızdan ayrılan iktisat profesörü Salih Neftçi’nin (1947-2009) sayılarla arası iyiydi. Finansal mühendislik onun uzmanlık alanıydı. Bu konuda referans olan kitap ve makaleleri vardır. Kerkük, Türklerle Kürtlerin çoğunlukta olduğu petrol yataklarıyla ünlü bir Kuzey Irak şehridir. Neft petrol demektir. Salih Neftçi, oralıydı. Salih Hoca, Galatasaray mezunu bir ODTÜ’lüydü. Ph.D. diplomasını Minnesota Üniversitesi’nden almıştır. Kendisiyle tanıştığımda hem NYU (New York Üniversitesi) hem de Cenevre Üniversitesi’nde hocalık yapıyordu. Daha sonra kızım Ceylan’ın tez danışmanı oldu. New York-Cenevre arasında gidip geliyor, İstanbul’da konferanslar veriyor ve yatırımcılara yol gösteren bültenler çıkarıyordu. Son yıllarında bunlara bir de Çin seferleri eklenmişti. Neftçi, T.C., ABD ve İsviçre vatandaşıydı. Birkaç yıl Hürriyet’te aynı köşede yazmıştık.
YASAKLANAN FAİZ
Bugün faiz daha doğrusu “gerçek/reel” faiz konusunu işlemeye karar vermiştim. Yazıya başlarken birden aklıma Salih Hoca geldi. İstanbul’da yaptığı bir sunumdan sonra katılımcılardan biri (faizi önemsemeyen bir edayla) “Bir iktisatçı olarak, faiz hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye bir soru sordu. Hoca da “Bir iktisatçı olarak faizsiz iktisat düşünemiyorum” dedi. Faiz (paranın kirası?) kalubeladan beri tartışılan bir konudur. Bütün dinler (buna Komünizm de dahildir) faize karşı olmuştur. Ama faiz varlığını sürdürmüştür. Mesela Kanuni Sultan Süleyman zamanında resmi faiz oranı, Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin fetvasıyla yüzde 12 olarak tespit edilmişti. Bir şeye karşı veya ondan yana olmadan önce, o şeyin tanımını yapmak gerekir. Anladığıma göre dinler, öncelikle reel faize karşıdır. Çünkü söz konusu olan ödünçler “değerini kaybetmeyen” altın para birimiyle verilmekte ve geri alınmaktaydı. İkincisi faizsiz olması tavsiye edilen ödünçlerde, ödüncü alanın da bundan bir gelir (kâr veya kira) sağlamayacağı varsayılmıştır. Üçüncüsü, vatandaşına vergi salma ve bu vergiyi silah zoruyla tahsil etme imtiyazı olan devlet, kendi vatandaşından faizle borç alması kimsenin aklına gelmemiştir. Dördüncüsü, hep yoksulların varsıllardan ödünç alacağı dolayısıyla faizi hep fakirlerin ödeyeceği sanılmıştır. Bir gün gelip, zenginlerin sahip olduğu kâr amaçlı firmaların, ihtiyat saikiyle tasarruf eden ve bunu bankaya yatıran orta sınıf halktan borç alacağı hayal bile bile edilmemiştir.
EKSİ FAİZ SERVET AKTARIMIDIR
Uygulamalı iktisat profesörü Steve Hanke “medyada yer alan iktisadi yorumların %95’i ya yanlıştır ya da konuyla ilgisizdir” der. Üstümüze almayalım. Hanke bunu Amerikan basınında çıkan yazılar için söylemiştir. Bizim medyada da aynı gün ve hatta aynı sayfada birbirini nakzeden iki “yorumlu haber” okuyabilirsiniz. Birincisinde “devletin halktan topladığı vergilerin büyük bir kısmını, faiz yoluyla bir avuç zengine aktardığı”, ikincisinde de “enflasyon oranının altında tutulan faizler yüzünden tasarruf sahibinin zarara uğratıldığı” yazar. “Aldığı nominal faiz” tasarruf sahibine reel gelir getirmiyorsa, bu faizi veren devlete de “reel gider” yaratmış olamaz. Şunu bir köşeye yazın: Eğer Hazine yani devlet, TL borçlarına enflasyonun altında faiz vermişse “fakirden zengine değil, zenginden fakire servet aktarımı” yapmıştır. Hazine bu aktarımı DİBS (Devlet İç Borçlanma Senedi) halka satarak doğrudan yapabilir. Aynı düşük faizli DİBS’leri bankalara metazori satar ve bankalar da mevduata enflasyondan (TÜİK mi ENAG mı) düşük faiz verirse, bu aktarımı “elini kirletmeden” dolaylı yapmış olur. Son aylara kadar fiili durum buydu. Bu yılın sonu gelip 2024 enflasyonu belli olmadan, artan mevduat faizlerinin reel olup olmadığı şimdiden söylenemez.
Son söz: Bütçe açığı, reel faizle hesaplanır.