Zaman zaman hayat karşımıza öyle şeyler çıkarıyor ki, iki arada bir derede kalıyoruz. Mesela ben, karşımdakini üzmemek, kırmamak için çoğu zaman susmayı tercih ederim. Kendi duygularımı ifade ederken kırıcı olmaktan çekinirim. Çoğumuz da öyle yapmıyor muyuz? Bazen gördüğümüz yanlışları doğrudan söylemek yerine, kalpler kırılmasın diye lafı dolandırıp duruyoruz. Bu çelişkiler içinde bocalarken uykularımız kaçıyor. Bazen vaktinde gerekli cevabı veremediğimiz için saatlerce, hatta günlerce, kendi kendimize aynı konuşmaları kafamızdan geçirip, keşke şöyle deseydim, böyle yapsaydım demiyor muyuz?
Kafandan her geçeni pat diye söylemek her zaman doğru bir şey değil tabii, ama böyle insanlar var. Söylediğinin önünü arkasını düşünmeden, yanlış anlaşılıp anlaşılmayacağını, lafın nereye gideceğini umursamadan konuşanlara ‘filtresiz insanlar’ diyorum. Ben hiç öyle olamadım. Çoğu zaman önünü arkasını düşünmekten ortasını tam olarak söyleyemedim. Oysa patavatsızlıkla açık sözlülük arasında ince bir çizgi var. İşte o çizgiyi aşmaktan korktum hep.
Bu çizgi, aslında oldukça hassas bir denge gerektiriyor. Patavatsızlık, başkalarının duygularını ve düşüncelerini dikkate almadan konuşmaktır. Açık sözlülük ise dürüst ve net olmayı ifade ederken, aynı zamanda nezaket ve empatiyi de içerir. İşte bu noktada, doğruyu söylemek ile kırıcı olmamak arasında bir denge kurmak gerekiyor ki, bence bu gerçekten zor bir şey.
Yaş ilerleyince, aynı tür şeyleri defalarca yaşayınca fark ettim ki, insanı en çok rahatlatan ve huzura erdiren yol dürüstlük. Dolambaçlı yollardan gitmek veya görmezden gelip, anlamamış gibi davranmak yerine, direk söylemek. Hiç kıvranmadan, kıvırmadan, neyse pat diye söylemek.
Annem hep böyle yapar. Eskiden ona kızardım, bazen de yaptığından utanırdım. Neden bu kadar açık sözlü, neden bu kadar direkt diye düşünürdüm. Ama şimdi anlıyorum ki, annem haklıymış!
Duygu ve düşünceleri saklamak, lafı dolandırmak insanın içinde bir yük oluşturuyormuş. Bu yük zamanla ağırlaşıp bizi yoruyormuş. Ayrıca kimse bu nezaketiniz için sizi takdir de etmiyor! Ya "verecek cevap bulamadı" diye düşünüyorlar ya da sizi saf zannediyorlar. Sizi eleştirenler ise kendilerini hep haklı zannediyorlar. İşte bunu öğrendim: Gerektiğinde açık ve net olmak, hatta kırmayı bile göze almak lazım, yoksa sizi kırıyorlar.
Elbette, her zaman doğru dengeyi bulmak zor olabilir. Bazı durumlarda, açık sözlü olmanın sonuçları beklediğimizden daha sert olabilir. Ama uzun vadede hem kendimize hem de ilişkilerimize daha büyük fayda sağlar. Çünkü içimizde biriktirdiğimiz yükler, eninde sonunda daha büyük patlamalara sebep olacaktır. Bu yüzden, gerektiğinde kendimizi ifade etmekten çekinmemeliyiz. Nezaket elbette önemli, ama kendi sınırlarımızı korumak da en az onun kadar önemli.
***
Salamon ile karısı yatmışlar. Salamon’u bir türlü uyku tutmamış. Karısı ‘‘Neyin var? Neden uyuyamıyorsun?’’ diye sormuş.
Salomon da ‘‘Mişon’a borcum var ama yeteri kadar para yok. Yarın çeki ödeyemeyeceğim. Ne yapacağım diye düşünüyorum’’ demiş.
Salomon’un karısı yataktan kalkmış açmış pencereyi ‘‘Mişoon, Mişoon’’ diye bağırmış.
Mişon ‘‘Hayırdır ne oldu?’’ diye seslenmiş.
Salomon’un karısı ‘‘Yarın Salomon sana çeki ödeyemeyecek.’’ diye cevap verip camı kapatmış. Yatağa yatmış ‘‘Sen rahat uyu, şimdi Mişon düşünsün!’’ demiş.
***
Son Dakika Kahramanları
Siz de yapılacak işleri devamlı erteleyip son ana bırakanlardan mısınız? Seyahate çıkılacak bavul son anda hazırlanır. Pasaport bile son dakikada kontrol edilir. Sınav mı var? Son gün çalışılır. Faturalar ise her zaman son gün yatırılır. Yapılması gerekenler çeşitli bahanelerle sürekli ertelenir.
Çoğumuz buna vurdumduymazlık ya da tembellik diyebilir. Ancak, bu da strese yanıt olarak ortaya çıkabilen bir durummuş. Ecnebiler buna procrastination diyor. Bunu öğrendiğimde bir rahatlama hissettim. Hiç değilse tembel değilmişim!
Bu, mükemmeliyetçilik, motivasyon eksikliği, kişiye uygun olmayan proje, ödev, iş seçimi ya da başarısızlık korkusundan kaynaklanan bir psikolojik semptommuş.
İyi haber; procrastination, yani işleri erteleme eğilimi, yüksek IQ ile ilişkilendirilen bir durum da olabilirmiş. Bazı çalışmalar, yüksek IQ'lu kişilerin daha fazla erteleme eğiliminde olduklarını göstermekte. Ancak, bu ilişki kesin ve net bir biçimde ortaya konmuş değil.
Yüksek IQ'lu kişilerin erteleme eğiliminde olmasının birkaç nedeni olabilirmiş. Erteleme eğiliminde olan kişiler genellikle görevleri planlamak ve tamamlamak için daha fazla zaman harcadıklarından bunu bir kaçış yolu olarak görüyor olabilirlermiş. Ayrıca, görevleri hızlı ve etkili bir şekilde tamamlayabileceklerine güvendikleri için de işleri son dakikaya bırakıyor olabilirlermiş.
İlginç bir şekilde, ertelemenin bazen yaratıcılığı artırabileceği de bulunmuş.
Ancak, ertelemenin her zaman olumlu sonuçlar doğurmadığını unutmamak gerekir. Devamlı erteleme, stresin artmasına, akademik performansın düşmesine ve genel iyi halin azalmasına yol açabiliyor.
Sonuç olarak, erteleme hastalığı hepimizin zaman zaman karşılaştığı bir durum ve her işini erteleyen yüksek zekalı ve yaratıcı da değil. Ayrıca, bununla başa çıkmanın yolları var. Küçük adımlarla başlamak, kendimize uygun hedefler koymak ve mükemmeliyetçilikten uzaklaşmak, bu hastalığı yenmemize yardımcı olabilir. Unutmayın, her şey bir adımla başlar. Siz de şimdi, ertelediğiniz işlerinize bir adım atarak başlayabilirsiniz.