Hep gururla yazarım:

Öğretmen çocuğuyum.

Hem de bir Köy Enstitüsü ruhuyla yetişmiş bir köy öğretmeninin.

Cilavuz Öğretmen Okulu’ndan çıkar çıkmaz yollara düşen, köy çocuklarının harflerle rakamlarla ilimle bilimle tanışması için memleketin en ücra köşelerine giden, 35 yıl bıkmadan usanmadan çalışan bir öğretmenin.

İlkokul ve ortaokul yıllarımda çok sosyal bir çocuk olmadığımdan köyde pek tanınmazdım. Evden çarşıya giderken yürüdüğümüz iki kilometrelik yolda ya da çarşıda “sen kimlerdensin, kimin oğlusun” diye sorduklarında “Zeki Zeyrek’in oğluyum” demek yerine “Zeki Öğretmenin oğluyum” derdim.

Çocuk aklımla, öğretmen olmasını soyadımız kadar kıymetli görür, babam öğretmen olduğu için kendisiyle gurur duyduğumu göstermeye çalışırdım.

★★★

Babamın ilk görev yeri Türkiye-Ermenistan sınırında Akyaka’ya bağlı Demirkent köyü olmuş.

Ne zaman bir araya gelsek ne zaman geçmiş günleri konuşsak, gözleri uzaklara dalarak ve bir süre sonra yaşararak hep öğretmenlik anılarını anlatır.

Yoksul köy çocuklarının Köy Enstitüleri ve Köy Öğretmen okullarında okuyarak öğretmen olması, bütün köy çocuklarının hayatına dokunması belki de Cumhuriyet’in en büyük devrimlerinden olmuştu.

Babamın Demirkent köyündeki ilk günlerinde yaşadıkları, nasıl yoksul olduklarını, öğretmenlik mesleğini hangi koşullarda yaptıklarını göstermesi açısından benim için çok kıymetlidir.

Daha önce yazmıştım, bugün bir daha kendi ağzından aktaracağım:

“Yeni mezun olmuştum. İlk maaşı henüz almamıştık. Cepte para yok. Köye dahi zar zor gitmiştim. Gömleği ve kravatı benden önce mezun olup öğretmen olan kardeşimden almıştım. Ancak tek bir pantolonum vardı. O da çok eskiydi ve bir akşam tahta kapıdaki çiviye takılıp yırtıldı. Ertesi gün okula giderken giyecek başka pantolonum yoktu. Yırtığı elimle tutarak köy muhtarına gittim. İğne iplik istedim. Kapı kapı dolaştık köyde kimseden iğne iplik bulamadık. Bir teyze bir çuvaldız ve un çuvallarını diktiği kendir ipini getirdi. Pantolonu zar zor onunla diktim ve ilk maaşımla Sümerbank’tan yeni pantolon alana dek öyle idare ettim.”

★★★

Babamı güldürmek, hatta teselli etmek için hep şimdiki öğretmenlerin durumunu anlatırım: “Sizin hiç olmazsa kadronuz varmış. Şimdiki öğretmenler sözleşmeli, ücretli, kadroları da iş güvenceleri de yok. Büyük okullar dışındaki özel okullarda ise kölelik düzeni işliyor.”

Babamın kendisine bunları söylediğimde verdiği yanıt da kulağıma küpe olmuştu.

O yanıtı da tekrarlamaktan gocunmayacağım:

“Ermişler Köyü’ne yürüyerek giderdim. Üç kez tipide boğulma tehlikesi atlattım. Urfa Bozova’da Tatburç köyüne ancak katırlarla ulaşılıyordu. Köyde haftalarca susuz kalırdım. Bütün bunlara üç kuruş maaş ve kadro için mi katlandık biz?”

★★★

Siz bunlara bir de onların hiçbir zaman anlatmak istemediği ama devletin kendilerine acımasızca uyguladığı sürgünleri, cezaları, baskıları ekleyin. O zaman nasıl bir hayat sürdüklerini ve karşılığında ne aldıklarını kestirmeniz gerçekten zor olmaz.

Birilerinin şimdilerde 10-15 yıllık memuriyet birikimleriyle saray yavrusu inşa ettiği ülkemizde 35 yıl çalışıp bir ev dahi alamayan bir nesil oldu onlar.

Sizce bugün “emekli öğretmen” olup kirada oturan ve derin bir yoksulluk yaşayan kaç kişi vardır ülkemizde?

★★★

Peki başlarını sokacak bir ev, üç kuruş maaş ve kadro için değilse ne için katlandılar yaşadıklarına?

Elbette daha yaşanabilir bir Türkiye için.

Elbette fikri hür vicdanı hür nesiller yetiştirmek için.

Elbette ilme, bilime adanmış, Türkiye’yi Atatürk’ün koyduğu çağdaş medeniyet hedefine taşıyacak, yurtsever öğretmenler, doktorlar, mimarlar, mühendisler, hukukçular, bilim insanları yetiştirmek için.

Utangaç, güvercin ürkekliğinde adımlarla sınıfa gelen o köy çocuklarının okuyup önemli mesleklere görevlere eriştiği günleri görmek için bir de...

★★★

Mevcut Milli Eğitim Bakanı, İbrahim Oktugan Öğretmen bir göçmen gencin tabancasından çıkan kör kurşunlarla öldürüldüğünde, 74 yaşında bir çınarın, 40 yıllık bir eğitim geçmişin öldürüldüğünün farkına dahi varamadı.

Olayı sıradan adli bir vaka gibi gördü.

Cezalar artırılınca, şiddet gösterenler iki ay hapis yattığında sorunun çözüleceğini sandı!

Keşke bu kadar basit olsaydı!

Ne yazık ki iktidar, öğretmeni ihaleyle yandaşlara dağıtılan inşaat ve kitap ihalelerinden, yandaş sendika üzerinden dağıtılan makamlardan, sivil toplum kuruluşu denilerek resmileştirilmeye çalışılan cemaat ve tarikatlardan daha değersiz görmeye devam ettikçe bu tür olaylara daha çok tanık olacağız.