Her sabah cep telefonumu açtığımda ilk işim, güvenlik güçlerinin, bir gün önce yaptıkları operasyonları sosyal medya hesabımdan paylaşmak oluyor.
Örneğin önceki gün; İran, Güney Kore, Suriye, Çin, Özbekistan ve İsviçre’nin kırmızı bültenle aradığı 10 suçlunun yakalandığı duyuruldu.
Bu kişilerin kumar, kara para aklama ve insan kaçakçılığı suçlarından arandıkları bildirildi.
Dün sabah da uyuşturucu ve yasa dışı bahis çetelerine yönelik operasyonların haberleri paylaşıldı.
Ses getiren operasyonlar, Ali Yerlikaya’nın İçişleri Bakanı ve Erol Ayyıldız’ın da Emniyet Genel Müdürü olmasından sonra hız kazandı.
Öyle ki, hemen her güne uluslararası suç örgütleri, uyuşturucu baronları ve siber suç çetelerini hedef alan operasyon haberleriyle başlar hale geldik.
★★★
Bu haberleri paylaşmamın ve destek vermemin iki nedeni var.
Birincisi; yarım asrı çoktan geride bıraktığım meslek hayatım uyuşturucu ve fuhuş baronları, çıkar amaçlı suç çeteleri, mafyalar, kara para aklayıcıları ve insan tacirleri gibi halk düşmanlarıyla mücadele ederek geçti.
İkincisi ve çok daha önemlisi; bunlarla gerektiği gibi mücadele edilmediği takdirde, suç bataklığının büyüyüp kamu düzenini içine çektiğini ve bir süre sonra da bu çetelerin sistemi tehdit edecek güce eriştiklerini yaşayarak gördüm.
★★★
Hatırlayacaksınız; 90’lı yıllarda lüks otellerde “Casino” adı altında faaliyet gösteren ışıltılı kumarhanelerde öylesine büyük bir kara para çarkı oluşmuştu ki, kumar baronları neredeyse siyasete ağırlıklarını koyacak güce ulaşmışlardı. Kumarhaneler Kralı olarak ünlenen Ömer Lütfü Topal, bu güç savaşları nedeniyle öldürülmüştü.
Eğer Susurluk Çetesi skandalı patlak vermemiş olsaydı, hem faili meçhul cinayetler sürecek, hem de arkalarına çeteleşen kamu gücünü alan kumar ve uyuşturucu baronları, bir süre sonra siyaseti yönlendirecek noktaya geleceklerdi.
Neyse ki gerçek geç de olsa görüldü ve “Casino”lar kapatılarak, kara para çarklarına çomak sokuldu.
★★★
Peki Ali Yerlikaya yönetimindeki emniyet ve jandarma güçlerinin sürekli operasyonlar yapmaları, bu kanun tanımaz yapıların ve halk düşmanlarının bir daha kafa kaldıramayacak hale gelmelerini sağlamaya yeterli olur mu?
Elbette hayır.
Güvenlik güçleri bu mücadeleyi bir yere kadar sürdürebilir.
Daha sonraki aşamada yargının devreye girmesi ve doğal olarak suç örgütü sanıklarına caydırıcı ve toplumca ibret alınacak cezalar vermesi gerekir.
Ancak üzülerek belirtiyorum ki kimi yargı kararları, topluma güven vermekten ve caydırıcı etki yaratmaktan çok uzaklaşmış bulunuyor.
Dürüst savcı ve yargıçları bir kenara ayırarak belirtiyorum; ülkemizde yargı, uzunca bir süredir üzerine düşeni gerektiği gibi yapamıyor.
Bunun çeşitli nedenleri var.
Son dönemde görüldü ki; liyakati tartışmalı yargı mensupları sırtlarını siyasete dayadıktan ve bir nevi dokunulmazlık kazandıktan sonra, suç örgütlerinin önünü açan kararların alınmasında bile etkin olabiliyorlar.
★★★
Bu açıdan bakıldığında Ayhan Bora Kaplan suç örgütünün oluşumu, büyümesi, bazı emniyet ve yargı mensuplarıyla siyasi isimleri arkasına alarak dehşet saçar hale gelmesi, hukuk fakültelerinde ders olarak okutulabilecek önem ve boyut kazanmış bulunuyor.
Burada Ayhan Bora Kaplan adını zikretmemin özel bir nedeni yok. Daha doğrusu isim önemli değil. Örgütün adı Ayhan Bora Kaplan değil de Kayhan Tufan Aslan da olabilirdi.
Önemli olan örgütün nasıl sıfırdan başlayıp muazzam bir yol alabildiğini görebilmek...
★★★
Yargı kararlarına duyulan güvenin kaybolduğu toplumlarda kamu düzenini korumak zorlaşır. Ve öyle bir gün gelir ki, bu durum bir beka sorununa dönüşebilir.
Bu nedenle yargıda suç örgütlerine bulaşmış her kim varsa süratle yetkileri ellerinden alınmalı ve cezalandırılmalı.
Ben Ali Yerlikaya’nın İçişleri Bakanı, Erol Ayyıldız’ın da Emniyet Genel Müdürü olur olmaz başlattıkları seri operasyonları devlet aklının bir korunma refleksi olduğunu düşünüyor ve bu bakışla yürekten destekliyorum.
Dilerim benzer refleks adalet için de gösterilir ve alınacak önlemlerle yargı kararlarına güven yeniden sağlanır...