Sıklıkla Latince deyimden bahsediyorum: Ad hominem!
Kişinin herhangi bir konudaki görüşü yerine şahsına yönelik sözler sarf etmek. Şu:
Bir şeyin doğruluğu-gerçekliği konusunda inandırıcı belge-bilgi sunarsınız, karşınızdaki o argümanı eleştirmekten ziyade, argümanı ortaya atan sizinle ilgili konuyla alakasız kişilik özelliğinizi gündeme getirerek fikrinizi çürütmeye çalışır! Vasatlığın hakim olduğu toplumlarda bu kaçılmaz...
İşte... Son dönemde “Araplar” konusunda benzer tartışma yaşanıyor:
-Arapları sevelim mi, sevmeyelim mi?
Cübbeli Ahmet Hoca dedi ki:
-“Araplar faziletli millettir. Arapları sevmek imandır, sevmemek kafirliktir!”
Diğer yanda da “bizim mahalle” diyor ki:
- “Araplar büyük savaşta bizi arkamızdan hançerledi!”
Ülkemizde tarih kavrayışı; bilim değil, duygusal bilinç üzerinden oluyor! Özellikle de inanç temelli teolojik söylemlerin bunda rolü büyük!
Arapları sevip sevmemeye dönersek:
★★★
Arap tarihi ülkemizde çoğunlukla Birinci Dünya Savaşı ile sınırlı: “Arkamızdan hançerlediler!” Ama “hançerlemeye” nasıl gelindiği üzerine pek durulmaz!
Osmanlı, 16’ncı yüzyılın başından itibaren tüm Arap ülkelerini zapt etti. Sebebi, Arapların dünya ticaret yolları üzerindeki konumlarıydı. Yine de Osmanlı bey ve paşalarının buradaki varlığı ekonomik olmaktan çok yönetim amaçlıydı...
Avrupa’da kapitalizmin gelişmesi yeni pazarlara ve hammadde kaynaklarına ihtiyacı ortaya çıkardı. Mısır’ın pamuğu-şeker kamışı, Suriye-Filistin’in pamuğu, tahılı, yünü, Lübnan’ın ipeği vd. Avrupa kapitalistlerinin iştahını kabarttı...
Ve: Avrupa’nın Osmanlı üzerinde siyasi-ekonomik hegemonyası arttıkça Arap topraklarında da sömürü ve yoksullaşma büyüdü.
Yabancı sermayenin tefeci sömürü düzeninin Osmanlı maliyesini tüketmesi salt Osmanlı feodal sistemini değil tüm topraklarındaki toplumsal ilişkileri çökertiyordu...
Osmanlı’nın dayanma gücü kalmadıkça emekçilere yüklendi. Tıpkı Anadolu köylüsü, esnafı, yerli sermayesi gibi Arap halkı da sömürünün bedelini ağır ödemeye başladı: Dört katı vergi vermeye başladı -mesela- Mısırlı fellahlar. Keza: Ekinleri hasat etmeden beşte bir fiyata tefecilere sattı köylüler. Ticaret durma noktasına geldi. Neler neler:
★★★
Ve: Araplarda toplumsal huzursuzluk görülmeye başlandı. Sadece devlet değil; Arap şeyh ve emirleri de halkı eziyordu. Harap olmuş köyler boşalıyor, göç yaşanan şehirlerde açlık yaşanıyordu...
Arap topraklarının dört yanında -ilk Lübnan’dan başlayarak- 18’inci yüzyıldan itibaren köylü ayaklanmaları çıktı.
Maruni-Dürzi gibi etnik çatışmalar hızla büyüdü.
Gözü doymaz emperyalistler -Mısır gibi- bir bir Arap topraklarını işgale başladı. Olağanüstü kârlardan başı dönen Avrupa sermayesi kendi arasında da rekabete başladı...
Tüm bunlar yaşanırken Arap coğrafyasında -Mısır’dan başlayarak- ulusal bağımsızlık hareketleri örgütlenme sürecine girdi...
İttihatçı 1908 Temmuz Devrimi Arap coğrafyasında da sevinçle karşılandı. Osmanlı-Arap Kardeşliği Cemiyeti kuruldu. Ki İttihatçılar arasında Sadık Paşa El-Azm gibi aydınlar vardı.
Fakat İttihatçılar “yaraya” merhem olmadı. Emperyalizmin “böl yönet” politikası hakim oldu.
Birinci Dünya Savaşı’na bu atmosferde girildi: Mısır, Sudan, Cezayir, Tunus, Fas ve Arabistan’ın bir bölümü İngiliz-Fransızlar yanında yer aldı. Müslümanı Müslümana kırdırdılar...
Kut’ül-Amare gibi yenilgiler İngilizleri telaşlandırdı; Osmanlı gücünü etkisizleştirmek için Hicaz Emiri Şerif Hüseyin gibi feodal beylerden yararlandı. (Yıllar sonra İngilizler bu taktiği Şeyh Sait’i kullanarak da yapmak istedi.)
Savaşta ölen yine Arap emekçileri oldu...
Sonuçta:
Arap üreticileri bugün hâlâ sömürülüyor. Emperyalizm boyunduruğundaki Arap şeyhlerinin umurunda mı Gazze halkı?
Meseleye etnik değil, ekonomik-politik bakmak şart...