DİYANET İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Türkiye’de ve Suudi Arabistan’da kullan­dığı lüks otomobiller tar­tışma konusu oldu.

Daha kötüsü; bir din adamının ihtişam­dan-gösterişten utanma­ması!

Gündemdeki diğer konu, Menzil cemaatinde­ki mal-para kavgası...

Hz. Muhammet’in sözünü hatırlatmalıyım:

- “Benden sonra bir kavim gelecektir ki çeşitli nefis yemekler yiyecekler, çeşitli elbiseler giyecek­ler, güzel kadınlar ala­caklar, kıymetli atlara binecekler, onların içi az şeyle doymayacak, çok şeye de kanaat etmeyecek­ler. Onların bütün gayreti dünya olacaktır, dünyaya tapacaklar, her şeyi dün­ya için yapacaklardır. Bu sebeple benden vasiyet olsun ki! Sizin çocukları­nızdan onları kim görürse onlara selam vermesin, hastalarını sormasın, ce­nazelerinin arkasından git­mesin, onların büyüklerine hürmet etmesinler, bunları yerine getirmeyen kim­se İslam dinini yıkmak­ta onlara ortak olur...”

Gerek Erbaş gerek­se Menzil bu sözü bilmez mi?

Bilirler ama yenik düş­müşlerdir ruhsal açlığa/ şekilciliğe.

Bir tartışma açmak zo­rundayız:

★★★

Hz. Muham­met veya Hz. Ali niye servet içinde yüzmedi? Niçin mülksüzleştiler ki itibariyle niye hiç miras bı­rakmadılar?

Erbaşlar “Lehü’l Mülk” (mülkiyet halkındır) sözünü unuttular/ unutturdular! 21’inci yüzyılda Ebu Ce­hil ve Ebu Süfyan düze­nini sürdürüyorlar. Oysa:

Allah’ı bir kişi ya da kurum temsil edemez. Allah insanların tama­mında tecelli ettiği için “mülkiyet Allah’ındır de­mek, mülkiyet herkesindir” demektir.

Maalesef günümüzde mülkiyet, din sınıfının ve bunlarla irtibatlı kapitaliz­min! İslam tarihinde fıkıh ve tefsir daha çok zen­ginlerin/devletin eline geçtiği için kitabı, hadisi kendilerine yontarak yo­rumladılar/ yorumluyorlar!

Ortaya şu gerçeklik çıkı­yor: Hangi din?

Ali Şeriati’nin dediği gibi iki din var:

Temelde birbirine mu­halif olup tarih boyunca birbirleriyle savaş­mış ve halen de sava­şan iki dini birbirinden ayırmak gerek.

Biri din adamlarının te­keline aldığı din ve diğeri ise hakiki din.

Biri şekilciliği öne çıkarırken, diğeri “La İlahe İllallah” diyen din. Allah’tan başka ilah/ otorite yoktur manasına gelir. “Sadece Allah’ı kabul ediyoruz” demek şudur:

★★★

Allah dünyada görülür nesne olmadığı için, ayet­leri, evren yasaları, tarihin-hayatın diyalektik kanunla­rı, gönüllü sözleşmelerden doğan yükümlülüklere uyma manasındadır: “El kitabi el mübin.” (Tas­tamam aslının aynı olan o kitap.)

Hakiki din, “biz sadece bu kurala uyarız onun dışında bir otorite tanımı­yoruz” anlamındadır. Öyle olmasa:

İslam coğrafyasında Zenc, Karmatiler, Ebu Müslim Horasani, Babek Hürremi, Hasan Sabbah, Babailer, Şeyh Bedred­din, Muhammira/Kızıllar, Celaliler gibi egemenlerin oluşturduğu dine karşı çıkan isyanlar olur muy­du?

Devletlerin kurumlaş­tırdığı fıkıh, kelam, akaid ve tarih kaynaklarından bakıldığında bu isyan hare­ketleri, milletin can- mal-ırzına göz dikmiş İslam’dan çıkmış dinsizlerdi ve bun­larla savaşmak devlet ve dinin selameti için farzdı. Yalan!

Bahsi geçen tüm isyanlar ayrımcı- köleci egemen bir sınıfın/ vergi, baskı ve keyfiliklerine başkaldıran, emeğine sahip çıkan, karısı ve kızını köle olmak­tan korumak isteyen ve efendilerin bahşettikleri ile yaşamaya mahkum edilen kalabalık halk ke­simlerinin çığlıkları idi...

Kur’an ezberlemek değil anlamak için var. Tarihin tek değişmez gerçeği, ezen-ezilen/müs­tekbir-mustazaf çatışma­sıdır.

Doğuşu itibariyle devrimci/protest olan din, kurulu düzenlerin güvenlik aygıtına indirgen­di! Allah ile uyanan bir dünya, Allah ile uyu­yan bir dünya haline getirildi.

31 Mart seçimi de “resmi ruhbanlık sını­fın” temsilcisi Ali Erbaş­lar düzenine karşı atılan çığlıklardır.

Diyanet, Vatikan oldu!