Yemek sırasında İsa eline ekmek aldı, şükredip ekmeği böldü ve öğrencilerine verdi. “Alın, yiyin” dedi, “Bu benim bedenimdir.” (Matta 26:26)

Hristiyanlığın kutsal kitabı İncil’de geçen bu ayet, filmin daha ilk sahnelerinden birinde bir grup gencin kulaklarına fısıldanıyor geleceği öncülercesine. O gençler ki başlarına gelecek felaketten de hayatta kalmak için işlemek zorunda kalacakları o “günah”tan da habersiz! 

Tarih 13 Ekim 1972… Uruguay’ın “Old Christians” isimli amatör rugby takımı, Şili’nin Santiago şehrindeki karşılaşmaları için kiraladıkları özel uçakla yola çıkar. Uçakta 5’i mürettebat 45 kişi vardır. Büyük bir türbülans yaşanır ve uçak And Dağları üzerindeyken yere çakılır. 12 kişi kaza anında hayatını kaybeder.

Karla kaplı uçsuz bucaksız dağların arasında mahsur kalan 33 kişi için felaket aslında daha yeni başlamıştır. İçlerinden sadece 16’sı hayatta kalabilecek; bunu da yalnızca “takım mücadelesi”ne değil, aynı kazada yitirdikleri arkadaşlarının ve ailelerinin bedenlerine borçlu olacaklardır.

Dünya Havacılık tarihine “And Dağları Kazası” olarak geçen bu elim olay daha önce çeşitli kitap ve filmlere konu olsa da dehşetengiz gerçekliği ve mucizevi öyküsünün “cazibe”sinden olsa gerek tekrar tekrar gündeme taşındı. Hatta geçen yıl olayın baş kahramanları kazadan 50 yıl sonra bir araya gelip sansasyonel hikayelerini yeniden anlattı.

Kazazedelerden Nando Parrado tam 72 gün süren ölüm kalım savaşını şu çarpıcı sözlerle ifade ediyordu; “Dağlarda yaşadıklarımızın görkemle yakından uzaktan alakası olmadığını nasıl anlatacağımı bilemiyordum. Orada yalnızca çirkinlik, korku, ümitsizlik ve masum insanların ölümünü izlemenin yarattığı düşkünlük vardı.“ 

İşte böylesine vurucu olan bu hikaye bir kez daha anlatılmak istendi ve 51 yıl sonra bu kez bir Netflix yapımıyla filme alındı. İspanyol yönetmen Juan Antonio Bayona, Uruguaylı yazar Pablo Vierci’nin “Kar Kardeşliği” kitabından uyarladığı filmi için uzun yıllar emek verdi.

Bayona, hayatta kalanlarla saatlerce söyleşiler yaptığını, onlarla yakın ilişki kurduğunu, 1970'lerdeki Uruguay kültürünü derinlemesine anlamak için büyük çaba harcadığını anlatıyor. “Amacım kurbanlara biraz olsun huzur getirmek, acılarını hafifletmekti” diyor.

Zira kazazedelerin sınavı kurtuluşlarından sonra da bitmiyor. Sadece vicdanlarıyla değil, medya ve kilisenin sert tavrıyla da mücadele ediyorlar.

Yönetmen işte buradan hareketle şekillendiriyor anlatım dilini. Karakterlerin insani yönlerini, en zor koşullarda dahi nasıl dayanışma halinde kalmayı başardıklarını, açlık ve donma tehlikesiyle boğuşurken bile yaşadıkları dini ve ahlaki çıkmazı, vicdan muhasebesini gözlemliyor. Yaşamanın tek yolu insan eti yemekse bu günah mıdır?

Yoksa yaşama şansı varken kendini ölüme terk etmek midir günah olan? Bu yönüyle hem ölen hem de hayatta kalan kurbanlara saygı duruşu niteliğinde bir yapım Kar Kardeşliği…

Filmi bu bakış açısıyla izlerken insanın ölüm karşısında hem ne kadar acımasız hem de ne kadar acınası durumda olabileceğini düşündüm. Ahlaki değerler, gelenekler ve dini öğretiler, insan ölümle yüz yüze geldiğinde rafa kalkabilir miydi? Öyle görünüyor ki sorunun yanıtı koca bir evet!

1972 yılında yazılan bu hikaye dünya kamuoyunda ne kadar konuşulmuş olursa olsun daha anlatacakları bitmemiş gibi görünüyor. Kazazedelerden Carlos Paez’in de dediği gibi; “Bu hikayeyi sonsuza dek daha fazla anlatmaya mahkumum, tıpkı Beatles'ın her zaman şarkı söylemek zorunda kalması gibi…”