Nerede yaşarsan yaşa hep aynıdır. Yaşını başını almış insanların deneyimlerinden, görüp yaşadıklarından süzülenler gelecek nesillere, gençlere ‘bazen’ ders olur. Tabi alırsan!
Bazen diyorum, çünkü her yaşını başını alanın sözüne de güvenilmez öyle... Yaşına başına değil kim olduğuna, neler yapıp ettiğine bakacaksın!
Bir derdin mi var gidersin görmüş geçirmiş, güvendiğin birine, ‘apışıp kaldım valla ne yapacağımı şaşırdım, bana bir yol göster’ der akıl danışırsın.
Akıl danışmak istediğin kişi gerçekten görmüş geçirmiş biriyse, kulak vermeden önce şöyle tepeden tırnağa süzüp göz-kalp röntgenini çeker, sonucu beğenirse ‘anlat bakalım’ deyip dinler seni. Yok, röntgen sonucunu yaramaz bulursa kapısını çalanın, ona başka kapı gösterir.
Dinlenecek ve dinlenmeyecek kişiyi ayırt edebileni bulduysan kaçırma, anlat derdini!
Bu gibi durumlar için mükemmel sözü gazeteci, şair, devlet ve fikir adamı Ziya Paşa söylemiş... Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz!
Ayine ‘ayna’ demektir ama Ziya Paşa ‘karakter’ manasına kullanmıştır kelimeyi.
Benzer bir olay benim de başıma geldi!
Birilerine ders olur mu bilemem, anlatayım...
Yeni Asır’ın efsane dönemlerinde haber müdürüyüm. Yayın müdürü Yılmaz Özdil. Lafın gelimi değil gerçek anlamda üç kuruş maaş alıyoruz ama ne ev, ne çoluk çocuk, ne para gözümüzde... Bizim için varsa yoksa haberdi. Müdüründen muhabirine, şoföründen santral görevlisine özel haberler, diziler dümdüz gidiyoruz.
En az benim kullandığım haber müdürü odasına bir gün Yılmaz geldi, elinde bir zarf. Masaya bıraktı, gitti. Çok işim vardı hemen açamadım. Saatler sonra aklıma gelince zarfa baktım, üzerinde ‘Yılmaz Beye’ notu var. Yılmaz bana verdiğine göre zarfı açtım. Hiç unutmuyorum güzel bir el yazısı ile dolu 5 sayfa.
Okudum. Beni Yılmaz’a şikayet eden 5 sayfalık bir mektup. Hem de gazetede belki de en çok arkasında durduğum birinden! Sonuç, o satırları yazana hiçbir şey yapmadık öyle devam edip gitti. Mektubunun bende olduğunu bilmedi hiç.
Konu şikayet mektubu değil elbette. Yılmaz’ın şikayeti de şikayetin sahibini de ‘yaramaz’ bulup, beni de iyi tanıdığı için bir saniyeliğine bile olsa dinlememesi.
Dinlersen çünkü o yaramaz şeye bulaşırsın!
Peki şikayet mektubu olayını niye yazdım?
Kimi dinleyip kimi dinlememesi gerektiğini bilemeyenlere ders olsun diye...
Mesela Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a!
İsmail Saymaz Sözcü’deki köşesinde ‘yalanlanmayan’ iddiaları tane tane yazmış.
Hani, Fatih Terim Fonu diye Seçil Erzan’a milyon milyon dolarlar kaptıranlar, iyi tokatlanan Arda Turan, Emre Belezoğlu ve Galatasaray’ın kalecisi Muslera var ya... İşte bu üçü taa nisan ayında dünya liderimizden randevu istemiş. Erdoğan’da onları İstanbul Havalimanı’nın konuk evinde kabul etmiş. Yarım saat tamamen yasa dışı dertlerini anlatmış topçular. Görüşmede bu tür alengirli mevzulara karşı uyanık olması gereken İçişleri eski bakanı Süleyman Soylu ve iki bakan daha varmış. Erdoğan algısız-vergisiz hampadan kazanç şikayetlerini dinledikten sonra Soylu’ya dönüp, ‘olaya bir bakın’ demiş!
İddia böyle. Olaya bir bakın...
Olay denilen ne?
Bir koyup üç almak! Otuz almak, mümkünse üç yüz almak! Ki listelere göre AKP’li bir isim 500 koyup kısa süre sonra 1 milyon dolar almış. Alırken devlete bir kuruş vergi vermemek! Koyarken de alırken de tüyü bitmedik yetimlerin bile olduğu sistemin dışına çıkmak. 7500’lük emeklilerden, engelli maaşından bile kesinti yapılırken bu olayda işi kılçıksız götürmek. Çantayla getirip bavulla geri almak. Devleti, yani devleti oluşturan milleti ketempereye getirmek, çırak çıkarmak!
Tamah, açgözlülük insanın olduğu her yerde var. Hele bizim gibi kim kime dum duma memleketlerde diz boyu.
Tamam da kardeşim, başı da sonu da çok yaramaz olan böyle bir konuda Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanının adı ‘dinleyici’ bile olsa nasıl geçer?
Tamam futbola meraklısınız, tamam bu topçular üçkağıt işleri sarpa sarınca sizin kapınızı çalmış olabilir. Çalarlar ama Türkiye Cumhuriyeti muz cumhuriyeti değil bir hukuk devleti. Emniyeti var, adaleti var, cumhuriyetin savcıları var deyip kapı gösterildi mi acaba?
Anlaşılan kapı mapı gösterilmemiş!
Gösterilse, kendisinden de hesap sorulmuş olsaydı Arda mesela, “Bak Seçil. Sana diyeceklerimi iyi dinle. Şu anda bu savcılık işlerini de, polisi de her şeyi biz tutuyoruz. Kimseyi bir yere göndermiyoruz” diyebilir miydi telefonda?