1 NİSAN ŞAKASI GİBİ: Yoksul bir ailenin çocuğu olarak, 1 Nisan 1940’ta doğdum. 1 Nisan şakası gibi. İlkokul 5. sınıftan lise 2’ye kadar, simit ve gazete satarak harçlığımı çıkardım. Parlak bir öğrenciydim, günlük gazetelerde sanat sayfaları hazırlıyor, belediye salonunda edebiyat günleri düzenliyordum. Yaz tatillerinde Milli Mensucat tekstil fabrikasında çalışmaya başladım. YILMAZ PÜTÜN’LÜ GÜNLER: Edebiyat matinelerinden birinde, Yılmaz Pütün hikaye okumak istemişti. Ben kabul ettim. Ama arkadaşlarım korktu. Çünkü Yılmaz, yazdığı bir hikaye nedeniyle komünizmi övmekten mahkum olmuştu. Yılmaz’a programın dolu olduğunu söyledik. ‘Canınız sağ olsun’ dedi. Çok utandım ama Türkiye buydu. Ve o Yılmaz Pütün sonra Yılmaz Güney oldu. Bir başka matinede de ben Cahit Sıtkı’nın ‘Memleket İsterim’ şiirini okumak istedim. Öğretmenimiz hepimize komünist denileceğini ve başımızın belaya gireceğini söyledi. Oysa bu şiir mutlu insanların yaşadığı, güzel bir ülke özlemini dile getiriyordu. Şiiri okutmadılar.
Kazan, TİP davasında tutuklandı. Mamak ve Niğde cezaevinde 4 yıl kaldı. Afla çıktı.
MÜCADELE AZMİ: Belki yoksulluk, belki Milli Eğitim klasikleri haksızlıklara karşı mücadele azmi yaratmıştı. Üniversite giriş formundaki 3 seçeneğe de İstanbul Hukuk yazdım. Başarılı bir öğrenciydim mezun olup avukatlığa başladım. KOMÜNİSTLERİN AVUKATI: 1966’da Eskişehir’de bir provokasyon yaşandı. 5 masum insan, komünizm propagandası suçlamasıyla tutuklandı. Müdafilik görevini üstlenmiştim. Ertesi gün Bursa’da duruşmam vardı. Baro odasında bazı avukatlar, bir meslektaşlarının o sanıkları savunma görevini üstlenmesini ayıplayarak anlatıyorlar. ‘O avukat benim’ dedim. Sadece sustular.
Turgut Kazan, 12 Eylül döneminde Barış Davası sanıklarının avukatlığını üstlendi.

Cezaevinde geçen günler

ARKADAŞIM MEHMET: 1961-62’lerde sosyalizm rüzgarları esmeye başlamıştı. Adaletsizliklere karşı, en sağlıklı çözümün sosyalizm olduğuna inandım. O tarihte çok yakın arkadaşım olan Mehmet Barlas ile TİP’e üye olduk. Ben yönetici oldum. Barlas çok değişken bir çizgi izleyerek, bugünkü konumuna yerleşti. BANA DÜŞEN GÖREV: 12 Mart müdahalesi geldi. Partimiz kapatıldı. Yasal bir partinin yöneticileri, 15’er yıl hapisle cezalandırıldı. Mamak’ta Sadun Aren, Mümtaz Soysal, Muammer Aksoy, Fakir Baykurt, Dursun Akçam ile kaldık. 4 yıl kadar yattım. Afla çıktım. Her zaman, bana düşen görevin temel hukuk ilkelerinin ve hukuk devletinin, büyük çoğunlukla benimsenip özümsenmesini sağlamaya çalışmak olduğunu düşündüm.
Turgut Kazan, kendisi gibi avukat olan kızı Aslı Kazan ile birlikte.

Dayanılmaz acıların yaşandığı dönemler

ÇAKAR ALMAZ SİLAH: 1976’da İstanbul Barosu yönetimine seçildim. Ardından 12 Eylül darbesi ve dayanılmaz zorbalıkların/acıların yaşandığı bir dönem daha başladı. O dönem sıkıyönetim askeri mahkemeleri dünyasına adım atmak zorunda kaldım. Önceki dönem belediye başkanı olan Ahmet İsvan tutuklanmıştı, müdafiliğini üstlendim. DİSK’e yardımcı olmak, evinde silah bulundurmakla suçlanıyordu. Evdeki kitaplıkta dünya üzerinde mermisi bile bulunmayan, dededen miras antika bir silah bulmuşlar, polis onu alıp götürmüş. Kumpas bir raporla Ahmet İsvan, silahlı mücadelede olmakla suçlandı. Silahı mahkemeye getirmediler, yok edildi. Ama İsvan yılmadı hep başı dik durdu. Sonra Barış Davası başladı. Deli Petro’nun vasiyetini esas alarak suçlama yöneltilip yargılama yapılıyordu.
Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993’te öldürüldü.

Uğur’a beraat haberini veremedim!

ERBAKAN’IN AVUKATI OL: 12 Eylül’ün zor günleriydi. Necmettin Erbakan tutuklu yargılanıyordu. Sonradan TBMM Başkanı olan Mehmet Ali Şahin bana hocanın müdafiliğini önerdi. Ancak, Kenan Evren onlara yeşil, bize kızıl komünist gözüyle bakıyordu. Ortada zaten hukuk devleti yok. Müdafiliği üstlenirsem, ‘Bakın nasıl birleştiler’ yakıştırması olacaktı. Şahin de bana hak verdi. Haksızlığa karşı duruşta bize yakışan buydu. Şimdi onların haksızlığa karşı durmak bir yana, bütün haksızlıkların, yasakların, baskıların, adaletsizliklerin faili ve sorumlusu olduklarını görüyor, nereden nereye gelmişler diyorum.
Gazeteci Uğur Mumcu
MUMCU İLE BİR ANI: Bütün yaşadıklarımızı sevgili Uğur Mumcu daha o günlerde görüp bizleri uyarmaya çalışmıştı. Milli Savunma Bakanı Ercan Vuralhan’ın şikayeti üzerine Uğur hakkında ceza davası açıldı. Vuralhan zırhlı araç alımındaki rolü nedeniyle tartışıldı. Araçları zırhlı değildi ve Uğur araştırdı, bu gerçeği ortaya çıkarıp yazdı. Vuralhan’ın İsviçre’de randevu evi işleten bir şirketin ortağı olduğunu da ortaya çıkardı. Belgelere dayansa da yolsuzluğa hesap sormazlar, söyleyeni cezalandırmaya kalktılar. İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi beraat kararı verdi. Yargıtay onayladı. Onay haberini Adalet Bakanının resepsiyonunda bir yargıçtan öğrendim. Ancak yargıç başka dosyayla karıştırmış olabileceğini söyleyince pazartesi günü karar örneğini aldıktan sonra Uğur’a durumu bildireyim diye düşündüm. Ne yazık ki sevgili Uğur için o pazartesi olmadı. Pazar günü bombayı patlatıp Uğur’u bizlerden ayırdılar.