Türkiye yeni yıla "liyakat" tartışmaları ile girdi. Jet hızıyla yayın yasağı gelen Adalet Bakanlığı'ndaki torpil iddialarına Bakan Yılmaz Tunç "Tek kriterimiz liyakat" yanıtını verdi. Ancak liyakat bu ülkenin tam da en derinden kanayan yarası yıllardır. Sadece adalet değil, her alanda sıkıntı büyük. Özellikle de başta üniversiteler olmak üzere eğitim sistemindeki sorunları uzun süredir tartışıyoruz. Yılın ilk haftasını Çocuk Nörolojisi uzmanı olan Prof. Dr. Hüseyin Çaksen'in nörolojik bir hastalık olan MS'i "Allah'ın cezası" olarak tanımladığı makalesinin ortaya çıkması ve bunun yarattığı infialle geçirdik. Gelen tepkiler sonrası pandoranın kutusu açıldı. 13 yıllık profesörün evrensel din bilimleri çalışmalarında dahi yeri olmayan “teorileri” ortaya saçıldı. Üniversitelerdeki akademisyenlerin niteliği bir kez daha tartışılmaya başlandı.

★★★

İktidarın en övündüğü konuların başında, her ile bir üniversite yapma projesi geliyor. Bu sayede 2022 itibarıyla ülkemiz 208 üniversiteye kavuştu. Ancak nicelik mi, nitelik mi sorusu burada da gündemdeApartman dairelerine kurulan kimi üniversiteler nedeniyle diplomalı işsizlik tavan yapmış durumda. Kurumların kalitesi de tartışılır. Yükseköğretim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar 2 ay önce yaptığı bir konuşmada "Hedefimiz, önümüzdeki en geç 10 yıl içinde en az 10 üniversitemizi dünyanın en iyi 500 üniversitesi arasına, en az bir üniversitemizi de dünyanın en iyi 100 üniversitesi arasına sokmak" dedi.

Halbuki bundan 9 yıl önce zaten tam da bahsettiği noktadaydık.
En prestijli listelerden olan Times Higher Education’ın sıralamasında 2015’te ODTÜ 85, Boğaziçi Üniversitesi 139, İTÜ 165, Sabancı 182. sıraya kadar yükselmişti. Bilkent 201-225, Koç 301-350. sıradaydı.

Bugün ise oradan çok çok uzaktayız.

Koç, ODTÜ ve Sabancı 351-400, İTÜ 501-600, Bilkent, Boğaziçi, Çankaya ve Hacettepe Üniversiteleri ise 601-800. sırada.

★★★

Okulların neden bu denli prestij ve puan kaybettikleri aşikar.

En göz önündeki örnek Türkiye’nin en köklü okullarından, milyonların hayalini süsleyen Boğaziçi Üniversitesi’nde olan biten.

Boğaziçi Üniversitesi’nde başlayan protestolar bu hafta 3. yılına girdi.  
Dışarıdan bir rektör atanması sonucunda okulda başlayan eylemler tam 3 senedir devam ediyor.
Bu süreçte onlarca öğrenci gözaltına alındı, tutuklananlar oldu.

Okula yıllarını vermiş, birbirinden kıymetli akademisyenler görevlerinden uzaklaştırıldı, mahkeme kararlarına rağmen kampüse girmeleri dahi engellendi.

Bu süreçte protestolara katılan akademisyenler ne yurtdışı projelerine katılmak için ödenek alabildi, ne yeni araştırma yapabildi.

Çıkarttıkları makalelerin, yaptıkları araştırmaların sayısında ve niteliğinde büyük düşüş oldu. Doçentlik atamaları, profesörlük yükseltmeleri engellendi.

Okulun “dokusunu” değiştiren en önemli olaylardan biri de akademisyenlerin “paraşüt” diye nitelediği atamalar oldu.

Kişiye özel ilanlarla fakültelere birçok atama yapıldı.

Akademisyenlere göre Boğaziçi Üniversitesi’nde bir yıkım yaşanıyor. Üniversitenin Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Esra Mungan’ın ifadesiyle “Bu ülkenin gençlerinin böylesi bir vasatı ve hatta vasıfsızlığı hak etmediği açık”.

