Deprem gerçeği kendini bir kez daha hatırlattı ve İzmir’de birçok kişi enkaz altında kaldı, ölümler yaşandı. Bu acı olay, akla depremlerde 20-30 yıllık binalar çökerken tarihi yapıların neden ayakta kalıyor, sorusunu getirdi. Bunun yanıtını Manisa’da tarihi binaların depremselliğini inceleyen Manisa Celal Bayar Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Yapı Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Ali Demir Sözcü açıkladı. İzmir’de yaşanan depremin ardından bölgede çöken yapılarda incelemelerde bulunduklarını ifade eden Doç. Dr. Demir, “Seferihisar açıklarında meydana gelen depremde ciddi yıkımlar meydana geldi. Deprem Sisam Adası açıklarında oluyor. Ana kayadan çıkan deprem ivmeleri Seferihisar’ı aşıyor, Kuşadası’nda herhangi bir hasara neden olmuyor ve Bayraklı’da yıkıma sebep oluyor. İzmir’de binlerce bina var. Binlerce binadan 7 tanesi yıkılmış, ağır hasarlı binalar da var. Çoğu yapıda hasar olmadığını gözlemledik. Bu binaların göçmesinin nedenlerinden bir tanesi mühendislik ve yapı denetim hizmetinin eksikliği. Bir diğer konu malzeme problemi, yumuşak kat sorunu. Binaların en alt katlarında iş yeri tarzında alanların olması, o katların daha yüksek olması ve tuğla olmaması. Bu binalarda ciddi problemlere yol açabiliyor” dedi.
Mimar Sinan
TEKNOLOJİNİN İMKANLARI Tarihi yapıların yüzyıllardır büyük depremler atlatmalarına rağmen ayakta kalmalarına dikkat çeken Demir, şöyle devam etti: “Depremlerde tarihi yapılar neden hasar almıyor, bunların gerekçelerini TÜBİTAK projeleri ile bilimsel projelerle ortaya koymaya çalıştık. Biz bu yapılarda sanal ortamda binanın planına göre depreme tabi tuttuk. Teknolojinin tüm imkanlarını kullanarak tüm hasarları, çatlakları ile modelleyip büyük depremlere olan dayanıklılıklarını da gördük. Bu yapılar sayısız deprem atlatmış ve 500 yıldır ayakta duran yapılar. Geçmiş dönemlerde kar amacı güdülmüyordu. Şu anda ne kadar çok kat sayısı olursa, bina ne kadar geniş olursa iyi oluyor diye bakılıyor. Kamu binalarında biz herhangi bir yıkım görmedik. Kamu binaları da kar amacı gütmeyen mantıkla inşa ediliyor.” Osmanlı padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman, II.Selim ve III.Murat dönemlerinde baş mimar olarak görev yapan Mimar Sinan’ın yaptığı tarihi yapıların birçok depreme meydan okuyarak halen ayakta olduğunu ifade eden Doç Dr. Ali Demir, Edirne’deki Selimiye ile Manisa’daki Muradiye Camii’nin de bunun örnekleri olduğunu söyledi. 1-2 YIL BEKLENMİŞ Demir, özellikle Mimar Sinan’ın Ege Bölgesi’ndeki tek eseri olan ve Selimiye Camii’nin minyatürü olarak kabul edilen Muradiye Camii’nden örnek vererek, “O dönemlerde yapının ana merkezine ağırlık merkezine kubbeyi yerleştiriyorlar. O sistemi taşıyan altta kemerlerle fil ayaklarına taşıttırıyor. Burada çok ciddi bir ayrıntı var. Sistemin hiçbir noktasında çekme kuvveti oluşturmuyor, her noktada basınç oluşturuyor. Dolayısıyla taşların, kolonların, fil ayaklarının veya kubbenin ayrılmasını sağlayacak bir gerilme oluşmuyor. Mimar Sinan bunu sağlamış. Minarelerde kenet ve zıvana kullanarak taşları kurşunlarla birbirine bağlamış. 1-2 yıl o zeminin sıkışmasını beklemiş. Zemin sıkıştıktan sonra yapı inşa edilmiş. Bu yapıların altında rutubet olup yapıya zarar vermemesi için havalandırma kanalları kullanılmış. Yani her noktada çok ciddi bir mühendislik var” diye konuştu.
Manisa’daki Muradiye Camii 1583-1592 yılları arasında Mimar Sinan tarafından inşaa edilmiştir. Birçok depreme meydan okumuştur.
TAŞIMA GÜCÜ ZAYIFSA... Geçmişteki tarihi yapıların özellikle alüvyon zeminlere yapılmadığını ve daha sağlam zeminlerin seçildiğine dikkat çeken Doç. Dr. Demir, sözlerini şöyle sürdürdü: “Zeminin depremleri büyütme etkisi vardır, tıpkı Bayraklı’daki zeminde görüldüğü gibi. Bizim alüvyon zeminlere yapı yapmamamız, yapıyorsak da gerekli önlemleri almamız gerekiyor. Geçmişte bugünkü teknoloji olmadığı için alüvyon zeminlerden, taşıma gücü zayıf olan zeminlerden uzak durulmuş. Özellikle Manisa’daki tarihi yapılarda bunu görürüz. Kötü zeminlerin üzerine yapı inşa edilmemesi gerektiğini o dönemde biliyorlarmış.”
Tarihi yapıların her noktasında çok ciddi bir mühendislik var.

MÜHENDİSLİKTE BÜYÜK PROBLEM SÖZ KONUSU

Yüzyıllardır deprem gerçeğinin olduğunu dile getiren Doç. Dr. Demir, teknolojinin gelişmesine paralel olarak yapılarında sağlam olması gerektiğinin altını çizdi. Doç. Dr. Demir, “Teknoloji de çok gelişti, böyle bir teknolojide can kaybının olması ciddi bir sorun. Bundan sonra ölümlerin olmaması gerekiyor. Günümüz teknolojisinin çok iyi, gelişmiş olmasına rağmen bu yıkımların yaşanması bir tezat. Başta mühendislik hizmetlerinde sorun olduğunu görüyor.
Taşıma gücü zayıf zeminden uzak durulmuş. Kötü zeminlere yapı inşa edilmemesi gerektiği o dönemde de biliniyormuş.

ZEMİN KÖTÜYSE ÇOK KATLI BİNA YAPMAMALI

“Yaşadığımız depremde yıkılan yapılar özellikle çok katlı, kötü zemin üzerine inşa edilmiş yapılar” diyen Doç. Ali Demir, “Zemin kötüyse çok katlı bina yapmayacağız. Şu an beton ve demir kullanıyoruz. Fakat kötü kullanıldığında bu yıkımlar yaşanıyor. Evleri büyütebilmek için ağır çıkma yapılıyor. Çıkmaların üzerindeki duvarlar çatlamış. Bu durumu engellemek gerekiyor” diye konuştu.
Minarelerde taşlar kurşunlarla birbirine bağlanmış.