Ömür biter, enflasyon muhabbeti bitmez. Bu muhabbet yaygınlığı, sadece yüksek ve yapışkan enflasyon derdine duçar olmuş ekonomimize mahsus değildir. Gelişmiş ülkelerde de iktisatçılar enflasyon konusunu sıkça işler. O ülkelerde enflasyon %2’nin birkaç puan üstüne çıkınca hemen enflasyona karşı cihat ilan edilir. Çünkü enflasyon yangını küçükken söndürülmezse, bir süre sonra kontrolden çıkacağından endişe edilir. Enflasyon, para miktarının, GSYH (milli gelir diye okuyun) miktarından daha hızlı artması sonucu kendiliğinden oluşan bir nominal denkleşmedir. Çok basit bir anlatımda enflasyon şudur: Eğer üretim miktarı 100, para miktarı da 100 ise ürünün birim fiyatı (100 bölü 100) “1 para” olur. Eğer üretim miktarı 100 de kalır para miktarı 120’ye çıkarsa, birim ürünün fiyatı 1,2 para olur. Yani enflasyon %20 olur. Bu, tedricen gerçekleşir. Yani fiyatların genel düzeyi bir günde %20 artmaz. Yılbaşında 100 iken yıl sonunda 120 olmuşsa, ortalama enflasyon %10’dur. Yıl sonunda enflasyon %20 diye ilan edilince yıl içinde ürün fiyatını %20 artırmayan mal veya hizmet üreticisi “fiyatım düşük kaldı” diye derhal ek zam yapar. Hatta bu zammı ihtiyaten bol tutar. Böylece “fiyat, fiyata baka baka zamlanır” döngüsü başlar. Emekçiler de ücretlerine aynı oranda hatta daha fazla zam talep eder. Bu sefer “ücret-fiyat” sarmalı oluşur.

YÜKSELT FAİZİ, SIK PARAYI, BAK NASIL İNİYOR ENFLASYON

İktisat bilgini Irving Fisher (1867-1947) “para miktarı”, “milli hasıla” ve “fiyatlar genel düzeyi” arasındaki ilişkileri bir denklik olarak formüle etmiştir. Denkliğe göre, enflasyon “üretim için gerekli olandan fazla, parasal genişleme” olayıdır. Dolaysıyla, enflasyonu dizginlemek için hem para miktarını kısmak ve beklentileri değiştirmek için faizleri artırmak şarttır. Ama bu önlemlerin “milli hasıla” (üretim diye okuyun) oluşumunu düşürme gibi istenmeyen bir sonucu da olabilir. Çünkü artan üretim için de en az bir önceki yılın enflasyonu kadar fazla paraya ihtiyaç vardır. Yeterli miktarda para olmazsa üretimde kapasite kullanımı düşer, işsizlik artar. Üretime düşük kapasiteyle devam edilirse sabit giderler, aynı oranda azalmayacağı için firma kârları zarara dönüşür. Zarar eden firmalar bankalara olan borçlarını ödeyemez. Bu yüzden bankalar batarsa halkın tasarrufları buharlaşır. Hiç kimse “olsun efendim, biz her şeye razıyız yeter ki enflasyon düşsün” demez. Kimse kimseyi kandırmaya kalkmasın. Demeyeceği için siyasiler de enflasyonu indiren politikaların arkasında pek de kararlı duramaz. Bu sebeple enflasyonu düşürmede başarı, Merkez Bankası’nın teknik becerisinden ziyade firmaların ve halkın davranışlarına bağlıdır.

FAİZ Mİ, PARA MİKTARI MI?

Enflasyonu düşürmede faizi yükseltmek mi, yoksa para miktarını sıkmak mı daha etkindir? Cevap: Para miktarını sıkmak daha etkilidir. Bu, faiz hiç artırılmayacak demek değildir. Türkiye’nin burada bir açmazı var. TL’de faiz artışı ülkeye “sıcak para” girişini teşvik ediyor. Zaten son günlerde Merkez Bankası’nın TL ile rezerv biriktirmesi ve dolar fiyatının sabit seyri bunu gösteriyor. Üstelik sıcak para girdikçe, sadece döviz miktarı değil döviz almak için basılan TL miktarı da artmaktadır. Bu da “parayı sıkarak” enflasyonla mücadeleyi zorlaştırmaktadır. MB bunun farkındadır. Kamu harcamalarını kısarak, hükümetin enflasyonla mücadeleye katkı vermesi faydalıdır ama “sanıldığı kadar” etkili değildir. Daha doğrusu Hazine (devlet) Merkez Bankası’nı para basmaya zorlamadığı sürece hükümetin müsrifliği, enflasyonu azdırmaktan çok ekonomide verimliliğin düşmesi ile gelir dağılımı adaletsizliğinin artmasına sebep olur. İş yine parayı dikkatlice sıkmaya kalmaktadır.

SON SÖZ: Somunu fazla sıkarsan, cıvata yalama olur.