Türkiye-Romanya ilişkileri 1936 yılına dek iyiydi. Ancak savaşa koşanları gören Atatürk’ün frene basması ile aramız bozulmuştu. Çünkü Hitler’in dümen suyuna giren Romanya babalanıyordu!
Rumenler 1937’de Dışişleri Bakanı Mihai Antonescu’yu Türkiye’ye gönderdi. Atatürk Antonescu’yu Ankara Palas’ta kabul edip şahane öğütler verdi.
Şunu dedi mesela...“Milletleri idare eden adamlar, tabi evvela kendi milletinin saadetini düşünür. Fakat aynı zamanda dünya için de aynı şeyi istemek lazımdır.”
Anlamadılar... Sonuç, Hitler hayranı Rumen yöneticiler gibi Antonescu da 1946’da savaş suçlusu olarak idam edildi!
Fakat ben, Atatürk’ün aramızdan ayrılışının 85. yılında Ankara Palas’taki o sohbetin ‘dünyaya öğütler’ kısmını değil, “Yaşam pek kısa. Çocukluk ve okul bir kısmı. Geriye kalanını ise uyku yarıya indiriyor. Uykusuzluğu giderecek ve bedenimize verdiği dinlenme gıdasını sağlayacak bir ilaç bulunsa keşke” diyecek kadar yaşama arzusu ile dolu İnsan Atatürk’ün ‘yaşamakla’ ilgili düşüncesini yazacağım.
Öldü gitti diyenlerin karanlık, şark kurnazı ve tahta kafaları almasa da kendi cümleleriyle neden ölümsüz olduğunun altını çizeceğim...
“Milletler gam ve keder bilmemelidir. Şeflerin vazifesi, hayatı neşe ve şevkle karşılamak hususunda milletlerine yol göstermektir.
Vaktiyle kitaplar karıştırdım. Filozofların hayat hakkında dediklerini anlamak istedim. Bir kısmı herşeyi kara görüyor, ‘Madem ki hiçiz ve sıfıra varacağız dünyadaki geçici ömür esnasında neşe ve saadete yer bulunmaz’ diyorlardı. Başka kitaplar okudum, bunları daha akıllı adamlar yazmış. Diyorlardı ki: Madem ki sonu nasıl olsa sıfırdır, bari yaşadığımız müddetçe şen olalım.
Karakterim itibarıyla ikinci hayat tarzını tercih ediyorum, fakat şu şartlarda...
Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar bedbahttırlar! Belli ki o adam fert sıfatıyla mahvolacaktır!
Herhangi bir şahsın yaşadıkça memnun ve mesut olması için lazım gelen şey, kendisi için değil kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Hayatta tam zevk ve saadet ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı ve saadeti için çalışmakta bulunabilir.
Bir insan böyle hareket ederken, ‘benden sonra gelecekler acaba böyle bir ruhla çalıştığını farkedecekler mi’ diye düşünmemelidir. Hatta en mesut olanlar, hizmetlerinin bütün nesillerce meçhul kalmasını tercih edecek karakterde bulunmalıdır.
Herkesin kendine göre bir zevki var. Kimi bahçe ile meşgul olmak, güzel çiçekler yetiştirmek ister. Bazı insanlar da adam yetiştirmekten hoşlanır!
Bahçesinde çiçek yetiştiren adam bir şey bekler mi? Adam yetiştiren adam da çiçek yetiştirende ki hislerle hareket edebilmelidir. Ancak bu tarzda düşünen ve çalışan adamlardır ki memleketlerine ve milletlerine ve bunların istikbaline faydalı olabilirler.
Bir adam ki memleketin ve milletin saadetini düşünür, o adamın kıymeti birinci derecededir! Esas kıymeti kendine veren, mensup olduğu millet ve memleketin ancak şahsiyeti ile ayakta durduğunu sanan adamlar, milletlerinin saadetine hizmet etmiş sayılmaz! Kendi gidince ilerleme ve hareket durur zannetmek gaflettir!”
***
İkilemde kaldım...
Bugün Atatürk’ten başka bir şey yazılır mı? Ama memlekette olmadık şeyler oluyor! Yargıtay, Anayasa Mahkemesi hakkında suç duyurusunda bulunup, mahkemeye veriyor. Bu hukuksuzluk, adalet sistemine meydan okumak, anayasayı hiçe saymak, hukuk profesörlerinin bile ağzını açık bırakan çivisi çıkma hali yazılmaz mı?
Mevzu Atatürk ve adaletse yazılır!
Piste çıkıp dans eden, 100 yıl sonra bile mayolu fotoğrafı olmayanlara inat mayosunu giyip denize giren, cephede kitap okuyan, uyumak yerine yaşamak isteyen Atatürk’ün kendisi ve milleti için yaşamaktan daha üstün tuttuğu bir şey var mıdır sorusunun yanıtını aradım.
Var!
Kurtuluş Savaşı’nda düşmanlar dize getirilmiş ancak Lozan henüz imzalanmamış, eller tetikte beklenirken ve her türlü belirsizlik devam ederken O, 19 Ocak 1923’te İzmit’te en önemli şeyi şöyle açıklamış:
“Bir memlekette adalet mevcut olmazsa, o memlekette anarşiden başka bir şey yoktur. Orada hükümet yoktur. Orada hiçbir şey yoktur!”
Neymiş yaşamaktan bile önemli tutulması gereken şey? A-da-let...
Bu dahi insan el yazısı ile notlar aldığı defterlerin sonuncusuna (Atatürk’ün Not Defteri 12 cilt olarak yayınlandı. Altını çizdiğim bölüm 12. cildin 20. sayfasında) 100 yıl sonrasını görüp gelecek kuşaklara vasiyet eder gibi bakın ne yazmış...
“Ülkede sağlam ve yeni bir hukuk sistemi kurma düşüncesinde olan seçkin hukukçularla beraber, acı özlemi tespit edelim! Milletin en az üç yüz yıldan beri olan ilerleme atılımları şimdiye kadar ki yetersiz hukuk sistemiyle ve hukukçularla engellenmiştir! Bu yarayı iyileştirmek gereklidir!”
“Ölüm insanın değişmez kaderidir. Marifet unutulmamaktır” demiş 10 Kasım 1938’den beri kalbimizde yaşayan Atatürk.
Ya siz, kıymeti kendine veren, memleketin ancak şahsiyeti ile ayakta durduğunu sananlar... Sizi gelecekte nasıl hatırlayacaklar?