Haftayı asgari ücrete bir önceki döneme göre gelen yüzde 49'luk zammı konuşarak geçirdik. Geçen seneye kıyasladığımızda zam oranı yüzde 100'ü buluyor.

Bundan üç beş sene önce, enflasyonun görece makul seyrettiği dönemlerde, maaşlarımızın iki katına çıkacağı söylense büyük ihtimalle birçoğumuzun gözlerinin içi parlardı. Ancak Bakan Şimşek'in de itiraf ettiği "irrasyonel" politikalar öylesine dar boğaza itti ki her birimizi, artık katlanan maaşlar bile insanları mutlu etmeye yetmiyor.

Eski programın ağır sonuçları nedeniyle yüz binler halen temel ihtiyaçlar hiyerarşisinde, piramidin en alt basamağında yaşamını sürdürüyor. Asgari ücret açlık sınırının üzerine çıktı diye sevinir haldeyiz. AB ülkelerinde asgari ücretle çalışanlar nüfusun yüzde 5-10'u seviyelerinde oluyor.

Ama bizde asgari ücret ortalama ücrete döndü.

DİSK-AR'ın geçen hafta yayınladığı raporundaki veriler çok çarpıcı.

Buna göre 2002'de asgari ücretin altında kazananların oranı yüzde 24,4'tü. 2022'de bu oran yüzde 33,8'e yükseldi.

2002'de asgari ücretin iki katı geliri olanların oranı yüzde 40,1'ken, 2022'de bu oran yüzde 18,1'e indi.

Üstelik 2023'te asgari ücrete gelen yüksek orandaki zamlardan sonra bu oranın çok daha gerilediği aşikar.

Hepimiz asgaride buluşur hale geldik.

***

Ama asgari düzeyde olan sadece maaşlarımız değil.

Çalışma koşullarımız da...

En çok ve en zor koşullarda çalışan ama döktüğü alın terinin karşılığını en az alanlardanız.

Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) son verileri Nisan 2023’ten.

Dünya haftada 4 gün çalışma modeline geçerken, Türkiye’de ortalama haftalık çalışma süresi 43,4 saat.

Bu günde 8,68 saat demek.

Türkiye’deki iş kanuna göre en çok 45 saat çalışılabilir. Ancak ILO çalışanların yüzde 29’unun haftada 49 saatten fazla görevi başında olduğunu söylüyor.

Bu kişilere hak ettikleri mesai ücretinin verilip verilmediği ise muamma.

Birçok kişi var olan işini kaybetmemek için bu şartlarda çalışmayı kabul ediyor.

Bu verilerle sadece Avrupa’ya göre değil, Orta Doğu’daki, Afrika’daki birçok ülkenin yanında dahi sınıfta kalıyoruz. Irak’ta ortalama haftalık çalışma süresi 30,3 saat, Kırgızistan’da 34,4, Zimbabve’de 38,7, Endonezya’da 39,3, Meksika’da 42,7, Mısır’da 42,9 saat. Kendimizi aynı ligde sınıflandırdığımız ülkeler işte bunlar…

***

Çalıştığımız süre boyunca sahip olduğumuz haklar da bir hayli sınırlı.

İş Kanunu’na göre kıdem süresi aynı iş yerinde 1-5 yıl olanlara 14 gün, 5-15 yıl arasında olanlara 20 gün, 15 yıldan uzun süre çalışanlara ise 26 gün yıllık ücretli izin veriliyor. Bu süreler zaten dünya ortalamasının bir hayli gerisinde. 25 ülkede en az 28 gün yıllık izin var. Bu konuda rekor 53 günle İran’da.

Yemen’de 45, Madagaskar ve Nijer’de 43, Peru’da 42, Cibuti’de 40 gün yıllık izin var örneğin.

Ancak kıdeme bağlı haklar her iş değişikliğinde sıfırlanıyor.

Siz 10 sene bir yerde çalışsanız da, iş değiştirdiğinizde tekrar yeni başlayanlarla aynı sosyal haklara sahip oluyorsunuz. 20 gün yıllık izne sahipken iş değişikliği sonucunda hakkınız tekrar 14 güne düşüyor ve 26 gün yıllık izin hakkına sahip olmak neredeyse imkansız hale geliyor.

İzin alırken Cumartesi günleri de tatilinizden düşüyor. Neresinden tutsanız elinizde kalıyor… Halbuki bu konuda yapılmış onlarca araştırma var. Daha kısa çalışma saatleri verimi artırıyor. Üstelik Uluslararası Çalışma Örgütü’ne çalışanların yaşadığı depresyon yılda 12 milyar gün iş kaybına ve 1 trilyon dolar maddi kayba sebep oluyor. 2018’de Avrupa Kardiyoloji Topluluğu’nun yaptığı bir araştırmaya göre yılda 3 haftadan az sürede tatil yapmak ölüm riskini artırıyor.


***

Konu İş Kanunu olunca yasalar maalesef işçiden değil, işverenden yana.

Ama aslında iki taraf eşit şartlara sahip değil.

Bu yüzden de biri korunacaksa, o işçi kesimi olmalı.

Fakat sadece çalışma süreleri ve yıllık izinler değil…

İşten çıkarılma söz konusu olduğunda da işveren avantajlı konumda.

İşverenin keyfi işten çıkarmalarına karşı çözüm bir türlü üretilemiyor.

Evet çalışanlar işe dönüş davası açabiliyor ve çoğu zaman da davayı kazanıyor fakat 2017’de zorunlu hale getirilen arabuluculuk ve istinafla birlikte bu davaların sonuçlanması 2-3 yılı buluyor.

Bu süreçte de büyük hak kayıpları oluyor.

2021’de 10 bin lira maaşla yani asgari ücretin 3,5 katı gelirle çalışan biri işten çıkarılıp dava açtı diyelim...

Yargı süreci en iyi ihtimalle 2023’te bitiyor.

Mahkeme işe iade kararı verse çalışan o dönemki ücreti üzerinden tazminatını ve diğer alacaklarını alabiliyor. Daha da vahimi, davanın açılma tarihinden davanın karara bağlanmasına kadar geçen bu 2-3 yıl boyunca işçinin alacağına herhangi bir faiz işlemiyor.

Halbuki Türkiye gibi enflasyonist ekonomilerde bu maaş artık asgari ücretin bile altına gerilemiş oluyor.

Bu nedenle de işverenler çoğu zaman yıllara yayılan mahkemeleri koz olarak kullanıp zorunlu arabuluculuk sürecinde işçiyi zorluyor.

İşten haksız yere çıkarılan birçok işçi dava açmaya cesaret edemeyip sürecin uzamaması adına yasal haklarının çok çok altında bir tazminatı kabul etmek zorunda kalıyor.

 

***

Üstelik bu yazıda değinebildiklerim yasal olarak işçilere tanınan haklar…

Ancak maalesef bunlar bile çoğu zaman uygulanmıyor.

İş güvenliğinden, çalışma koşullarına yasalar çoğu zaman kağıt üzerinde kalıyor.

Hakkını arayan işçilerse biber gazıyla, copla, ters kelepçe ile susturulmaya çalışılıyor.

Yani anlayacağınız sadece ücretlerimiz değil, koşullarımız da asgariden öteye geçemiyor...

32 milyon çalışanı olan bir ülkede İş Kanunu’ndaki değişikliklerin hızla yapılması gerekiyor.