★★★

Sadece Boğaziçi Üniversitesi değil, Türkiye’nin dört bir yanındaki üniversitelerde kişiye özel ilanlarla yapılan liyakatsiz atamalar sık sık gündeme geliyor.

Yıldız Teknik, Akdeniz, Uludağ, Samsun gibi birçok üniversitede rektörlerin akrabalarını, şoförlerini, bakıcılarını kadroya aldığına, kişiye özel ilanlar açıldığına dair onlarca haber çıktı geçtiğimiz yıl basında.

Var olan akademisyenlerin de yetkinliği bolca sorgulandı.

Yeni yılın ilk günlerinde de bunun bir örneğini yaşadık.

Yılın ilk haftasını Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Çaksen’i konuşarak geçirdik.

Çocuk nöroloğu olan Çaksen’in nörolojik bir hastalık olan MS ile ilgili bir makalesi ortaya çıktı.   

O makalede Çaksen, "Bilimsel olarak kanıtlayamasak da, MS hastalığının temel nedeninin Allah'tan gelen bir ceza, sınav ya da ödül olduğuna kuvvetle inanıyoruz" ifadesini kullanıyor.

Çaksen'in tek dikkat çeken makalesi bu değil.

Yayımlanan hemen her yazısında "ruhani bakış"ı olduğu görülüyor.

Profesör, MS’in yanı sıra koronavirüs salgınını da dini temele dayandırıyor.

O konuda yazdığı makalede "Kovid-19 salgının Allah'ın insanlara verdiği, kimsenin kaçamayacağı ve korunamayacağı genel bir felaket olduğuna inanıyoruz" yazıyor.

Makale: "Bu ilahi bir uyarı, bir gazap, bir azap. Zalimlerin kıyamette karşılaşacaklarına benzer bir sahne sahnelendi" diye devam ediyor. Kur'an'dan örnekler veriyor.

★★★

Hüseyin Çaksen üniversitenin Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları bölümünde Anabilim Dalı Başkanı. Çocuk Nörolojisi uzmanı.

Makalelerinin çoğunda ilahi referanslar ön plana çıkıyor.

Çaksen'in son makalesi Ekim 2022 tarihli.

Başlığı "Ölen Çocuklar Nereye Gider: Ruhani Bir Bakış Açısı".

1 sayfalık makalede Kur'an'dan ayetlerle 15 yaş altındaki çocukların, ailelerin inançlarından bağımsız olarak cennete gideceklerini anlatıyor.

Çaksen'in Psikolog Feyza Çaksen ile yazdığı bir başka makalede ise daha skandal ifadeler var.

Bir tıp profesörü ve bir psikolog yazdıkları makale ile türbanın ergenlik dönemindeki kız çocuklarını ve kadınları cinsel tacizden koruyacağına dair net sonuçlara varıyor.

Makalede okullara öneriler de var.

Öğrencilerin dini inançları, kültürleri ve sosyal konumlarından bağımsız olarak, genç kızlara yönelik cinsel tacizin önlenmesi için başörtüsü uygulamasını da içeren okul tabanlı programların geliştirilmesini öneriyoruz” deniliyor.

13 yıldır nöroloji alanında profesörlük yapan, üniversitede binlerce gence eğitim veren, onlara bakış açısı kazandırıp hayata atılmalarını sağlayacak bir akademisyenin kullandığı bu ifadeler Türkiye’de eğitimin geldiği son durumu bir kez daha tartışmaya açmış durumda.

Profesörlük gibi unvanlar kimlere, hangi şartlarda, nasıl veriliyor?

Kimlere kadro açılmıyor, kimler yükseltilmiyor?

Soru çok…

Ancak apaçık ortada olan bir husus var ki o da, siyasi müdahalelere maruz kalan, liyakatin hiçe sayıldığı ve bilimsel zeminden uzaklaşan bir eğitim sisteminin gençlerimize, dolayısıyla ülkemize karanlık bir gelecekten başka hiçbir şey sunmayacak olmasıdır.